Adalet: Zamanın Kalbine Yazılan Bir Yürüyüş

Yazar Hizmetten
web

Bir şehir var…
Haritada bir nokta gibi görünse de vicdanların atlasında bir adalete giden yolda mühim bir kavşaktır: Strazburg. Orada atılan her adım, adaletin nabzına vurulan bir diriliş işareti; zira bazen hak, mahkeme duvarlarında değil, onun için yürüyen insanların ayak izlerinde yankılanır.

Adalet…
Kurşun gibi ağır, kuş tüyü gibi zarif, zaman kadar eski ve gelecek kadar tazedir. Onun için yürümek bir dilek değil bir tanıklıktır ve en temel insanlık vazifesidir. Yürüyen beden değil; taşınan inanç, sessizliğe direnen ses, adalet arayanların kolektif hafızasıdır.

Mazlumiyetin Sesi: “Bizi Unutmayın”

Bu yürüyüş sadece bir eylem değil; bir hafıza çağrısıdır. Unutulmuş, unutturulmak istenen isimler için; bir annenin rüyasında sarılmayı beklediği o evlât için; zindanın demir kapısı önünde aylarca bekleyen çocuklar için; evladını son kez göremeden ahirete uğurlayan annelerin yası içindir.

Yürüyüşümüz, hukuku evirip çevirip bir silaha dönüştürenlerin karşısında hukukun kendi diliyle yapılan sessiz bir isyandır. Öfkeyle değil; özenle atılmış bir adımın yankısıdır.

Tarih, benzer bir hafıza yürüyüşünü Antigone’un ölü kardeşi için yas tuttuğu gün yazmıştı. Kralların yasaklarına rağmen kardeşine bir mezar kazmak için gösterdiği direnç sadece bir bedene değil, adalete saygının yürüyüşüydü. O sessiz başkaldırı, adalet için fısıldanan ilk cümlelerden biri olarak hâlâ yankılanıyor.

Adalet Bir Yolculuktur: Tohumdan Göğe

Adalet için mücadele etmek, toprağa düşen bir tohum gibidir. Uzun süre sessizlikte ve karanlıkta bekler ama zamanı gelince gökyüzüne uzanır. O yüzden Strazburg’daki yürüyüş, fiili dua için vaktin gelmişliğidir. Bir sabah vakti gibi… Soğuktur önce ama umut ısıtır o anları. Ve yürüyen her ayak, yeryüzüne şu mesajı yazar: “Biz buradayız. Biz susmadık. Siz de duymaktan vazgeçmeyin.”

Tıpkı Gandhi’nin tuz yürüyüşünde olduğu gibi… O uzun yolculuk, toprağın üzerindeki beyaz kristallerden çok toplumun adalete olan inancını ayağa kaldırmıştı. Yürüyen her beden, adaletin hakiki sahibinin halk olduğunu haykırıyordu.

Hz. Hüseyin’in (ra) İzinde: Direnişin Asil Duruşu

Bazı yürüyüşler vardır ki yalnızca mesafeleri değil, bir çağın utancını aşar ve çağlar ötesine taşır. Hz. Hüseyin’in (ra) yürüyüşü öyleydi. Onun adımları bir şehirden diğerine değil, hakikatten ödün vermeyenlerin yüreğiyle…  hukuku doğrayan siyasetin kalesine doğru atılmıştı.

Çölün ortasında kurduğu çadırlar birer ilke manifestosuydu. O gün sadakat, kalabalıklardan değil hakikate duyulan sadelikten doğmuştu. Ve orada hakikatin sesi kılıçla susturulmuş ama adaletin sesi duruşun asaleti ile çağların kulaklarında çınlamıştı.
Biz de 25 Haziranda, çağın Kerbelâlarında, adaletsizlikten dudakları çatlamış mazluma Âb-ı revan olmak için yola çıkıyoruz. Ve biliyoruz: “Zamanın çürümüşlüğü ancak ilkenin ışıltısıyla temizlenir…”

Hukuk İçin Hukukla Yürümek

Bu yürüyüş, sloganların ya da afişlerin arkasına saklanan kontrolsüz bir öfke değildir. Bu, hukukun susturulduğu yerde hukuk adına konuşan vicdanların yürüyüşüdür. Bizler Ahmet Altan’ın tabiriyle “hukuku cüzzamlı hastaya dönüştüren, etlerinin lime lime dökülmesine sebep olan” rejime sesleniyoruz. Adaletin devre dışı bırakıldığı yerde onu tekrar yürürlüğe koymak için yürüyoruz.

Bu yürüyüş, bir isyan değil; bir hatırlatmadır.
– Hukukun ne demek olduğunu,
– Onun nasıl esir edildiğini,
– Ve tekrar nasıl hürriyetine kavuşacağını…

Çünkü biz inandık: Adalet etkisiz hale getirilirse, kelimeler devreye girer. Kelimeler canlanırsa adalet yeniden konuşur…”

Bir zamanlar gökyüzüne doğru dimdik uzanan bir çınar gibiydi adalet. Gölgesi genişti, kökü derin, dalı uzundu… Fakat bir gün, o çınarın gövdesine usulca sarılan zehirli bir sarmaşık” belirdi. Sözde himaye eder gibi kıvrıldı önce, sonra damarlarına zehrini bıraktı. Adaletin dili tutuldu, eli bağlandı. O günden sonra adalet, kendi kökünden değil başkasının gölgesinden beslenmeye başladı. Ve biz, adaletin sesini mahkeme salonlarında değil onun için gayret edenlerin seslerinde işitmeye başladık… İşte bu yürüyüş, adalete dolanmış zehirli sarmaşığın kökünü kesmeye atılan adımlardır.

Dünya Vicdanına Açılan Bir Kapı

Strazburg, yalnızca Avrupa’nın siyasi başkentlerinden biri değil; aynı zamanda insanlığın ortak hafızasına yazılmak istenen bir kelimenin adresidir. Biz orada sadece yürümeyecek; bir çağrı bırakacağız ardımızda. Bu çağrı, tabelalara değil, kalplere asılmış bir ilan gibi:
“Zulüm, sustuğunuz kadar sürecek.
Adalet, konuştuğunuz kadar çoğalacak.”

Tıpkı Rosa Parks’ın otobüsteki o sessiz ama sarsıcı direnişi gibi…
Onun ayağa kalkmamak için oturduğu o an, bir halkın hukuk karşısında ayakta duruşuna dönüştü. Şimdi bizler, yeni çağın Rosa’ları olarak, başka bir otobüste değil; Avrupa’nın ortasında yürüyerek sesimizi duyuruyoruz.

Ve Biz…

Bugün biz,
bir çocuğun öksüz sabahını,
bir annenin gözyaşındaki titrek dua halkasını,
bir yargıcın susturulmuş vicdanını
ve bir ülkenin küresel vicdandan medet uman son bakışını taşıyoruz omuzlarımızda.

Adımlarımız, sessizliğin üzerine düşen hakikat damlaları olsun. Zira bazı yürüyüşler vardır…Yeryüzünü değil, tarihi değiştirir. Ve biz, tarihin not aldığı bir an olmak için değil, adaletin yeniden yazıldığı bir cümle olmak için yürüyoruz.

Son Söz

Adalet gecikebilir…
Ama unutulmaz.
Hakikat gölgelenebilir…
Ama kaybolmaz.

Zulüm kendini kalıcı sanabilir…
Ama ömürlüktür.
Adalet ise,
çağları aşar.

Gelin, Strazburg’da birlikte yürüyelim…
Zira bazen insan, en çok hakkı ararken insandır.

Diğer Yazılar

Hizmet'e Dair Ne Varsa...

Sitemizde, tercihlerinizi ve tekrar ziyaretlerinizi hatırlayarak size en uygun deneyimi sunmak ve sitemizin trafiği analiz etmek için çerezleri ve benzeri teknolojileri kullanıyoruz. Tamam'a veya sitemizde bulunan herhangi bir içeriğe tıklayarak bu ve benzer çerezlerin/teknolojilerin kullanımını kabul etmiş olursunuz. Tamam Gizlilik Bildirimi

Privacy & Cookies Policy