Yamanlar Koleji mezunu bir okuyucumuz tarafından gönderilen yazıyı istifadelerinize sunuyoruz.
Ansızın bir haber geldi “Hocaefendi programına tüm dünyadaki arkadaşlar davetli” diye… Çok ilginç! 30 yıldır bu kadar büyük kalabalık bir görüşme yapılmamıştı.
Benim yaş grubumdakiler vaaz dönemine yetişemedi ama hep dinledik, yollar kilitlenir, onlarca kişi girişleri kontrol eder, insanlar bir gece önceden veya sabah namazından itibaren vaazın olacağı camiye girer beklermiş.
Yine toplu görüşmelerden FKM’yi de kasetlerden bilirim, ona da katılamadık zira yaşımız küçüktü; belki 20 kez seyretmişimdir ‘keşke orada olsaydım’ diyerek. 94-95 Yamanlar konferanslarında da yoktu bizim dönemler; ağlaya ağlaya titrek sesle şiir okuyan, Hocaefendi’ye hediye taktim eden o zamanın genci ağabeyleri seyredip hep iç çekerdim. Toplu görüşmelerin ne vaazlar kısmına ne de konferanslar kısmına yetişemedim…
Vakıa, sonraları ‘kendisini’ görmek, dizinin dibinde oturmak çok kereler nasip oldu. Çok nadir kızgın anlarını, bazen neşeli anlarını ama çoğunlukla hüzünlü anlarını görmek nasip oldu. Birçoklarının olduğu gibi benim de ‘kendisi’ ile iken geçen zaman dilimine ait hatıralarım kendine has hisleri, kokusu, iç kıpırtısıyla hafızamın en mutena köşesinde kayıtlı…
Bu seferki toplu görüşme ilginç olacaktı; gelecek onbinlerce kişi nereye sığdırılacak, güvenlik önlemleri nasıl alınacak, girişler çıkışlar nasıl olacak, kim konuşacak kim ağlayarak şiir okuyacak, kim çiçek kim hediye taktim edecek, ve en önemlisi “kendisi” ne anlatacak…? Kafamda bir sürü soru ile JFK’e vardım; oradan Penn Station, oradan Newark. Sağolsun arkadaşlar gelip aldılar…
Herkeste hafif bir hüzün ama net bir sukunet; bende gerginlik, biraz hüzün ama bolca heyecan! Yaklaşık 3 yıldır görmediğim “kendisi” ile ani bir toplu görüşmede, hem de yetişemediğim vaaz dönemi, FKM’ler ve Yamanlar konferanslarından daha büyük toplanmada buluşacaktım!
Ben heyecanla ‘sabah namazını kılıp çıkalım’ dedikçe yanımdakiler acele etmemem hususunda telkinde bulundular. Ama ne fayda! Kafamda aynı sorular dolaşırken QR kodlar geldi, toplanma adresi atıldı, girişle ilgili bilgiler geldi! Harika! Vaazlar, FKM, Yamanlar.. derken bu sefer Amerika’da bir stadyum’da olacağız!
Sabah namazı sonrası giyindim kuşandım, sakal bıyıklar düzeltildi, kokular sürüldü, saçlar tarandı; eşlik edecek ekibe rahat vermeyip erkenden çıkardım yola. O güzergahta araçlardan her 5 taneden biri ‘bizimkiler’ neredeyse… Trafik açık, az tıkanma olunca hemen mesafeye bakıyoruz; çünkü baştan yanımdakilerle anlaşmışım ‘hareket edemeyecek bir tıkanıklık olursa, ben karışmam, inerim, koşa koşa giderim, bu seferki toplu görüşmeyi kaçıramam’ diye!
Çok şükür sorunsuz vardık, sıraya girdik, ‘iyi ki erken gelmişiz’ diye diye sırada ilerledik. 10-20-25 yıldır görmediğim dostları gördüm sırada ve içerde. Sahaya girdik, ‘kendisini’ net görebileceğim bir yer olmalıydı, tam karşıdan olmasa da hafif yandan görebileceğim bir yere geçtik. ‘Kendisini’ ilk ziyarete gittiğimde sürekli birinin arkasından bakmıştım çaktırmadan mübarek yüzüne, bana doğru bakınca da hemen kafamı eğip gözgöze gelmekten kaçınmıştım; yine öyle bir nokta buldum ve oturdum.
Harika Kur’an tilaveti yapan kaari’lerden biri bitiriyor öbürü başlıyordu. FKM ve Yamanlar konferanslarında titrek ve ağlayan sesiyle programı sunan, şiir okuyan gençler sahnede yoktu, onun yerine 40-50 yıl ‘kendisine’ yoldaşlık yapmış ‘abiler’ vardı. Sahnede ‘kendisinin’ ingilizce eserlerinden parçalar okumak üzere ‘Scott abi’ dedikleri biri vardı; 30 yıl sonraki toplu programda artık ‘ingilizce pasajlar’ ve ‘Türk olmayan’ abiler vardı!
Hanım katılımcılar için ayrılan yer de tıklım tıklım doluydu; katılımcılar arasında 10 yaşlarından itibaren gençler vardı; özellikle 20 yaşlarındaki gençlerin sayısı hiç de az değildi. Program akarken “büyüğümüz birazdan teşrif edecekler, lütfen sükunetimizi ve sakinliğimizi koruyalım” anonsu geldi. Bir müddet sonra da “kendisi” içeri giriş yaptı! Vaaz kayıtlarından izlediğimiz gibi ‘mahcub, utangaç, tevazusu taşa taşa’ geldi, yavaşça ilerledi, ‘kendisine’ ayrılan yere kadar eşlik edildi ve o ‘ayrılan yerde’ durdu. Heyecan dolu kalpler, kurumuş dudaklar, doyasıya bir bakabilmek için yüreği kıpır kıpırlar olarak tek yapabildiğimiz birazcık ayağa kalkıp ‘kendisini’ az daha fazla görebilir miyiz çabasıydı.
Üstüne başına çok dikkat eden ‘kendisi’ bugün yeşiller içindeydi, Kabe’den ve Üstad’dan tevarüs ettiğini bildiğimiz yeşiller vardı üzerinde. Halbuki yeşil giymeyi çok tercih etmezdi ama bugün için yeşiller tercih edilmişti. Acaba ne anlatacaktı? Gelenlere ve geleceğin nesillerine nasıl bir mesaj verecekti? Bir şeyler anlatacaktı o kesin, yoksa apar topar onbinleri buraya toplayıp 30 yıl sonra bir toplu program yapılmazdı!
Kur’an tilavetleri, sahnedeki ‘abiler’in gözü yaşlı konuşmaları, Scott Abi’nin okumaları… ‘Kendisi’ hep sessiz kaldı, hiç konuşmadı! Bu kez de sükutun çığlıkları ile bir şeyler anlatacaktı sanırım. Ardından öğle namazı ve Suat Yıldırım Abi’nin kıldırdığı kısım… “Kendisi” yine sessiz kaldı, sükutla duruyordu ‘kendine ayrılan’ yerde, üzerinde yeşiller çok tercih etmediği üzere…
Sonra bir anons hıçkırıkla dolu bir sesten “Hocamıza hakkınızı helal edin”! Bütün stad sessiz derinden “helal olsun” dedik, ne diyeceğiz ki? Niye helal etmeyeceğiz ki? Hem nedir bu yeşil örtüler, helalleşmeler? ‘Kendisine’ mikrofon vermemeler, ‘kendisinin’ sessiz kalması…?
Daha sonra kendisini stadyumdan çıkardılar, onbinlerce kişinin hasret dolu bakışları, sükunetli edepli tavırları arasından geçirerek… Herkesin içinde bir şey vardı sanki, söylemek haykırmak istiyorlardı da ‘kendisinden’ öğrendikleri edeple tutuyorlar gibiydi. Kendime baktım; ben 30 sene önce kaçırdığım toplu programların telafisi için ‘kendisini’ görmeye ve dinlemeye gelmiştim…
Program sonrası NJ’e döndük, güzel havada sorunsuz geçen programın kritikleri ile tamamladık günü. Aklımın hafta başından beri kabullendiği ve rahat oldugu ama kalbimin bir türlü kabullenemedi bir şeyler vardı; garip bir uyumsuzluk, içimi daraltan bir his… Tam oturmuyordu his dünyamda. Sabah namazına uyandığımda “erkenden ziyarete gelebilirsiniz” mesajını gördüm; namazı kılıp hemen yola çıktık.
Kampın girişinde bu kez telefonlarımızı almadılar önceki ziyaretlerin aksine. Ziyaret için sıraya girdik; her ziyaretimde ilk karşılaşma anlarında hep olduğu gibi kalbim kıpır kıpırdı. Bu kez binanın içinde değil dışarıda ‘kendisi’ için ayrılan yerde görecektik. Gelenleri yüzü kıbleye, kampın giriş kapısına dönük şekilde karşılıyordu. Önceki ziyaretlerde geldiğim ülkenin ‘kendisindeki’ özel yerini de kullanarak bazen de münasebetsizce gece herkes dağıldıktan sonra yatsı namazı için ‘yanına’ gider, pijamalı halini görür, “şöyle bir sarılıversem” hisleriyle yatmadan önceki anlarında biraz daha özel muhabbetlerine şahitlik ederdik. Fakat ilk kez ‘kendisini’ uzanırken görüyordum; yüzü kıbleye dönük, girişten gelenleri görecek şekilde uzanıyordu. Stadyumdaki yeşiller üzerinden alınmış, kırmızı beyaz çiçeklerle örtünmüştü.
Ziyarete gelenler çok olduğu için 1-2 dk içinde ayrılmak gerekiyordu; ama benim soracağım çok sorularım vardı! Ayrılıp tekrar sıraya girdim, yine aynı döngü… Kahvaltı salonunda mütevazi kahvaltıyı yapıp tekrar sıraya girdim, yine aynı döngü… Eski binaya çıkıp bütün odaları dolaştım, göle gittim, misafir evleri arasında yürüdüm; yeni binaya geçip büyük sohbet salonuna çıktım. O salonda ‘kendisini’ bekler, sağlığı müsaade edip de salona gelirse büyük bir sürurla izlerdik. Koltuğu boştu, bu kez dışarda karşılıyordu misafirlerini.
Yamanlar yıllarımda 5.katın kapısını açık görünce kimseye yakalanmadan gizlice çıkar, oradaki sohbet salonuna, kütüphaneye bakar, ‘kendisinin’ odasını görmeye çalışır, sonra da bu zıpırlığımızı haftalarca anlatırdık. Bu kez kamptaki binada büyük salonun girişinde ‘kendisinin’ odasına giden kapıyı zorladım 12-13 yaşlarındaki ben olarak aynı zıpır hislerle…Kapı kapalıydı! Hem açık olsa ne olacak, ‘kendisi’ zaten dışarda idi…
Dönüş uçağımın saati yaklaşmış, her seferinde olduğu gibi ‘kendisinin’ yanından ayrılacak olmanın hüznü çökmüştü. Her ziyarette olduğu gibi gitmeden son bir görüşme ile müsaade alacaktık ‘kendisinden’. Tekrar sıraya girdim, sıra bana gelip yanına vardığımda bu kez daha tok bir ses “11 ihlas 1 fatiha okuyup” ayrılalım dedi. Nasıl yani? Yüzü girişe dönük, uzanır şekilde, üstünde kırmızı beyaz çiçekler olan ‘kendisi’nin baş ucunda bir tahta üzerinde “El Baki Hüvel Baki – M. Fethullah Gülen – 1938-2024” yazıyordu… Nasıl yani…?
Hafta başından beri aklımın kabullendiği, buna göre kararlar aldıran, uçakla alel acele beni oraya getiren; ve fakat kalbimin bir türlü kabullenmediği bana uyuşmazlık yaşatan o gerçek adeta aklımdan çıkıp bütün vücudumu dolaşıp kalbimin, kalp dünyası neyse onun tüm derinliklerini sarıverdi bir anda!!! Baki olan ancak Allah’tır, ‘kendisi’, Hocam, Hocamız, Hocaefendi vefat etmiş, ‘kendisine’ yakışır tabirle ‘ruhunun ufkuna yürümüş’!
Sormak istediğim sorular, hatıralarım, “kendisinin” benim aynamdaki yansımaları, mahcubiyetlerim, güzel haberlerim, gelecekle ilgili beklentilerim… Hepsi aklımdan, zihnimden, kalbimden çıkıp kucağıma boca edilivermişti. Kucağıma boca edilivermiş taşıması zor, bırakamayacağım, bir küçük parçasını bile kaybedemeyeceğim bütün o yüklerin ağırlığıyla 11 İhlas 1 Fatiha süresi uzadıkça uzadı, ama o süre de bitti! O yüklerle oradan ayrılmadan önce yolculuk öncesi bana emanet edilen selamlar aklıma geliverdi. Alilerin Muratların, Choi’lerin Zhang’ların, Tr’dekilerin, koşturan 16-25 yaş arası gençlerin selamlarını iletiverdim bir çırpıda Rabbim’in ulaştırmasına emanet ederek…
Dönüş yolunda, kalbimde oturmayan şeyler acıtarak da olsa yerlerini almaya başladı. ‘Kendisinin’ son görüntülerinde “Çizgi korundu. Berhudar olun” sözleri, ani bir haberle heskesin davet edilmesi; alışık olmadığımız şekilde üzerinde gördüğümüz yeşil örtüler; onca seveni toplanmışken ‘kendisinin’ tek bir söz söylemeden sükut ile konuşması; kampa geldiğimizde hiç görmediğimiz haliyle bizi uzanmış şekilde kapıda karşılaması; üzerindeki kırmızı beyaz çiçekler… Vaazlar, FKM, Yamanlar konferanslarından 30 yıl sonra bu kez Skylands Stadium’da böyle büyük bir kalabalık ile toplu program…
Hocaefendi ruhunun ufkuna yürümüş, fiziki varlığıyla aramızdan ayrılmıştı. Son toplu programdan Rabbimiz ve ‘kendisinin’ ruhu memnun kalmıştır umarım. Yakalayamadığım toplu programlardan sonra ‘kendisinin’ de olduğu katılabildiğim ilk toplu program ‘kendisinin’ cenazesiymiş meğer! Sorularım…? Sorularımın cevabını bulmak kendisinin ses kayıtlarında, videolarında ve yazılı eserlerinin satır aralarında aranmak üzere bana miras kaldı.
Kaldığım ülkeye dönerken uçakta, havaalanında, trende bu yeni döneme girişin getirdiği hisler ve kafamda dönüp duran onlarca konu, söylenebilecek söylenmesi gereken yüzlerce şey dolaşıp dururken kulaklarımda ve ‘yeni dönem’ düşüncelerinin arka fonunda nedense ‘kendisine’ ait iki cümle yine ‘kendisinin’ sesiyle sürekli yankılanıp duruyordu: “Çıktık dikenli yollara, söz verdik Allah’a, geriye dönmeyeceğiz” ve “gelecek sizlere emanet, insanlığın size ihtiyacı var”.
Eve vardıktan bir kaç saat sonra, bulunduğum yerdeki gençlerle toplantım vardı. Gençler “yorgunsunuzdur, erteleyebiliriz” diye nezaketlerini dile getirseler de kabul etmedim; edemezdim. Zira ‘yeni dönemi’ omuzlarında bayraklaştıracak olan ve bizim çok ötemizde işler çıkartacaklarına inandığım bu gençler için bizim yapabileceğimiz en önemli şeyin “hizmet değerlerini” doğru ve tastamam şekilde onlara ulaştırmak olduğunu düşünüyordum. “Nefis cümleden edna, vazife cümleden ala” sözünü açıklamak için bundan daha iyi bir fırsat olamazdı!
Toplandık; karşımda gözümün içine çakmak çakmak bakan 20 genç, cenazeyi canlı takip etmiş olmalarına rağmen ağzımdan çıkacak sözleri bekliyorlardı. Yukarıda klavyemden dökülen kırık dökük cümleleri onlara aktardıktan sonra kulağımda ‘kendisinin’ sesi olduğu üzere boğazımda düğümlenerek şunları diyebildim: “gelecek sizlere emanet, insanlığın size ihtiyacı var”!
Sonra emanetçi olarak kendi sesimle devam ettim “Hocaefendi vefat etti, bize şanlı bir miras muhteşem bir know how bıraktı! İşimize bakacağız, o yüzden gündemlere geçelim”…
NOT: Alışılmış jargonla gençlere “çay koy keçeli, yeniden başlıyoruz” diyecektim ama gençler çayı da her şeyi de hazır etmişlerdi! Sanırım bana-bize sadece devam etmek düşecek!!!