Yolumuz Meriç
Ölüm şehvetinde azgınlaşan sular,
Ağzında cellâtların salyaları ,
Yatağına uzanmış bakıyor,
Yüzü kızarmış bakışsız bir ateş,
Meriç, Zunavas’ın açtığı hendek,
Katil gözler en masum olanları kovalar,
Çaresizlik hiç durmadan peşimizde,
Düştüğümüz nehir, sarıldığımız yılan ,
Mecburiyetin elleri ,
İtiyor bir bir mumdan tekneleri,
Akan lavlar…Dalgalar, dalgalar…
İmdat çığlıkları, beynimizi yiyen kargalar,
Anne kucağında dile geldi bir bebek,
Haykırdı genzindeki suyu temizleyerek,
“Anne,hak üzeresin, sık dişini”,
Bu ateş yakmaz bizim tenimizi ,
Yıkasın bırak sular kefenimizi,
Sahil-i selamete nefessiz erelim,
Diyerek yiğitçe,
Ölü suyunda yıkanmış şehitçe ,
Sularda kubbelenen türbelerde,
Bir kehribar bağrında yaşayacak gibi,
Habbeler içinde ,
Gidiyoruz İşte!
Acele acele kaynayan gemsiz sularda,
Geçemeden öz yurdumuzdan,
Dönemeden öz yurdumuza ,
Bağlanıyor taşlar bir bir ayağımıza,
Mahşer, herkes canıyla pazarlıkta,
Sineler tutuşmuş tenler üşümekte,
Eller ağır, ağırlaştıkça canlar,
Uzandıkça kısalıyor kollar,
Buluttan tutunmak isteyen bir el,
Yükseldikçe arşa feryadımız,
Sular hep ayaklardan yakalıyor gövdeyi,
Nuh Tufan’ından bir heykel,
Uzanabildiği kadar yükseğe uzanmış bir anne,
Analığın anıtını dikiyor Meriç’e,
Avuçlarından alnına dökülen umut,
Parmak uçlarındaki tek nefesli çocuk,
Bırakıp onu kansız bir maziye,
Binip cansız, omurgasız bir gemiye,
Gidiyoruz işte!
Hizmetten | Yusufkar