“İnsan, acıyı, suçluluğu ve ölümü olumlu bir şeye, bir başarıya dönüştürebilir” der Viktor Frankl. Bunun için gerekli olan tüm bunları doğru anlam örgüsü içinde ele alabilmektir. Şayet olayları doğru anlamlandırırsak, acılar ve hatalar bizi olgunlaştırır. Hatta ona göre acının olgunlaştırıcı ve mükemmelleştirici bir yönü de vardır. Anlam terapisi (logo-terapi) diye İsimlendirilen psikoterapi okulunun kurucusu olan Viktor Frankl insan hayatını şekillendiren temel unsurların acı, suç ve ölüm olduğu temel fikrinden hareket eder. İnsanın hayatın farklı safhalarında karşılaştığı bu problemleri aşması ve psikolojik travmalardan kurtulabilmesi için karşılaştığı her olayın kendisi için ne anlama geldiğini keşfetmesi gerekir. Frankl belirli bir anlam çerçevesi önermez. Kişinin anlamı kendisinin bulması gerektiğini öne sürer. İnsanın psikolojik problemlerle baş edebilmesi karşılaştığı acı ve kederin hayatın bütünü içinde ne anlama geldiği üzerinde düşünmesiyle mümkün olur. Bir bakıma acı ve kederini ontolojik ve metafizik açıdan anlamlandırması ya da hayatın bütünü içerisinde bir yere oturtması gerekir.
Acı, suç ve ölüm din felsefesinde kötülük problemi (theodesi) başlığı altında incelenir. Dinler de ölüm, hastalık, felaket ve suç gibi insana acı veren temel sorulara cevaplar arar. Bu bir açıdan acı ve keder sebebi olan olaylara anlam arayışıdır. Anlam arayışı insanın bireysel olarak kötülük problemini aşmasına yardımcı olabilir. Ancak bu problemin metafizik ve ontolojik açıdan da izah edilmesi gerekmektedir. Metafizik, ontolojik ve psikolojik seviyeler birbirini tamamlar. Bundan dolayı Bediüzzaman Said Nursi’nin eserlerinde kötülük problemini metafizik, ontolojik ve psikolojik açıdan ele alır. Mesela ölümü anlatırken, ölüm sonrasının bir yokluk olmadığını ebedi hayatın ölümden sonra başladığını ifade ederek, ölümün bir ebedi hayata geçiş kapısı gibi olduğunu söyler. Ayrıca ölümün ontolojik açıdan bir yokluk, çözülme ve bozulma durumu olmadığını, hayat kadar ölümün de bir gerçekliği bulunduğunu ifade eder. Ona göre ölüm, negatifi olarak var olan bir şey değil -her ne kadar biz öyle algılayabilsek de- ölüm bizzatihi var olan bir varlığa sahiptir; bundan dolayı da Allah Teala’nın Muhyi sıfatı gibi Mümit (öldüren) sıfatı vardır. Hayatı ve ölümü yaratan O’dur. Ölüm sonsuz bir yokluk yani idam değil, aksine ebedi varlık kazanma ve sonsuz bir hayatın başlangıç noktasıdır. İnsan ölümün anlamını doğru kavradığı zaman onun yüzüne gülümseyerek bakabilir. Nitekim Bediüzzaman ölümü “Sizlere müjde! Ölüm idam değil, sönmek değil, yokluk değil, tesadüf değil, failsiz bir çöküş değil; bilakis Hakîm ve Rahim bir Yaratıcı tarafından bir terhistir, bir tebdil-i mekandır, ebedi saadet yurduna, asli vatana bir sevkiyattır” diye açıklar. Hasılı ölüm, insanın gözünün önünde duran ve sürekli birilerinin asıldığı bir darağacı değil, ebedi alemlere açılan bir geçiş kapısıdır.
Kötülük problemini aşmak, bireysel açıdan olduğu kadar toplumsal açıdan da zordur. Toplumun her kesimini kuşatan tabii afetler, hastalıklar, savaşlar ve benzeri acı ve keder kaynağı olayları aşmak da oldukça zordur. Bu tür olaylar da toplumsal travmalara yol açar. Ayrıca bir grubun, cemaatin ya da hareketin topluca maruz kaldığı baskılar ve acılar da grup üyeleri arasında ciddi psikolojik problemlerin yaşanmasına sebep olabilir.
Tarihte karşımıza çıkan ihtilaf ve tefrikaların birçoğu büyük siyasi krizlerin ve acıların arkasından ortaya çıkmıştır. Zira insanlar, büyük acılara farklı perspektiflerden çözümler üretmişlerdir. Bazıları yalnızca metafizik açıdan yaklaşmış, kimi ontolojik kimi de psikolojik açıdan acıyı ve kötülüğü açıklamaya çalışmıştır. Halbuki her üç alanı birden dikkate almadan kötülük probleminin kapsayıcı bir çözümüne ulaşmak mümkün değildir. Ayrıca kişinin bireysel olarak karşılaştığı acıları ve sosyal acıları her iki düzlemde açıklayabilmesi gerekir. Aksi takdirde bir kişi bireysel acısına katlandığı halde toplumu ya da ait olduğu grubu suçlamaya devam edebilir ya da tam tersi bir durumla karşılaşmak da mümkündür. Her iki durumda da acı ve kederden kurtulmak mümkün değildir. Bundan dolayı son yıllarda yaşanan bireysel ve sosyal ölçekteki acılar karşısında sağlıklı bir duruş geliştirmek için kötülük probleminin çok boyutlu ele alınması gerekmektedir.
Özellikle bir dini harekete mensup insanlar hem bireysel açıdan hem grup olarak hem de ülke siyaseti açısından üç katmanlı bir acı sarmalıyla yüzleşmek zorundadır. Bu girdaptan çıkabilmek için çekilen acıları yalnızca tek bir perspektiften değil metafizik, ontolojik ve psikolojik açılardan ele alarak anlamlandırmak gerekmektedir. Acıyla yüzleşmekten kaçmadan, acıyı doğru anlamlandırabilirsek, yine Viktor Frankl’ın dediği gibi “Acı içinde bile olgunlaşır, onunla büyürüz; bu bizi daha donanımlı ve daha güçlü yapar”.