#hocaefendi #fethullahgulen #mizan Bu video 09/10/2016 tarihinde yayınlanan “BEDÎÜZZAMAN, “PÎR-İ MUĞÂN” VE DİĞER MEŞREPLERİN BÜYÜKLERİ” isimli bamtelinden alınmıştır. Tamamı burada: https://www.herkul.org/tag/sami-efendi-hazretleri/
SORU: Affınızı istirham ederek, “Maslahat var!” dendiği için soracağız: Risale-i Nur’ları
taban oluşturmak ve insan kazanmak maksadıyla bir araç olarak kullandığınız, bunun için
de senelerdir Hazreti Üstad’ın adını bile tasrih etmeyip onu “Pîr-i Muğân, Şem’-i Tâbân, fikir
yapıcı” gibi sıfatlarla andığınız şeklinde iddialar ileri sürülüyor. Bu konudaki
düşüncelerinizi lütfeder misiniz?
CEVAP: Evvela, “üstad” dediğim de az değildir sizin içinizde; “üstad” dediğim binlercedir,
binlerceyi geçmiştir, zamanla. Fakat umumî bir cemaatte, başka mizaçta-meşrepte olan
insanların bulunduğu bir yerde, onların da hissiyatları gözetilmiştir; pek çok büyük insanın
yaşadığı, hepsine saygı duyulduğu ve benim de hepsine karşı saygı duyduğum hakikati
yansıtılmıştır. Esad Efendi’den Sâmi Efendi’ye kadar saygı duydum; birini görmedim, diğerini
görüp elini öptüm ve aynı zamanda ondan mektuplar aldım. Görmediklerime tâzimât u
tekrimâtımı ulaştırdım. Fakat insan psikolojisi olarak meşrepleri, mizaçları, mezâkları nazar-ı
itibara aldım; onların yanında mutlaka “Üstad Bedîüzzaman Hazretleri” demekle, “Acaba o
büyük zâta karşı onların içinde bir antipatiye sebebiyet verir miyim?” mülahazasını taşıdım. Evet,
böyle bir meselede samimi bir mülahaza araştırmaları lazım, buna bakmaları iktiza eder.
“İmana dair küçük bir meselenin inkişafı, benim nazarımda yüzlerce ruhanî zevke ve
keramete müreccahtır.”
Nitekim hiç öyle demediğim halde, altı sene kürsüsüne çıkıp vaaz ettiğim camide problem
yapılmıştı. Orada aynı zamanda bir idare kurulu da vardı, çalışan memurlar da vardı, ayrı
meşrepten insanlar vardı. Hazreti Bedîüzzaman’ın adını zikretmiyor, dolaylı yollardan, mesela
“Çok büyük bir Zât, mühim bir Zât diyor ki: Bir zerre ihlaslı amel, batmanlarla hâlis olmayana
müreccahtır.” demek suretiyle anlatacaklarımı anlatıyordum. Böyle bir alıntı ile, kapalı, adını
söylemeden kendisinden bahsettiğimde bile idarehanede aynen mesele şöyle müzakere
edildi: “Falan efendi hazretlerinden, filan efendi hazretlerinden hiç bahis yok; sadece sözü evirip
çevirip getirip falana bağlama gibi bir mülahaza peşinde bu adam! Böyle bir darlığın
mahkumu!..” Bunlar bizzat yaşadığım şeyler.
Şimdi siz bunları yaşamış iseniz şayet, gönülden bağlı bulunduğunuz ve kendinden çok
istifade ettiğiniz, bir yönüyle, belki çağımızda hakikaten bugüne kadar söylenmedik şeyleri
söylemiş, aynı zamanda üzerine gidilmedik problemlerin üzerine gitmiş, halkın şaşakaldığı
meseleleri Allah’ın izni ve inayetiyle vuzûha kavuşturmuş bir Zat’a karşı antipati uyarmamaya
azamî gayret gösterirsiniz. Ki, zaten şu söz de ona aittir: “İmam-ı Rabbanî Ahmed-i Farukî diyor
ki: Bir küçük mes’ele-i imaniyenin inkişafı, benim nazarımda yüzler ezvâk ve kerametlere
müreccahtır.” Keramet, bir insana ekstradan Cenâb-ı Hakk’ın ihsan ettiği bir ikrâm-ı İlahîdir.
Fakat bir insanın iman kazanması, onun cennete girmesine vesiledir. Bu olmayınca, bu temel,
bu blokaj olmayınca esasen ne o keramet olur, ne o keşif olur, ne o müşâhedeler olur. Böyle
bir şeyden bahsettiğiniz zaman, eğer rahatsız oluyorlarsa şayet, hem o zâta karşı antipati
uyarmama hem de onları bir yönüyle tahrik etmeme adına, o şekilde maslahat görülmüş.
Meseleye bu zaviyeden bakacaksınız. Bu, bir.
“Pîr-i Muğân”, tasavvufta mürşid-i kâmil, rehber, aşkı dağıtan ve pay eden kişi demektir.
Bir ikincisi; sevenler, sevdiklerini ifade ederken, tasavvufta “Pîr-i Muğân” tabirini o kadar çok
kullanmışlardır ki!.. (Pîr-i Muğân ifadesi, tasavvufta, mürşid-i kâmil, rehber, aşkı dağıtan ve
pay eden kişi gibi manalara gelir.) Siz de, bir taraftan saygı duyduğunuzdan dolayı, bir
taraftan da birilerini tahrike sebebiyet vermeme, kıskandırmama, “Sadece bir şahıstan
bahsediyor!” dedirtmeme düşüncesiyle bunu kullanmışsınız.
Aynı zamanda yazdığım yazıda da hepsinden bahsettim. (Bakınız: “Düşünce ve Aksiyon İnsanı”,
Yeni Ümit Dergisi, Ekim 1994) Hepsini, kendi idrak ufkum itibariyle anlatmaya çalıştım;
kıymet-i harbiyeleri itibariyle anlattım diyemem, o da iddia olur; küstahlar nasıl düşünürlerse
düşünsünler. Hepsinden bahsettiğim yerde, Bediüzzaman hazretlerinden de bahsettim.
Cami kürsüsünde de isminden birkaç defa bahsettiğim zaman önce “Süleyman Efendi
Hazretleri” dedim, “Mehmed Zâhid Kotku Efendi Hazretleri” dedim, “Sâmi Efendi Hazretleri”
dedim, ondan sonra da “Bediüzzaman Hazretleri” dedim; iki-üç defa bahsettimse, öyle
bahsettim. Bu mülahazalarım da esasen birilerini tahrik etmeme, sevilmesi ve kabul edilmesi
gerekli olan bir zata karşı antipatiye sebebiyet vermeme, aynı zamanda inhisarcı fikirle
hareket edildiği hissi uyarmama ve meşrebi, mizacı, mezâkı, esas önemli, hayatî şeylere
tercih ediyor gibi davranmama gayretine bağlıydı.
Evet, “Pîr-i Muğân” tabirini, tâzimkar ve takdirkâr bir ifade olarak kullanmışlardır. Çoğu
kullanmış, ben isterseniz bir tanesinden, Pîr-i Küfrevî Hazretleri’nden hilafet almış bir zat olan
hemşerim Erzurumlu Ketencizâde’nin Divan’ında şeyhi için söylediği sözlerden misal vereyim.
Pîr-i Küfrevî Hazretleri, Hüseyin Kındığî Efendi ve oğlu Muhammed Lutfî Efendi (Alvar İmamı)
Hazretleri’nin de şeyhidir. Küfrevîler’in o dönemdeki Pîr-i Muğânları; yirminci asra doğru
gelinirken, doğuda Küfrevîler’in en önemli zâtı. O zatlardan onun bir sürü kerametini
dinledim. O Ketencizâde Hazretleri de Küfrevî Hazretleri’nin halifelerinden bir tanesi. Adına
Erzurum’da küçük bir câmi de vardır. Bakın, o zattan bahsederken nasıl diyor: “Azîzim,
Rehberim, Pîrim…” Şiiriyet açısından da fevkalade; bestelenmeye müsait bir haldedir bu
sözler. Bu kadar hecelik bir şeyi bestelemek aslında çok zordur; öyle yedilik şiirler gibi
değildir fakat bunlar bestelenmeye de müsait:
“Azîzim, rehberim, pîrim, efendim, şem’-i tâbânım,
Ziyâ-yı himmetindir her iki âlemde devrânım.
Benimle müttefiktir bu recâda cümle ihvânım,
Aman ey kutb-ı ekrem, gavs-ı azâm, şâh-ı devrânım,
Nazardan dûr kılma bendegânı, pîr-i muğânım, şem’-i tâbânım.”
Şimdi “pîr-i muğân, şem’-i tâbân” derken, bir yerde Ketencizâde’nin Pîr-i Küfrevî Hazretleri için
söylediği sözü kullanıyorsanız!.. Hem de sizin kendi takdirinize bağlı değil; şimdiye kadar
gelmiş bir sürü selefinizin o mevzuda takdirlerine binâen, onların takdirlerini referans alarak,
onun için “Pîr-i muğânım, şem’-i tâbânım, ziyâ-ı himmetim!” diyorsanız!.. Bunu böyle demeyi
“ketmediyor gibi görme ve gösterme” meselesi, sadece iftiradan ibaret kalır. Şimdiye kadar
iftiraları bini geçti, bin beş yüz kadar var. Bu da o müfterilerin iftiralarından, “tahrif”lerinden,
“tebdil”lerinden, “tağyir”lerinden, “ta’yir” ve “ta’yib”lerinden başka bir şey değildir. Kendini
bilmezlerin nâ-sezâ, nâ-becâ sözleri!.. Bazıları bizim Osmanlıca’da kullandığımız kelimeler
oldu. İhtimal derler ki, “Anlamayalım diye bu kelimeleri de kullandı!” O da yine onların
içtihatlarına müfevvez; onu da nasıl tevil ederler; buyursun, tevil etsinler.