Sokrates, ‘Z Kuşağı’ ve Hayallerimiz

Yazar Recep Atıcı

Yazının başlığına bakarak “Sokrates” ne iş diyebilirsiniz. İzah edeyim. Belki sizlerde izlemişsinizdir. Geçen Cumartesi, YouTube üzerinden mümtaz bir ilim adamımızın bir TV’ye verdiği röportajı yayımlandı. İşin doğrusu cezaevinden çıktığı günden beri sessizliğini koruyordu. Ancak onun gibi insanların mutlaka söyleyecek sözleri olduğunu bilenler, niçin suskun durduğunu da merak etmiyor değildi? Bu yüzden olsa gerek bu video kısa sürede binlerce kişi tarafından izlendi.

O güzel insan, yaşadığı sıkıntıları anlatmak için röportajda Sokrates örneğini veriyordu. İşte Sokrates ismini o röportaj bana hatırlattı. Ayrıca yapacağı konuşmanın arka planını izah etmek için 2423 yıl önce Baldıran zehri içerek ölen Sokrates’in o meşhur resmini gösteriyordu.

Neydi Sokrates’in öldürülmesinin arka planı? Onun öldürülme sebebi kendi çağdaşlarıyla kıyaslandığında bulunduğu ortamı çok iyi sorgulayabilen ve aynı zamanda etrafındaki insanlardan farklı düşünebilen birisi olmasıydı. Yani muhalif olmakla baltayı taşa vururum endişesi taşımayan, zilletle yaşamaktansa izzetle ölümü tercih eden biriydi. Dolayısıyla o, düşüncelerinden ve eleştirilerinden dolayı ölüme mahkûm edilmişti. İşte, benim o röportajda en çarpıcı bulduğum nokta buydu.

Evet, tarihî tekerrürler devr-i dâimi esprisine bağlı olarak günümüzde de aynı şeylerden söz ediyor olmak ne hazin? Bugün itibariyle, Sokrates’in yaşadıkları şeyleri nerdeyse bire bir yaşıyor olmak elbette çok üzücü. Ülkemizdeki anlayış biçiminin hala, 2423 yıl geride duruyor olması ve bir ilim adamının konuşmasını tarihin tozlu rafları arasında kalmış böyle bir örnekle izah etmeye çalışması gerçekten içler acısı bir durum.

Halbuki, Amerika’daki siyahların özgürlük ateşini Rosa Parks adındaki bir kadın, “Kalkmıyorum!” kelimesiyle ateşlemişti. Afro-Amerikan bir terzi olan Parks, 1955’in soğuk bir kış günü, her zamanki gibi iş çıkışı hat otobüsüne koşmuştu. Ön kapıdan ücretini ödeyerek arka kapıdan siyahların bölümüne geçti. Boş bir koltuğa oturdu. Yorgundu… Yorgunluğu çok çalışmaktan değil; aşağılanmaktan, ikinci sınıf muamelesi görmekten, insan yerine konulmamaktandı.

Beyazlardan biri, önde yer kalmayınca siyahların bölümüne gelerek dörtlü ön koltuğun boşaltılmasını istedi. Ön koltukta oturan üç siyah, hiç itiraz etmeden hemen kalktı. Aynı sırada oturan Parks ise pencere kenarına çekilmekle yetindi. Beyaz adam, “Kalk!” deyince, “Çok yorgunum, kalkmıyorum.” dedi.  İşte bu, “Kalkmıyorum.” kelimesi siyahlar için bir kıvılcım olmuş ve hürriyete giden uzun bir yolun ilk tuğlasını döşemişti.

Bir hayalim var benim. Gün gelecek, bir zamanlar köle olanların evlatlarıyla yine bir zamanlar köle sahiplerinin evlatları, Georgia’nın kızıl tepelerinde, birlikte kardeşlik sofrasına oturabilecekler. Gün gelecek, dört büyük çocuğum, derilerinin rengine göre değil, karakterlerinin yapısına göre değerlendirilecekleri bir ülkede yaşayacaklar.” diyerek hayallerinin peşinde koşan Martin Luther King, 1950’li yıllarda ABD’deki siyah-beyaz ayrımını, siyahlarla beyazların eşit ücretler almasını, iş yerlerinde siyah-beyaz farkının kaldırılmasını ve oy haklarının verilmesini sağlamıştı. Elde ettiği özgürlüğün bedelini de henüz 36 yaşındayken suikasta kurban giderek ödemişti.

Güney Afrika’nın efsanevi lideri Mandela da; “Önemli olan derinin rengi değil, değerlerinin düşüncelerinin rengidir.”  ifadesiyle insanın doğuştan getirdiği hürriyet hakkını dile getirdiği için 27 yıl hapse mahkûm edilmişti. Ancak düşüncelerinden hiç taviz vermeyerek “Özgür olmak, sadece birisinin zincirlerini kırması değildir. O aynı zamanda başkalarının hürriyetini artırmak ve başkalarının hürriyetine saygı duyacak şekilde yaşamaktır.” dedi ve ülkesine demokrasinin gelmesi için yapılan görüşmelerde hem kendi taraftarlarının hem de ırk ayrımı karşıtlarının oylarını alarak demokratik bir seçimle Cumhurbaşkanı oldu.

Bize gelince; biz, düşüncelerini ve umutlarını hala hayalden öteye geçirememiş bir ülkenin nesilleriyiz. İşte, ben buna yanıyorum. Ve başta kendisinden bahsettiğim mümtaz şahsiyetin 2423 yıl geriye giderek durumumuzu izah etmesi bana giran geliyor. Maalesef insanlık tarihinden hissemize düşen kıssadan yeterince ders almadığımız her halimizden belli. Gerçi tarihi tekerrürler, ayniyet içinde değil de misliyet içinde cereyan ettiği için olsa gerek hadiselerden yeterince ibret alınamıyor. Ders alınsaydı şayet, 2423 yıl önce yaşanmış bir örneği bu gün itibariyle ülkemizde sil baştan tekrar ediyor olamazdık. Ancak, bu seferde ders alınmaz ve hala; ‘senin mahalle veya benim mahalle’ şeklinde yaşanan sıkıntıları taraf tutma şeklinde bakarsak bu ilk olmadığı gibi muhtemelen son da olmayacaktır.

İnsan bazen hukukun, mafya düzeni elinde korkutma ve sindirme mekanizması haline getirildiğini görünce, keşke günümüzde de entelektüellerden Dreyfus davasındaki gibi yiğitlik gösteren bir Emile Zola çıksaydı diyesi geliyor. Heyhat! Şimdilik onun sadece hayalini kurabiliyoruz.

Evet, buraya kadar yazdıklarım, bir hakikati ortaya koyma adına ümitsizlik gibi görülse de işin aslı elbette öyle değil. Ben ve benim gibi düşünenler, şimdilerde “Z Kuşağı” şeklinde tarif edilen yeni neslin bizim umutlarımızı ve düşüncelerimizi hayalin ötesine taşıyacağından hiç şüphemiz yok. Biz onlar için âtiye geçilebilen birer köprü olmayı şimdilik şeref kabul ediyoruz.

 

 

Diğer Yazılar

“Aç açabildiğin kadar sineni ummanlar gibi olsun. Kalmasın alaka duymadığın ve el uzatmadığın bir mahzun gönül”

 

M.Fethullah Gülen

Bu Sesi Herkes Duysun Diyorsanız

Destek Olun, Hizmet Olsun!

PATREON üzerinden sitemize bağışta bulanabilirsiniz.

© Telif Hakkı 2023, Tüm Hakları Saklıdır  |  @hizmetten.com 

Hizmet'e Dair Ne Varsa...

Sitemizde, tercihlerinizi ve tekrar ziyaretlerinizi hatırlayarak size en uygun deneyimi sunmak ve sitemizin trafiği analiz etmek için çerezleri ve benzeri teknolojileri kullanıyoruz. Tamam'a veya sitemizde bulunan herhangi bir içeriğe tıklayarak bu ve benzer çerezlerin/teknolojilerin kullanımını kabul etmiş olursunuz. Tamam Gizlilik Bildirimi

Privacy & Cookies Policy