Bir okuyucumuz tarafından gönderilen yazıyı istifadelerinize sunuyoruz.
Söze nasıl başlayacağımı bilmiyorum. Böylesi bir yazıyı yazmaya layık mıyım onu da hiç bilmiyorum. Gurbet içre gurbetin ruhuma değdiği noktada tıkandım. Birkaç satırla da olsa nefes almak istiyorum.
Hep uzaklar biliriz gurbetin geçtiği yeri. Birbirini sevenlerin ayrı düştükleri ya da büyüklerimizin tabiriyle anlaşılmadığın yerdir gurbet. Bu hafta benim ve çokları için çok zor geçti. Kıymetli büyüğümüz Hocaefendi’nin vefatı sonrası gördüm ki; meğer bir damla gözyaşını akıtacak yer bulamamanın adı da gurbetmiş.
Şahsım adına rahle-i tedrisinde oturarak, bahsi geçen öğrenci evlerinde bulunarak ya da üniversite geçmişi olan biri olarak tanımamıştım onu. İsmini duymuşluğum vardı sadece. Çocukluktan kalma tamamen cahilce, yobazca söylenen din soslu korkutmaların ve tehditlerin hiçbiri yoktu onun ikliminde. Hayatımda ilk defa beni Allah (azze ve Celle)nin azabıyla, din ile korkutmayandı o. “Allah taş eder sizi, Allah yakar sizi” demeyişi çekmişti ilk dikkatimi. Bir de kendinden hiç bahsetmeyişi… Allah’ın razı olduğu bir kul olma sevdası Kur’an ahlakını tasviri, Efendimiz’in (sav) hayatı, sünnet-i seniyelerini, tavsiyelerini, benim kalbimi tatmin edecek derecede anlatım şekli ona saygımı artıran en baş etkenlerdi. Beni onu dinlemeye sevk eden kendisine itaate değil Allah’a itaate çağırması; Kur’an’a ahlakınız, namaz hayatınız, Efendimiz (sav) rehberiniz olsun teşvikiydi. Bu nedenle sevmiş ve benimsemiştim O’nu ve yolunu. Ölçü ve yoldaki ışıkları mantığıma uyduğu, yetiştirildiğim toplum terbiyesine yakın olduğu için belki de. Şahsına değil, öğretilerine olan hayranlığım sevgi ve saygısının içimde yer etmesine sebepti. Hem zaten insan kalbine yakın hissettiği yeri, kişiyi ve öğretiyi benimseyip sevmez miydi? Herkes aynı kaynaktan beslenip, aynı yoldan gitse hayatın renkleri nasıl farkedilebilirdi ki? Farklılıkları kabullenmede renk körü olmayı da ilk o öğretmişti. Amasız fakatsız yol yürümeyi…
Fani dünyadaki sayılı nefesler tükenmiş, vuslat vakti gelmiş ve aramızdan gidivermişti. Duydum… Duyduğum ilk an evimde bile değildim birkaç damla yaş süzüldü fakat ağladığımı zift mefyasından beslenen anne babamdan gizlemem gerekiyordu. Sildim gözyaşlarımı çıktım odadan. “Hocanız ölmüş” dedi babam. “Bir gün hepimiz öleceğiz baba” deyip kestim sesimi. Evime geçtiğimde sıra ev sahibine gelmişti. “Ölmüş” dedi ona da aynı cevabı verdim “hepimiz öleceğiz” dedim. “Orda versin hesabını” deyince “hepimiz orada hesap vereceğiz” diye cevap verdim. Postuna kim oturacak bakalım diye mırıldanınca, “post sahipleri belli dikkatli bakarsanız görebilirsiniz” deyiverdim. “Mirası nasıl paylaşılacak bakalım” dedi bu sefer. “Onun mirası var mıydı ki” deyip sustum… sustum… yutkundum ve yine sustum.
İşte o vakit bir daha anladım; anlaşılmadığın her yer ve yürek gurbet demekmiş. Acın varken acını yüreğine gömüp tek söz söyleyememekmiş gurbet. “Onun mirası yedi renk yedi kıtaya dağılan okullar ve oradan yetişen çocuklar; ondan bize kalan sevgi, hoşgörü, kardeşlik köprüleri…” diyememekmiş. Sizin nefeslerinizle zehirlediğiniz dünyada sulh atmosferi oluşturan nefes verenimizi kaybettik” diye haykıramamakmış.
Yolunu kaybetmiş insanlığa sünnetin geniş caddesini göstererek koyduğu yol işretleri ile ahiret yolculuğuna bizleri hazırlayan zatı kaybettik diyememekmiş. Kendi öz vatanından sürgün edildiği diyarlarda üniversitelerde adına kürsü açılan, öğretileri ile tüm dünyada kabul gören ve örnek olan Büyüğümüzü kaybettik diyerek, gözyaşlarını içine akıtmakmış gurbet. Belki saatlerce, günlerce konuşmak, anlatmak, ağlamak istediğin yerde ona galiz ifadelerle küfredilmesin diyerek gözyaşlarını silip, dimdik bir duruş sergileyebilmekmiş gurbet. Acım var deyip acını dahi paylaşacak birilerinin yanında olamamak, tutacak bir el, sığınacak bir yürek, yaslanacak bir omuz bulamamakmış gurbet…
Aynı evin içinde, dışarıda, sosyal hayatta, zift medyasından beslenen toplumun etkisinde kalan evladından gizlemekmiş acını… Ve dayayıp başını dizlerine sarılıp sırdaş bilmekmiş yastığını. Gizlenmekmiş gözyaşlarınla gecelere sessizce.
Ardı sıra dualarını göndermekmiş kimseler duymasa bile. Onu bu dünyada çok incittiler Allah’ım toprağı onu incitmesin diye.