Ye’se kapılmamak lazım! | M.Fethullah Gülen Hocaefendi

Yazar Editör

Bence, ye’se kapılmamak lazım. Çünkü tarihi tekerrürler devr-i dâimi içinde hadiseler, hep böyle cereyan edegelmiş. Mehmet Âkif, “Kânun-i İlâhî, göreceksin ki, değişmez.” diyor; göreceksin ki, değişmez âdet-i İlahî. Eğer değişseydi, Ulû’l-azim Peygamberler hakkında değişirdi. “Diğerlerini bırak!” sözü ile demeyeceğim, onların hepsi başımızın tacı; fakat şimdilik bahis-mevzuu etmeyelim onları. Hazreti Nuh (aleyhisselam); Kur’an, Ulû’l-azim peygamber olarak ifade buyuruyor mu, buyurmuyor mu? Hazreti İbrahim (aleyhisselam), Hazreti Musa (aleyhisselam), Hazreti İsa (aleyhisselam) ve medâr-ı iftihar, şeref-i nev’-i insan, ferîd-i kevn u zaman, Hazreti Ruh-u Seyyidi’l-Enâm, Hazreti Muhammed Mustafa (sallallâhu aleyhi ve sellem). Şimdi -zannediyorum- Alvar İmamı’nın ifadesiyle, “İnsanlığın İftihar Tablosu’nun başına gelenlerin onda biri eğer sizden birinizin başına düşseydi, araya kılıç girerdi!” Ne demekse?!. Ona (Alvar İmamı’na) göre böyle; ben bunu, kulaklarımla duymuştum. Fakat çevirip şöyle diyeyim; “O’nun (sallallâhu aleyhi ve sellem) başına gelenler, Everest tepesinin başına inseydi, o tepe Lût gölünün dibine dönerdi!” Evet, O’na her şeyiyle medyunuz. “Medyûndur o ma’sûma bütün bir beşeriyyet / Yâ Rab, bizi mahşerde bu ikrâr ile haşret.

Hazreti Nuh, katlanmış. Bir yerde iş son kerteye gelince, رَبِّ إِنِّي مَغْلُوبٌ فَانْتَصِرْ “Rabbim, ben mağlup oldum, ne olur bana yardım et!” demiş. Arz-ı hâldir, bu. “Allah’ım! Yenik düştüm. Ne olur, nusretin! Nusretin!..” Tabiatıma mal edeceğim nusretin. “İfti’âl” kipinden alacak olursanız; “Tabiatıma mal edeceğim nusretin, Allah’ım!” O zaman, “Nâçâr kalacak yerde / Nâgâh açar ol perde / Dermân olur her derde / Mevlâ görelim neyler / Neylerse güzel eyler.” (Erzurumlu İ. Hakkı hazretleri) Hazreti Nuh, رَبِّ إِنِّي مَغْلُوبٌ فَانْتَصِرْ deyince, Cenâb-ı Hak, “o sebeple” mi, fâ-i sebebiyye veya “onu müteakip” mi, fâ-i tâkibiyye şöyle buyuruyor: فَفَتَحْنَا أَبْوَابَ السَّمَاءِ بِمَاءٍ مُنْهَمِرٍ * وَفَجَّرْنَا الْأَرْضَ عُيُونًا فَالْتَقَى الْمَاءُ عَلَى أَمْرٍ قَدْ قُدِرَ “Biz de (duasını kabul buyurup), göğün kapılarını açtık da, sular boşalmaya durdu. Yeri de göz göz yarıp, suları fışkırttık. Nihayet, (gökten boşalan, yerden fışkıran) sular, takdir buyurulan işin yerine gelmesi için yükselmesi gereken noktaya kadar yükseldi.” (Kamer, 54/11-12) Gökten boşalan, yerden fışkıran… Bunlar iltika edince, bir araya gelince, yeryüzü -bir yönüyle- seylaplara yenik düşüyor.
Ancak onun (Hazreti Nuh’un) “sefine-i necât”ına binenler kurtuluyor, ona inananlar kurtuluyor. Hazreti İbrahim, nâr-ı Nemrud’a atılıyor. Hanginiz nâr-ı Nemrud’a atıldınız? Hazreti Musa -haşa ve kella- bir mücrim gibi adım adım takip ediliyor. Adım adım, tâ zalimler denizde, deryada boğulacakları âna kadar. Seyyidinâ Hazreti İsa (aleyhisselam), yine o Ulû’l-azim peygamberlerden. Nâsıralı genç. Kaçamak, oradan oraya seyahat ediyor; orada burada nasihat ediyor; adım adım takip ediliyor. En sonunda kaldığı yeri keşfediyorlar. Bir dönemde sizin evleri keşfedip baskınlar yaptıkları gibi… Şimdi evleri keşfedip, miting meydanlarında “Tanıdıklarınızı haber verin, baskını biz yapalım. Tanıdıklarınızı haber verin, baskını biz yapalım!..” dedikleri gibi. Aynen öyle… Onların sayılarının yedi olduğu söyleniyor; yedi midir, esasen? Kur’an-ı Kerim, sayıları mevzuunda,“(Ashab-ı Kehf ve kıssasının verdiği dersler üzerinde düşüneceklerine, insanlar bizzat hadise üzerinde yoğunlaşıp ayrıntılara girecek ve) kimisi, ‘Üç kişiydiler, dördüncüleri köpekleriydi.’ diyecek; daha başkaları, ‘Beş kişiydiler, altıncıları köpekleriydi.’ diyeceklerdir.
Bunların yaptıkları, gaybı taşlamaktan ibarettir. Bazıları da, ‘Yedi kişiydiler, sekizincileri köpekleriydi.’ diyecektir.” (Kehf, 18/22) dedikten sonra, “(Rasûlüm,) de ki: ‘Onların kaç kişi olduğunu Rabbim daha iyi bilir. Onlar hakkında sağlam ve doğru bilgi sahibi çok az insan vardır.’ Dolayısıyla, onlar hakkında bilinen gerçeklerin dışında herhangi bir kimse ile münakaşaya girme; onlar hakkında tartışanlardan da herhangi bir şey sorma.” (Kehf, 18/22) buyuruyor. Her dönemde bunlar olacaklarına göre, bence, işte bu kadar da olabilir. Dünyanın değişik yerlerinde de böyle olabilir. Ve bunların hepsi, değişik dağların tepelerinde/zirvelerinde Sevr Sultanlığına sığınmış gibi, Hira Sultanlığına sığınmış gibi, Allah (celle celâluhu) onların “ruh-i hayvânî”lerini alır, “ruh-i insânî”leri ile, وَنَفَخْتُ فِيهِ مِنْ رُوحِي (ona ruhumdan üfledim) (Sâd, 38/72) hakikatine bağlı ruh-i insânîleri ile, onları devam ettirir.
Bu video 06/08/2017 tarihinde yayınlanan “SÜFYÂNİYET ÇAĞI, TOPLUMSAL CİNNET VE HUKUK MÜCADELESİ” isimli bamtelinden alınmıştır. Yayının tamamını buradan izleyebilirsiniz:https://herkul.org/bamteli/bamteli-su…

Diğer Yazılar

“Aç açabildiğin kadar sineni ummanlar gibi olsun. Kalmasın alaka duymadığın ve el uzatmadığın bir mahzun gönül”

 

M.Fethullah Gülen

Bu Sesi Herkes Duysun Diyorsanız

Destek Olun, Hizmet Olsun!

PATREON üzerinden sitemize bağışta bulanabilirsiniz.

© Telif Hakkı 2023, Tüm Hakları Saklıdır  |  @hizmetten.com 

Hizmet'e Dair Ne Varsa...

Sitemizde, tercihlerinizi ve tekrar ziyaretlerinizi hatırlayarak size en uygun deneyimi sunmak ve sitemizin trafiği analiz etmek için çerezleri ve benzeri teknolojileri kullanıyoruz. Tamam'a veya sitemizde bulunan herhangi bir içeriğe tıklayarak bu ve benzer çerezlerin/teknolojilerin kullanımını kabul etmiş olursunuz. Tamam Gizlilik Bildirimi

Privacy & Cookies Policy