Fırtınalar ne kadar muhalif eserse essin, hakiki mü’minler, tam bir tevekkül içinde, hızlarını biraz daha artırmaya bakarlar; sistemlerini daha bir ciddi nazar-ı itibara alır, gözden geçirirler; şartların, genel durumun ve atmosferin müsaadesi nispetinde hızlı hareket etmeye çalışırlar. Yaşadıklarımız, Allah’ın Cebrî Lütuflarıdır!..
*Sıkıştırılan insanlar zannediyorum o sıkışma içinde biraz durur, düşünür ve alternatif yollar oluştururlar. Belki şartların el verdiği, başkalarının destek olduğu, dayanağın/payandanın mebzulce bulunduğu geniş zamanda insan bir kısım hususları düşünemeyebilir. Ama şartların el vermediği yerlerde, o güne kadar hiç akla gelmeyen enteresan, sürpriz şeyler insanın aklına gelebilir. İhtimal, muztarrın duasının kabul edilmesi de bununla alakalıdır.
Öyle bir ıztırar hali söz konusu olmayınca, sıkışmış bir kalble, çaresizlik ruh haleti içinde ve yürekten Cenâb-ı Hakk’a teveccüh olmayabilir. Nasıl olsa her şey halk ifadesiyle diyeceğim “tıkırında gidiyor” ise, insan bir yönüyle duyması gerekli olan endişe verici şeyleri duyamayabilir. “Çaresiz, dua ettiği zaman o duaya icabet eden kim?” İşte o ruh haleti ve böyle bir sıkışmışlık, dua, tazarru ve niyaz adına öyle şeyler ilham eder ki; sâir rehavet ve rahatlık zamanlarında, herkesin el verdiği, destek olduğu dönemlerde, insan, Rabbimize karşı o ölçüde bir münasebeti düşünemeyebilir. Bu açıdan da sıkıştırılmada bile bir vech-i rahmet söz konusudur. Hazreti Pîr “cebr-i lutfî” tabirini kullanır; evet, yaşanılanlar bir yönüyle cebrî bir lütuftur.