“Bugün 23 Nisan, hep neşeyle doluyor insan
Yoksa, tutsak olurduk biz inan.”
Hatırladığım kadarıyla çocukluğumda böyle bir şiir ezberletmişlerdi. Ama çocukluk yıllarım hariç benim 23 Nisan’larım hiç neşeyle dolmadı. Hani Cem Karaca’nın bir güftesinde; “Hep kahır, hep kahır” dediği gibi hep kahır ve kederle geçti 1980’li yıllarda İmam-Hatip’te okuyordum. Hatırlayanlar olacaktır. 23 Nisan 1920’de kurulan TBMM’nin kuruluş maksadı için yapılan bu kutlama o yıllarda da hiç de “Söz Milletin” dendiği gibi olmadı. Her şey Kenan Evren’in iki dudağı arasındaydı. Daha sonra doksanlı yıllarda bir terör belası yüzünden gene bütün özgürlükler askıya alındı ve gene 23 Nisan’lar sadece sözde kaldı. Arkasından bir 28 Şubat dönemi geldi ki bir İmam-Hatipli olarak anamızdan emdiğimiz süt burnumuzdan geldi. 2000’li yıllara gelindiğinde sanki biraz 23 Nisan gerçek manasıyla kutlanacak diye düşünmeye başlamıştık ki hiç de öyle olmadı. ‘Gelen gideni aratır’ derlerdi eskiler. Aynen öyle oldu ve bu sefer ne sütümüz kaldı ne ayranımız? Öyle bir despot idare geldi ki, inanın eski günleri mumla arar olduk.
Daha bu gün, Karar Gazetesinde yayınlanan bir haberde Adalet Bakanlığı verilerine göre, 0-6 yaş arası 552 çocuk anneleriyle birlikte cezaevinde kalıyormuş. Çağlayan Dergisi Nisan 2024 sayısında Zindan Melekleri ismiyle Baybars Yılmaz’ın kaleme aldığı şiirindeki, “Hayata zindanda açtım gözlerimi bebeklikten. Kalbler taşa dönmüş her canlıya merhametsizlikten.” mısraları bu gün itibariyle cezaevindeki çocuklarımızı ne güzel anlatıyor. Şiirin tamamını dergiden okumanızı hatta Mehmet Yıldız hocamızın sesinden dinlemenizi tavsiye ederim. Ve yüzlerce çocuk KHK mağduru olarak yurt dışına çıkmak zorunda kaldı. Onlar için artık 23 Nisan sadece Nisan ayının bir günü olmaktan öteye geçmiyor. Hatta bu tür etkinliklerin yapılmasını bile hazzetmeyen çocuklarımız var. Çünkü, kendilerine “ağaç kabuğu yesinler” diyenlerin ne bayramlarını ne de tarihi günlerini hatırlamak istemiyorlar. Hani devlet babaydı. Hani onun şefkatli ve merhametli kolları vardı. Hepsi ama hepsi lafta kaldı. Mahzun Kırmızıgül’ün “Güneşi Gördüm” filmini seyredenler hatırlayacaktır. Film’de Doğu’dan İstanbul’a, İstanbul’dan Norveç’e göçün hikayesi hala bu gün gözümün önünden gitmiyor. Çünkü aynı yollarla ben de bugün bir Avrupa ülkesine geldim. Filmde Norveç ve Türkiye arasındaki ülkelerin yönetim farkları inanılmaz bir çıplaklıkla gözler önüne seriliyor. Norveç’in sosyal bir hukuk devleti oluşu, insan hayatı bütün ayrıntılarıyla inanılmaz güzellikte yansıtılıyor. Türkiye’de kararan yaşamlar, güneşi az olan bu ülkede yeniden güneşi görüyor. İnsanların gözleri ışıldıyor, unutulan gülüşler yeniden gamzelerde beliriyor.
İnsanlar yaban ellerde yaşama dört elle sarılıyor. Sosyal devletin ne olduğu ile tanışan insanlar, hem şaşırıyor hem de mutlu oluyor. Çünkü Norveç’te devlet bireyi koruyor. Oysa kendi ülkemde birey devleti koruyor. O nedenle de hep sözde ‘Güçlü Devlet’ oluyoruz. Filmin çocuklarına şefkatli ellerini sunan ‘Devlet Ana’ya teşekkür eden Kırmızıgül, hep asık suratıyla çocuklarını cezalandıran ‘Devlet Baba’dan şikâyet ediyor. Bu gün bizler, yani Hizmet Hareketi ile irtibatlı veya iltisaklı olanlarımızın hepsi ne devlet anadan ne de devlet babadan şefkat görmedik/göremedik. Bırakın şefkat görmeyi veya asık suratı. Olabildiğine sert, haşin ve bir o kadarda gaddar bir devletin eliyle dünyanın dört bir yanına savrulduk. Şimdilerde empati diyorlar. Azıcık empati yapın lütfen. Yani kendinizi birazcık olsun bizim yerimize koyun. Siz olsanız 23 Nisan’ı hatırlamak ister misiniz? Hala “Bugün 23 Nisan, hep neşeyle doluyor insan” demek içinizden gelir mi?
O şiirde; “Yoksa, tutsak olurduk biz inan.” diyor. Bir trafik cezası bile olmayan ve ülkenin ve milletin hayrından başka bir şey düşünmeyen güzelim insanlarımızın bir çoğu hala tutsak. Ve bir çoğu da beş on senesini dört duvar arkasında geçirdikten sonra bu gün işsiz güçsüz yaşama tutunmaya çalışıyor. Artık, bu gün TBMM salonunun duvarında yazan “Egemenlik, kayıtsız şartsız Milletindir.” sözü sadece bir slogandan ibarettir. TBMM 100 yıllık tarihinde hiçbir zaman bu kadar asli hüviyetinden uzaklaşmamıştı. Dolayısıyla sözden ibaret bir meclisin kuruluş yıldönümünü kutlamak sadece abesle iştigal (meşgul) etmektir.
YAZARIN TÜM YAZILARI İÇİN TIKLAYIN