İslam Hukuku’nun özellikle muamelat kısmına dair fetvalarda kendisine müracaat edilen ve delil olarak getirilen bir ayet vardır: Maide suresinin ikinci ayeti. Ayetin baş kısmı hac ve ihram ahkamıyla alakalıdır. Akabinde toplum içerisinde korunması gereken bir davranış şekline vurgu yapılarak “Dininizi yaşamaktan men edenlere karşı duyduğunuz öfke, sizi onlara karşı şiddet kullanmaya ve aşırı davranışlara sevk etmesin” tembihinde bulunulur. Bu ifadeden sonra ikinci bir ahlakî kural zikredilir ve وَتَعَاوَنُوا عَلَى الْبِرِّ وَالتَّقْوَى وَلَا تَعَاوَنُوا عَلَى الْإِثْمِ وَالْعُدْوَانِ “İyilik ve takvada yardımlaşın, günahta ve düşmanlıkta yardımlaşmayın” buyurulur. Ardından takva vurgusu ve akıbet hatırlatması ile ayet sona erer.
Ayetin Arapça metnini verdiğimiz kısmı pek çok hükme ya doğrudan ya da dolaylı olarak kaynak olmuştur, olmaya da devam etmektedir. Ayetin ana konusunun hac ve ihram hükümleri olması, bu kısmını başka konularda kaynak olarak kullanmamıza mani değildir. Usuldeki ifadesiyle “Sebebin hususiliği, hükmün umumiliğine mani değildir.” O yüzden âyetin kapsam alanı çok geniştir.
Öncelikle iyilik ve takvada yardımlaşma, dinimizin en çok üzerinde durduğu meselelerdendir. Âyet, iyiliği ve takvayı yalnız kendi halinizde yaşamakla yetinmeyin, onu başkalarına da yaşatın, yaşamak isteyenlere yardım edin, böylece iyilik ve takva yayılsın, iyi bir toplum meydana gelsin şeklinde mesaj vermektedir. Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ise meselenin sevap yönüne dikkat çekerek “Kim bir hayra vesile olursa, o hayrı yapmış gibidir” buyurur.
İşin bu kısmı üzerinde durmayacağız. Zira günümüzde pek çok problem, ayetin bu kısmıyla değil, daha ziyade “günahta ve düşmanlıkta yardımlaşmayın” kısmıyla, bu kısmın da özellikle günahta yardımlaşmama yönüyle alakalıdır. Faizli bankalarda meşru işlemler yapmaktan, içki satan marketlerden ihtiyacımız olan helal şeyleri satın almaya, faizli banka ve içki fabrikaları gibi günah fiillerin işlendiği yerlerin reklamlarını hazırlamaktan, bu işler için ev ve iş yerlerini kiraya verme, helal malzemelerin yanında faiz, içki ve domuz etiyle de meşgul olan iş yerlerinde muhasebeci olarak çalışmaktan, yemek dağıtım şirketlerinde çalışırken içinde ne olduğu bilinmeyen malzemelerin ve bu arada içki ve domuz etinin taşınmasına kadar bir çok konuyu ayetin bu ifadesi kapsamında değerlendirebiliriz.
Hemen ifade etmeliyiz ki, bir Müslüman hayatının her alanında dinin kendisinden ne istediğini, nasıl bir Müslüman profili ortaya koyması gerektiğini, neleri yapıp neleri terk etmesi icap ettiğini, yani neyin helal neyin haram olduğunu çok iyi bilmelidir. Bunun için her Müslümanın, özellikle de piyasada iş yapan, ticaretle meşgul olan, insanlarla diyalog halinde bulunup çeşitli organizasyonlara katılan Müslümanların helal ve haramları açıklayan bazı temel kitapları okumaları gerekir. Zira dinin ortaya koyduğu kırmızı çizgiler de diyebileceğimiz bu bilgiler, dünya ve ahiret hayatının garantörleri gibidirler. Bunların esas olarak alınıp zihinde yerleşmesi ve hayatın bunlara göre örgülenmesi hem Allah’ın rızasını kazanmaya hem de dünya ve ahiret saadetine vesile olacaktır.
Ne var ki belirtilen kırmızı çizgiler içinde yaşamaya çalışırken, hayatın kompleks olmasından kaynaklı, bir kısım zorluklar olacak ve bunlar kimi zaman bizi içinde bulunduğumuz helal dairenin sınırlarını aşmaya mecbur bırakacaktır. Bu tür zorlayıcı durumlar fıkıhta genellikle ‘zaruret’ kavramıyla ifade edilir. Bazen ‘belvâ-i âmm’ (yaygın zorluk/sıkıntı) tabiri de zaruret yerine kullanılabilir. Aslında belvâ-i âmm, zarurete zemin oluşturan bir sebeptir. Fakat fıkıh kitaplarında zaruret manasına gelecek şekilde kullanıldığı da olmuştur. Bu iki kavramın muhtevasına dayalı bir çok fıkıh kaidesi ortaya konmuştur. Şimdi bu kavramların tariflerini yapıp esas meselemize geçelim.
Zaruret, ‘helal daireyi aşmayı mübah hale getirecek şekilde tehlikeli, riskli ve zarar verici durum ya da özür hali’ şeklinde tarif edilebilir. Dinin esaslarına göre yaşayan Müslüman, helal dairede hareket ederken hayatı veya insan sağlığını tehdit eden ya da dinini yaşamayı önemli oranda zorlaştıran bir tehlike, zorluk veya zarara maruz kalırsa, bazen azimetten ruhsata geçip bazen de –dinî kuralların tanıdığı esneklik ve meşruiyet çerçevesinde ve yine belli sınırlar ve miktarlar içerisinde kalmak kaydıyla– helal daireden geçici olarak çıkıp o tehlike, zorluk ve zararı atlatması gerekebilir.
Belvâ-i âmme gelince o, insanlar arasında yaygın olup kendisinden kaçınılamayan sıkıntı ve imtihan manasına gelir. Çok yaygın olmasından dolayı hayatı zorlaştıran bu durum bir zaruret oluşturur ve kolaylık prensibi gereği bazı haramların mübah hale gelmesine sebep olur. Bunun en bilinen örneklerinden biri, eti yenmeyen ve salyası pis olan kedinin, hep insanlarla beraber bulunduğu ve kendisinden kaçınılamadığı için artığının temiz kabul edilmesidir. Buna göre, kedinin içtiği sudan abdest alınabilir, ağzıyla dokunduğu elbise ya da yer, namaza mani olmaz.
ZARURETİN ÖZELLİKLERİ
Zaruretin özelliklerini şu şekilde sıralayabiliriz:
1- Zaruretler geçicidir. Dolayısıyla zaruri haller geçici olarak haramı mübah hale getirir. Zaruret bitince haram yola müracaat ruhsatı da biter. Bundan sonra kişinin helal dairede hayatına devam etmesi gerekir. Mesela açlıktan ölecek hale gelen bir Müslüman, bulduğu tek yiyecek olan domuz etinden, ölümden kurtulacak kadar yiyebilir. Hayatî riski atlattıktan sonra artık ondan yiyemez. Suyun sağlığa zararlı olduğu durumlarda kişi abdest ve guslünü mesh ederek ya da teyemmümle alır. Hastalık riskini atlatan kişi, normal suyla abdest ve guslünü almaya başlamalıdır.
2- Zaruretler sınırlıdır. Yani zaruret, hayatı zorlaştıran, riske sokan konuyla kayıtlıdır. Mesela bir doktor, ameliyat ettiği hastasının mahrem yerine bakmak zorunda kalsa da bu sadece ameliyat ve kontrol zamanıyla sınırlıdır. Ameliyat ve kontrol sürelerinin dışında mahrem yerlere bakması caiz olmaz. Aynı kural, bakmak zorunda kalınan kısım için de geçerlidir. Doktor, ameliyat veya kontrol ederken bakmak zorunda kaldığı yerlerin dışındaki mahrem bölgelere bakamaz. Zaruret olmadığı halde sınırların aşılması, zaruret prensibinin suistimal edilmesi manasına gelir.
3- Zaruretler kişiden kişiye değişir. Zarurete sebebiyet veren tehlike ve zararın boyutları şahıstan şahsa farklılık arz eder. Bazıları için zararlı olarak görülen şey, başka biri için zararlı ve riskli olmayabilir. Bu yüzden zarurete göre verilecek fetvalarda herkesin durumu özel olarak değerlendirilmelidir. Buradan hareketle denebilir ki, genel bir zaruret fetvası vermek her zaman isabetli olmayabilir.
4- Zaruretler istisnaidir, asıl durum değildir. Asıl olan helal dairede yaşamaktır. Ancak insan olmanın gereği olarak, helal dairede kalmak her zaman mümkün olmaz. Bu durumda istisnai olarak zaruret prensibi uygulanır. Prensip uygulandıktan ve problem aşıldıktan sonra helal daireye dönmek gerekir.
Konumuza bir sonraki yazımızda devam edeceğiz.