Ve bir gün, kötülüğün sarayları çökerken o yüksek duvarlar yıkılırken;
Ebu Cehil’in mirası yerle bir olurken Sümeyra’nın çığlığı duyulacak şehirlerin sokaklarında. Zira bir çocuğun gözyaşı, kötülük imparatorluğunu yıkacak en sarsıcı duadır ve onun uyanamadığı sabah, evrenin kalbine düşen en sarsıcı şikâyettir.
O sabah dünya döndü, gökyüzü masumdu. Güneş doğdu, insanlar kalktı, şehirler uyandı ama Sümeyra uyanmadı. Bir çocuk daha, sessizliğin koynunda sonsuzluğa yürüdü ve suskunluğa boğulmuş bir milletin kulaklarına ulaşamayan yokluğun boğucu sesi kaldı geriye.
Annesi cezaevindeydi Sümeyra’nın. Kardeşleri küçüktü, sorumlulukları büyük. On dört yaşındaydı. Ama bir ömrü, kırk yılın yorgunluğuyla taşıyordu.
Anne ve babasının zindana sürüklenmesinden beri çocuk değildi. Bir çocuğun boğazına sarılan devletin demir eli, onun omzuna kardeşlerini, sabah kahvaltılarını, geceleri ve korkuyu yüklemişti. O henüz ümidin ne olduğunu bilemeyecek yaştaydı ‘saçlarına yıldız düşecek’ yaşa erken ulaşmıştı.
Sümeyra, bu çağın Zeyneb’iydi. Ama bu çağda Yezid’in adı değişmişti ve o zihniyet bir makam koltuğundaydı artık… Kravatlıydı, imza atıyordu, basın açıklaması yapıyordu, Kanun Hükmünde Boykot kararlarına imza atıyordu. Zulüm eskiydi, sadece ambalajı yeniydi.
Kötülük, bu ülkenin gövdesine devlet formasıyla giydirildi. Devlet dediler, dosya getirdiler. Devlet dediler, bir gece ansızın geldiler. Devlet dediler, bir annenin çocuklarına vedasını dram değil, “güvenlik tedbiri” diye yazdılar. Bir çete, bürokrasiyi, adaleti, silahı, kamerası, dronu ve medyasıyla halkın üzerine çöktü.
Bozkırın masum evlatlarına bunlar reva görülürken o yiğitlerin komşuları akrabaları dizi filmlerine gözyaşı (!) döküyordu.
Evet…
Kimse bu zulme dur demedi.
Kimse bu kadarı fazla demedi.
Kimse bu çocuklara acımadı.
Ama tarih durmaz.
Ne Firavunlar, ne Nemrutlar, ne Ebu Cehiller sonsuza kadar hüküm sürdü.
Bir çocuk ağladı, bir Peygamber (sav) döndü ağıdın geldiği yöne…
Bir köle inledi, bir ayet indi semadan tüm taravetiyle.
Bir yetim sokağa bırakıldı, tam oradan bir medeniyet doğdu.
Asr-ı Saadet’in en karanlık gecelerinde, Ebu Cehil sabahlara kadar plan yaparken,
bir başka yerde, yetim Nebî(sav) gözlerini semaya kaldırıp şöyle dua ediyor ve:
“Beni kimseye bırakma Allah’ım…” diyerek inliyordu.
O Yetim büyüdü, dünyayı değiştirdi.
Ebu Cehil sustu, adı lanetle anıldı.
Kainata Nur Taşıyan o beşeriyetin medyun olduğu Masum (sav) konuştu, adı rahmetle anıldı yüzyıllarca.
Sümeyra, aynı yetim dualarını gönderdi göğe. Kardeşlerine anne olmuştu Sümeyra. Bez bağladı, çorba yaptı, geceleri masal anlattı. Ama kendi hikâyesi hiçbir zaman anlatılmadı. Kimse onun içinden geçen fısıltıları duymadı. Belki annesinin kokusunu özlediği için gitti.
Belki bu kadar kötülüğü taşımak istemediği için. Kelebek kanatlarını hayatın ağır yükü yırttı. Gövdesi toprağa gözyaşı gibi döküldü.
Ve o yalnız değildi.
Gazze’deki Reem’le aynı saatte ölmüştü belki.
Sincan’daki Uygur Ayşan’la aynı sabaha uyanmıştı.
Suriye’de, annesinin eteğinden ayrılmak istemeyen Omar’la aynı çığlığı atmıştı.
Ve o Ceylan’dı kör kurşunların kurbanı… yani o, bu coğrafyanın üzerine düşen ilk çocuk değildi. Ama her seferinde, ilk kezmiş gibi kanattı içimizi.
Tarihin tüm kötülükleri birbirine benzer.
Kıyafetleri, çağları, yöntemleri değişir ama niyetleri aynıdır:
Mazlumu susturmak.
Masumu korkutmak.
Çocukları yetim bırakmak.
Ve biz…
Bu ölümlerin, bu suskun çığlıkların, bu çocuklukları bir gül misali solduran ayazların önüne bir türlü geçemiyoruz. Ne kadar yazsak, anlatsak, haykırsak da… bir çocuğun uyanmadığı sabahı durduramıyoruz. Her şey elimizin arasından su gibi kayıyor. Çaresiziz. “Çaresizlerin Çaresi” Rabbimize iltica ediyoruz…
Ama yılgın değiliz. Bu bir yük ise kutsallığı kadar gayret edeceğiz ta ki adalet dünya çölüne ikindi yağmurları gibi yağana dek. Biliyoruz ki bir devrin sabahını gecede kaybolan Sümeyra’ların sesi getirecek. Ve biz bu karanlıkla boğuşurken, aynı zamanda adaletin şafağını aktif sabırla bekleyeceğiz!
Allah’ın adaleti, sadece mahkeme salonlarına sığmaz, gelir yetimin duasında gizlenir. Bir annenin zindanda yaptığı hıçkırıklı secdeye misafir olur.
Sümeyra artık yok.
Ama onun duası, onun çığlığı, onun yokluğu bizim vicdanımızda bir yara gibi duruyor. Bu yazı bir hikâye değil bir insanlık suçunun siyasetin kölesi savcılar tarafından hazırlanamayan fezlekesi olsun!..
Ve bir gün, kötülüğün sarayları çökerken o yüksek duvarlar yıkılırken;
Ebu Cehil’in mirası yerle bir olurken;
Sümeyra’nın çığlığı duyulacak şehirlerin sokaklarında.
O gün geldiğinde şöyle diyeceğiz:
Adalet, masum çocukların iniltisiyle geldi… Zira bir çocuğun gözyaşı, kötülük imparatorluğunu yıkacak en sarsıcı duadır ve onun uyanamadığı sabah, evrenin kalbine düşen en sarsıcı şikâyettir.
YAZARIN TÜM YAZILARI İÇİN TIKLAYIN