Eğer O razı olsa, bütün dünya küsse ehemmiyeti yok.”
*Büyük işler yapmalı fakat sonra hemen arkaya çekilip gizlenmeli. Edip eylenen, ortaya konulan başarılarla görünmemeli. Onlarla takdir edilme, alkışlanma arkasına düşmemeli. İnsan, herkesten daha iyi bilen birisinin mevcudiyetine yürekten inanıyorsa, O’nun bilmesini yeterli bulmalı. Evet, O biliyorsa, yeter!.. Kayda değer buluyorsa, yeter!.. Kıymet atfediyorsa, yeter!.. O bildikten, bulduktan, kıymet atfettikten sonra bütün dünya reddetse, ehemmiyeti yoktur. Peygamber Yolunda Taklitten Tahkîke, Nazarîden Amelîye
*Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) din-i mübîn-i İslâm’ı bize emanet ederken, فَعَلَيْكُمْ بِسُنَّتيِ وَسُنَّةِ الْخُلَفَاءِ الرَّاشِدِينَ الْمَهْدِيِّينَ، عَضُّوا عَلَيْهَا بالنَّوَاجِذِ “Siz, Benim ve doğru yolda olan Raşid Halifeler’in yolunu yol edinin. Bu yolu, azı dişlerinizle tutar gibi sımsıkı tutun.” buyurmuş; nazarları Hulefa-yı Râşidîn’in yoluna çevirmiştir; çünkü o yol Peygamber yoludur. Hadis-i şerifteki “Azı dişleriyle tutma” tabiri, Arapça’da kullanılan bir ifade tarzı, bir idyumdur. Şu manaları ihtiva etmektedir: Benim ve Raşid Halifeler’in yolunu hiçbir zaman bırakmayacak şekilde âdeta bir kerpetenle tutar gibi sımsıkı tutun; ona sımsıkı sarılın. Sadece ellerinizle, pençelerinizle değil, azı dişlerinizle de sıkı tutun; onu elden kaçırmamaya çalışın.
*İnsanların hayatında nazarî Müslümanlığı amelî Müslümanlığa çevirmek, taklit ortamında elde edilen Müslümanlığı tabiatın bir derinliği haline getirmek Raşid Halifeler’in yolu sayesinde olmuştur. Onlar, temsillerini deyip ettiklerinin on adım önünde götürmüşlerdir. Aslında bir mü’minin bir numaralı hedefi de bu olmalıdır: Mü’min, yetiştiği kültür ortamından elde ettiği o taklidî ve nazarî imanı, amelî ve tahkikî iman seviyesine yükseltmeye çalışmalıdır.
*Bir insanın, herhangi bir araştırma lüzumu duymadan, görüp duyduğu gibi inanması ve netice itibarıyla da davranışlarını ona göre ayarlaması bir taklittir. Bu türlü davranışta muhakeme ve dolayısıyla da “ilm-i yakîn” bulunmadığından, kitlelerin akışına, hârîcî müessirlerin ağır basmalarına göre, sık sık yer ve yön değiştirmeler olabilir. Ayrıca, fen ve felsefeden gelen dalâlet ve küfran karşısında taklit Müslümanları mukavemet edemezler. Bu bakımdan da -bilhassa günümüzde- tahkîkî imana ulaşma yollarının araştırılmasına ve bu konuda insanların uyarılmasına ihtiyaç hatta zaruret vardır. Gerçek mü’min sözleriyle değil, muameleleriyle belli olur!..
*İnsanlar araştırma mevzuunda hem ciddi, kararlı ve sürekli olurlar, hem de elde ettikleri bilgileri ibadette derinleşme hesabına kullanırlarsa bugün olmazsa yarın tahkîke ulaşabilirler. Güzel davranışlar, salih ameller ve ibadetler, bir süre sonra insanın tabiatı haline gelerek onu, mücerret bilgiyle ulaşılamayan noktalara ulaştırır. Mücerret bilgi ve malûmat, insanı hiçbir zaman, amelin, yaşamanın, tecrübe etmenin ve ibadetin yükselttiği seviyeye yükseltemez. Öyleyse, vicdan mekanizmasını işlettirmek ve ondan semere almak için insan “sâlih amel”e yapışmalıdır.
*Kur’an-ı Kerim’de pek çok yerde iman ve amel-i sâlih beraber zikredilmektedir. Sâlih amel, Cenâb-ı Hak nezdinde güzel ve makbul olan iş demektir. Namaz kılmak, oruç tutmak, zekât ve sadaka vermek gibi ameller amel-i sâlihe dâhildir. İmanın tabiata mâl edilmesi ve iç derinliği haline gelmesi bu salih amellerle gerçekleşir. Hadislerde beyan edildiği üzere; “Din, muameledir”; tavırdır, davranıştır, haldir. Hatta bir ifadeye göre, “Gerçek mü’min muâmelâtıyla belli olur!” Bu biraz daha derin; yani, mü’min, alış-verişiyle, ticâretiyle, idârî hayatıyla, haram-helal gözetmesiyle, o mevzuda hassas hareket etmesiyle, şüpheli şeylere karşı da hassas yaşamasıyla belli olur.