Eşyanın Aynen Nakli | Abdullah Aymaz

Yazar Hizmetten
Sebe Melîkesi Belkıs, danışmanlarına ulularına, komutanlara ne düşündüklerine fikirlerini sorduğunda, “Onlar, şöyle cevap verdiler: Biz güçlü kuvvetli kimseleriz, zorlu savaş erbabıyız, buyruk ise senindir; artık ne emredeceğini düşün taşın.’ Melike, ‘Hükümdarlar bir memlekete  girdiler mi orayı perişan ederler ve halkının ulularını hakir hale getirirler. (Her halde)  Onlar da böyle yapacaklardır. Ben (şimdi) onlara bir hediye göndereyim de, bakayım elçiler ne (gibi bir netice ) ile dönecekler.’ dedi. (27/ 33-35) 
Hükümet işlerinde KEYFΠ İDARE yapılmamış olması övülmüştür. Onların da hemen “SAVAŞALIM” demeden, savaş olmadan bir çare bulunabildiği takdirde sevinç duyacaklarını andırır bir  şekilde  yetkileri teslim ederek ve siyasî bir takdir göstererek “Buyruk senindir” diyorlar… Kraliçe de karşıdaki gücü bilmeden yapılacak savaşın zararlarına işaret ederek bir yoklama çekmek istiyor.
Şâhı devirmek için Humeynî’nin mollaları İran halkına Kraliçenin hep bu sözlerine dikkat çekiyorlardı. Çünkü “Muhakkak ki Melikler bir şehre girdiklerinde, o memleketi bozar, perişan eder, halkın ulularını, hor ve hakir hale getirirler.” İfadesindeki “Melikler” kelimesini “Şahlar” diye tercüme edip halka “Bakınız Kur’an Şahlar için ne buyuruyor, diyerek propaganda yapıyorlardı. Şah Rıza Pehlevîyi deviren dinamikler içinde o zaman bu tesirli ifadeler de vardı.
Kraliçe mümkün olduğu kadar savaştan kaçınmak için hediyelerle bir heyeti Hz. Süleyman Aleyhisselam’a gönderdi.  Buna karşılık Süleyman Aleyhisselam da “Siz bana mal ile yardım mı etmek istiyorsunuz?  Allah’ın bana verdiği, size verdiğinden daha iyidir. Ama siz, hediyenizle böbürlenirsiniz. Ey elçi! Onlara var söyle: ‘İyi bilsinler ki, kendilerine asla karşı koyamayacakları ordularla gelir, onları muhakkak surette hor ve hakir halde oradan çıkarırız!” dedi. Sonra Süleyman müşavirlerine dedi ki: ‘Ey ulular!  Onlar teslimiyet gösterip bana gelmeden önce, hanginiz o Kraliçe’nin tahtını bana getirebilir?’  Cinlerden bir İFRÎT,  ‘Sen makamından kalkmadan, ben onu sana getiririm. Gerçekten bu işe gücüm ve güvenim var.’ dedi. Kitaptan ilmi olan kimse ise, ‘Gözünü açıp kapamadan, ben onu sana getiririm.’ dedi. Süleyman onu (Kraliçenin tahtını)  yanı başında yerleşivermiş görünce, ‘Bu, dedi, şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük mü edeceğim’ diye beni sınamak üzere Rabbimin gösterdiği lütfundandır. Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur; nankörlük edene gelince, o bilsin ki, Rabbim müstağnidir, kerem sahibidir.” (Neml Suresi, 27/36-40)
 
Süleyman Aleyhisselam’ın hediye getirenlere tehditvârî ifadelerinden sonra Kraliçe, “Durumu bilmiş! Süleyman sadece bir Hükümdar değil… Biz onun karşısında güç gösteremeyiz.” demiş ve tekrar bir elçi gönderip “Kavmimin uluları, beyleriyle huzuruna geliyorum. Buyruğunu ve davet ettiğin Dinini  görmek isteğindeyim.” diyerek yanında büyük bir kalabalıkla hareket etmiş ve o meşhur tahtını da köşklerinin en sağlam ve korunmuş yerine koydurup kapıları kilitleterek önemli bir şekilde koruma altına aldırmıştı. Süleyman Aleyhisselam, Kraliçe Belkıs gelmeden önce onu hidayete yaklaştıracak bir şeyler yapmak” istiyordu. Onun için o gelmeden önce harika bir şekilde tahtını getirtmek istedi. Çok güçlü bir cinnî bir İFRİT, “Ben onu, sen makamından kalkmadan önce getiririm” dedi. Rivayete göre Hz. Süleyman Aleyhisselam sabahtan öğleye kadar tahtında otururdu. İfrit, işte bu arada getireceğini söylüyordu. Ama KİTAPTAN  BİR  İLME  SAHİP  KİŞİ ise göz açıp kapayıncaya kadar kısa bir zamanda getireceğini söylemiş ve hemen söyler söylemez de getirmişti. “İlmün” nekre bir kelime olan “ilim” bilinmeyen meçhul bir ilimdi. Ama kitaptan bir ilim idi. Bu ilim sahibinin Süleyman Aleyhisselamın veziri Âsâf  bin Berhıya olduğu rivayet ediliyor. Ama Fahreddin Râzı Hazretleri, bu zâtın, bizzat Hz. Süleyman Aleyhisselam olduğunu bildiriyor. Ama, Muhyiddin  İbn-i  Arabî ise, Vezir Âsaf bin Berhıya’nın  olmasını Süleyman Aleyhisselam’ın büyüklüğü ihtişamı açısından daha uygun buluyor. Yani veziri bile böyle ise, Hz. Süleyman nasıl muhteşem bir zattır, bir düşünün  demektir.
Bize Âyet-i Kerimenin ifade ettiği  “Yanında Kitaptan bir ilim bulunan kişi” sözü bazı ip uçları veriyor… Peygamberlere verilen, izafe edilen mucizeler, gelişecek ilimlerin nirengi noktalara da birer işaret, birer ilham kaynağı teşkil ederler. Bu meseleyi Üstad Hazretleri Yirminci Söz’ün İkinci Makamında genişçe ele almıştır.
Biz 1995 senesinde Samanyolu Televizyonunda Kur’an Ve İlim üzerine program yaparken “Eşyanın Aynen Nakli” meselesi üzerinde duruyorduk. Programımıza Manisa’dan Celâl Bayar Üniversitesinin Fen Edebiyat Fakültesinden bir profesör de programa katılmıştı. Dedi ki: “Ben doktora çalışmamı  Kanada’da yaptım. Yanında asistan olarak çalıştığım profesör ile biz  kurşun üzerinde deneyler yaparak KURŞUN  ELEKTRONUNU  enerjiye çevirip uzaklara naklettikten sonra  tekrar enerjiden elektron haline döndürdük. Yani elektronun bir anda nakli mümkün olduğuna göre, elementlerin ve eşyanın aynen nakli de imkan dâhilindedir.” 1995’de bu deneyi bu profesör anlattığına göre, artık şimdi bu çalışmalar ne hale gelmiştir düşünelim. Kur’an-ı Kerim Yusuf Aleyhisselam’ın Mısır’dan gömleğini babasına göndermesiyle, daha gelmeden Kenan elindeki Yakup Aleyhisselam kokusunu almasıyla kokuların nakline işaret edildiği gibi tahtın bir anda nakliyle de eşyanın aynen nakline işaret edilmiştir. İlim ve fende buluşlar birbirine destek ola ola radyolar vasıtasıyla seslerin nakline insanlık şahit oldu. Televizyonlarla da görüntülerin nakline şahit oldu. Adım adım da inşaallah eşyanın aynen nakli aynen gerçekleşecektir…
Üstad Hazretleri bu meselenin değerlendirmesini yaparken diyor ki: “İşte uzak mesafelerden seslerin ve görüntülerin celbedilmesine haşmetli bir surette işaret edilip mânen deniliyor ki: ‘Ey ehl-i saltanat Tam adâleti gerçekleştirmek isterseniz. Süleyman Aleyhisselam gibi, yeryüzünü her tarafı ile görmeye ve anlamaya çalışınız.’ (…)  Cenab-ı Hak şu âyetin rumuzlu diliyle mânen diyor ki: ‘Ey Âdem evlatları!  Madem Süleyman gibi bir kuluma geniş bir mülk ve o geniş mülkünde tam bir adalet yapmak için; ahvâl ve olup biten olaylar hakkında bizzat bilgi sahibi olmasını temin ediyorum. Madem her bir insana, yaratılış itibariyle, yeryüzüne halife olmak kabiliyetini vermişim. Elbette o kabiliyete göre yer yüzünü görecek, bakacak be anlayacak istidadını da vermeyi, hikmetin gerektirdiğinden vermişim. Şahsen o noktaya yetişmezse de, insanlık nevi olarak yetişebilir. Maddî olarak erişmezse de evliya zatlarda olduğu gibi mânen erişebilir. Öyle ise bu büyük nimetten istifade edebilirsiniz. Haydi göreyim sizi, kulluk vazifenizi unutmamak şartıyla öyle çalışınız ki, yer yüzünü, her tarafı her birinize görülen, her köşesindeki sesleri size işittiren bir bahçeye çeviriniz.”
Sözler kitabı 1927’de yazılmaya başlanmıştır. Yani: Yaklaşık 90 sene önce Üstad Hazretleri MOBESE  KAMERALARINA  işaret etmiş. Yapılıp hizmete sunulmasını bu keşif ve tespiti ile arzu edip, gelecektekilere bildirmiştir.
 
Kaynak:Abdullah Aymaz | Samanyoluhaber 

Diğer Yazılar

Hizmet'e Dair Ne Varsa...

Sitemizde, tercihlerinizi ve tekrar ziyaretlerinizi hatırlayarak size en uygun deneyimi sunmak ve sitemizin trafiği analiz etmek için çerezleri ve benzeri teknolojileri kullanıyoruz. Tamam'a veya sitemizde bulunan herhangi bir içeriğe tıklayarak bu ve benzer çerezlerin/teknolojilerin kullanımını kabul etmiş olursunuz. Tamam Gizlilik Bildirimi

Privacy & Cookies Policy