Hz. Ali, Sıffın Savaşı’ndaki hakem olayı gerekçe gösterilerek, hariciler tarafından Allah’ın hükmüne karşı çıkmakla suçlandı. “Hüküm yalnızca Allah’a aittir” diye kendisine itiraz edince Hz. Ali, “Doğru söz ancak yanlış bir mana (bâtıl) kastediliyor” diye karşılık vererek, muhataplarını zımnen doğru anlam üzerine konuşmaya davet etti. İhtilafı marifete dönüştürmeye çalıştı. Her fikrin bir teorik bir de pratik yönü vardır. Teori farklı yorumlarla olgunlaşırsa ihtilaf rahmete dönüşür. Ancak yeterince tartışılmamış ve geliştirilmemiş fikirler pratiğe taşındığında fiili çatışmaların ortaya çıkmasına ve bir kısır döngüye sebep olabilir.
Hz. Ali, haricilerin ibadetlerini övmüş ama okuduklarını anlamadıkları için de eleştirmiştir. “Söyledikleri sözler doğru ama o doğrular dillerinden öteye geçmiyor” diyerek, söyledikleri sözlerin manasını anlamadıklarını ifade etmiştir. Yine Hz. Ali’nin hutbelerinde hariciler, ibadeti seven, çok Kur’an okuyan ancak okudukları ve ezberledikleri ayetlerin anlamı üzerinde yeterince tefekkür etmediklerinden dolayı dine girdikleri gibi hızla çıkıp giden insanlar, olarak tasvir edilmiştir. Tartışmaya kapalı ve kendileri gibi inanmayanları tekfir etmekteki acelecilikleri, bilgilerinin marifete dönüşmesini engellemiştir.
Bilgiyi marifete ve fıkha (ince anlayış) dönüştürmedeki eksiklikleri yeni ortaya çıkan durumları doğru yorumlamalarını da engellemiştir. Bundan dolayı yeni olaylarla ayetler arasında ilgi kurmada yetersiz kalmışlardır. Hz. Ali, “Kuran’ı, okuyorlar ama aleyhlerine olan ayetleri kendi lehlerine (delil) zannediyorlar” sözüyle haricilerin olaylar ve ayetler arasında kurdukları ilişkiyi kritik etmişti. Nitekim harici hareketinin büyük ölçüde tarihten silinmesinin arkasında yatan temel etken de yeni olaylara çözüm bulmaktaki bu yetersizlikleri olmuştur. Her yeni olayda haricilerin birbirini tekfir eden ve birbiriyle savaşan farklı gruplara ayrıldığı görülür.
İslam tarihindeki farklı fırkaların başlangıcı olan hakem olayı aslında bize siyasi ve itikadi fırkaların/mezheplerin nasıl ortaya çıktığını da göstermektedir. Temelde Kur’an’a dayanan ancak anlama ve yorumda farklılık arz eden gruplar, kendi referans çerçevelerini oluşturarak zamanla bir inanç grubuna (fırka) dönüşmüşlerdir. Sağlam bir anlama metodolojisi geliştiren ve tartışmak için yeterince müsamahalı olan gruplar, varlıklarını devam ettirmişler; tartışmaya kapalı metodolojisi olmayan hareketler ise tarihten silinmişlerdir.
Hz. Ali, haricilerin itirazlarını ayetlerin doğru anlaşılması üzerine çekmek ister ve yanlış anlamaları önlemek ister. Savaştan kaçınır. Son ana kadar tartışma imkanlarını arar. Harici isyancıları savaştan vazgeçmeye ikna için Abdullah b. Abbas’ı gönderir. İbn Abbas’a somut olaylar üzerinden tartışmayı tavsiye eder. Farklı şekillerde yorumlanabilecek ayetleri delil getirerek, sonuçsuz spekülasyonlardan sakınması gerektiğini söyler.
Hariciler, çoğunluk itibarıyla bedevi Arap’lardan oluşuyordu. Sonradan Müslüman olmuş ya da Hz. Peygamber’le beraber bulunup onun siretini ve sünnetini yakından görme imkânı bulamamış çölde yaşayan Arap kabilelerine mensup savaşçılardı. Arap diline vukufiyetleri ile temayüz etmişlerdi. Bundan dolayı da Kuran’ı kendilerinden daha iyi anlayacak birisinin bulunmadığını düşünüyorlardı. İşte Hz. Ali bu noktada onlara, kendisinin her ayetin nüzül sebebini, nerede ve ne zaman indirildiğini bildiğini hatırlatarak, yalnızca dile dayalı anlamanın yetersiz olduğuna dikkat çekmiştir. Ayrıca o, İbn Abbas’a sünnetten örnekler vererek tartışması gerektiğini hatırlatarak, Kuran’ı anlamada uygulamanın ne kadar önemli olduğuna işaret etmiştir.
Hz. Ali, daha sonra hariciler diye isimlendirilecek isyancıları fikri tartışmaya çekmek istemiş onlara karşı kılıç kullanmak istememişti. Haricilerin birçoğu bu tartışmalar esnasında isyandan vaz geçtiler ama yine de savaş gerçekleşti. Fikir ve düşünce açısından zayıf, çatışma ve fiili muhalefet üzerine kurulu haricilik hareketine karşı daha sonraki yıllarda uygulanan şiddet haricilerin bir mezhep hüviyeti kazanmasını hızlandırdı
Fikri çatışmaların bir diyaloğa dönüşmesi mümkün olsaydı, diyalog metotların gelişmesine, metotlu tartışmalar da yeni ilim dallarının ortaya çıkmasına zemin hazırlayabilirdi. Abdullah b. Abbas’ın siyaseti bırakıp Mekke’ye yerleşerek tefsirle ilgilendiği dönemde haricilerin liderlerinden Nafi b. Ezrak’ın (ö.65/685) sorularına verdiği cevaplar garîbu’l-Kuran ilminin ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. İbn Abbas bu sorulara verdiği cevaplarla Kuran tefsirinde cahiliye şiirinin önemini ve şiirle tefsirde nasıl istişhad edileceğini örnekleriyle göstermiştir.
Yeni fikirlere karşı diyalog kapılarının açık tutulması karşılıklı etkileşimle bilgiyi çoğaltır. Yeni bakış açıları kazandırır. Bilinen konulara yeni argümanlar üretmeye yardımcı olur. Yasaklama ve şiddet ise epistemolojik açıdan içine kapalı cemaatlerin ortaya çıkmasına sebep olur. Sahip olduğu bilgiyle yetinen ve dış dünyadan ilgisini kesen kişiler ıssız bir adada yaşayan insanlar gibi zamanla ilkel bir topluluğa dönüşür. Bundan dolayı Peygamber Efendimiz (s.a) insanlardan uzakta yaşamayı tavsiye etmemiş, bedeviliğin insan tabiatını katılaştıracağına dikkat çekmiştir.
İhtilaflar fiili çatışmaya dönüşünce de insanlardan uzaklaşmayı tavsiye etmiştir. Bu da bize “Biz sizi bir erkekle bir kadından yarattık. Birbirinizi tanımanız (marifet) için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Şunu unutmayın ki Allah’ın nazarında en değerli olanınız takvada en ileri olandır’’ (Hucurat 13) ayet-i kerimesinde anlatılan ‘’marifet’’ yani tanımanın medeni ihtilaflar ve diyalogla gerçekleşeceği hakikatini hatırlatmaktadır.