Muhteşem Senkronize

Yazar Mehmet Yavuz Şeker

Bu yazının başlığı “tevhidin çeşitleri ve yakînin mertebeleri” de olabilirdi. Aslında duymak, görmek ve tatmak, tevhidi ve yakîni anlamada bizlere çok iyi fikir veren duyularımızdır. Bizler bunları ve bunlara ilaveten dokunma ve koklama duyularımızı da kullanarak hayatımızı devam ettiririz. Onların birinin yokluğu, hayatı algılamamızda ciddi eksiklikler, boşluklar meydana getirir.

Maddî hayatımızda bunlar varken, manevî yönümüzde ise bunlara mukabil kalb, sır, hafî, ahfâ gibi duyularımız vardır ki bunların orijinal ismi “latife” dir. Maddî duyularımız ile manevî latifelerimiz arasındaki uyum ise baş döndürücüdür.

Bu uyumu, tevhid ve yakîn kavramları üzerinden giderek ifade edebiliriz. Şöyle ki:

Hz. Bediüzzaman tevhidi tasnif ederken “âmiyâne” ve “hakiki” olarak ikiye ayırır. Hakiki tevhidi anlatırken de bu tevhid sahiplerinin her şeyin cephesinde Cenab-ı Hak’kın mührünü, damgasını okuduklarını, bu sayede huzurî bir tevhid melekesi mâliki olduklarını söyler. Yani örneğin insanın bir gülü gördüğünü, kokladığını ve ona dokunduğunu düşünelim. Göz, o gülün harika şeklini, yapraklarının ahengini, rengini görürken, burun onun o harika kokusunu alıyor, el ise gülün kadifemsi dokusunu hissediyor olsun. İşte tam bu an -eğer kalb bütün fakülteleriyle devredeyse- maddî duyuların, manevî latifelerle senkronize olduğu, buluştuğu andır. Maddî duyuların bu görme, koklama ve dokunmasına denk olarak manevî latifeler, o gülün hem şekil ve renk hem koku ve hem de dokudaki mükemmelliğini idrak eder. Bu idrak, Yüce Allah’ın yarattığı gülün alnına vurduğu mührü, attığı imzayı görmek, mümince bakış açısıyla, bu muhteşem sanat eserini, Yüce Sanatkarıyla irtibatlandırmak demektir.

Bediüzzaman devamında, bunu başarabilen müminlerin, yani maddî duyuları ile manevî latifelerini beraberce çalıştırabilen, uyumlarını sağlayabilen inananların, huzurî bir tevhid melekesine sahip olacaklarını belirtir. Bu insanlar, artık her an Cenab-ı Hak’kın huzurunda olduklarının bilincindedirler. İçlerini dışlarını, duygu, düşünce söz ve davranışlarını hep kontrol eder, Huzurullahta olmanın adabını hep gözetir, maiyyet bahtiyarlığına ererler.

Amiyane tevhid sahipleri ise bu bilinçten uzak insanlardır. Onlarla, hakiki tevhid sahipleri aralarında böylesine büyük bir fark vardır. Onlar da elbette inanıyorlardır, fakat maddî duyuları ile manevî latifeleri arasındaki bağı kuramamakta, onları beraber ve uyum içerisinde çalıştıramamaktadırlar. Bundan ötürü de maalesef her daim Cenab-ı Hak ile beraber oldukları şuuruna uyanamamakta, Müslümanca yaşamakta lakin iman hususundaki sığlıklarını aşamamaktadırlar. Bediüzzaman, bu insanların durumlarının endişe verici olduğunu çünkü fikir yönüyle gaflet ve dalalete düşebileceklerini ifade etmektedir. (Mesnevi-i Nuriye)

Duyular ile latifeler arasındaki uyumu, yakîn kavramı üzerinden de mütalaa edebiliriz. Yakîn, “kesin bilgi” anlamına gelmekle beraber, “iman esaslarını aksine ihtimal vermeyecek şekilde bilmek, kabullenmek, duyup hissetmek ve onun insan benliğiyle bütünleştiği irfan ufkuna ulaşmaktır.” (Yakîn, Kalbin Zümrüt Tepeleri)

İnsan inanır, kabullenir ama duyup hissedemeyebilir. Duyup hisseder ama benliğinde içselleştirip irfan ufkuna ulaşamayabilir. İşte bütün bunlar insanın, maddî duyularını, manevî latifeleriyle senkronize edebilmesiyle doğrudan alakalıdır.

İşte bu yüzden olsa gerek, yakîn üç kategoride ele alınmıştır.

Bunların ilki “ilme’l- yakîn” olup, kişinin iman esaslarıyla olan münasebetini sadece bilgi düzeyinde ele alması halidir. İnanmış, kabullenmiştir ama duyularıyla, latifeleriyle imanlı tefekkürde bulunmaktan uzaktır.

İkinci kategori “ayne’l-yakîn” olup, kişinin, iman esaslarını gözüyle görüyormuşçasına idrak ettiği mertebedir. İnanıp kabullenmenin ötesine geçebilmiş, artık duyup hissetmeye başlamıştır. Latifelerini harekete geçirmeye muvaffak olmuştur.

Üçüncü ve en üst kategori ise “hakka’l-yakîn”dir. Mümin, baktığı her yerde Yüce Sanatkar’ın, eserlerinin alnına attığı imzalarını, vurduğu mühürlerini görmektedir. Öyle ki artık esmayı ilahiye tarafından çepeçevre sarıp sarmalandığını fark etmekte, Allah ile beraberliği her an, bi kemü keyf idrak etmektedir. Belki tanımlayamamakta, ifade edememekte, ama kendi benliğine mal etmiş ve irfan ufkuna ulaşabilmiştir.

İşte bu mümin, en yüksek yakîne mazhar, hakiki tevhide de maliktir. Maddî duyuları ile manevî latifeleri arasındaki uyumu sağlamış, içiyle dışıyla yaratılış gayesini en kâmil manada gerçekleştirmiştir.

Bütün bunları ona yaptıran, ihsan eden ise Sonsuz lütufların Sahibi Yüce Allah’tır.

Diğer Yazılar

“Aç açabildiğin kadar sineni ummanlar gibi olsun. Kalmasın alaka duymadığın ve el uzatmadığın bir mahzun gönül”

 

M.Fethullah Gülen

Bu Sesi Herkes Duysun Diyorsanız

Destek Olun, Hizmet Olsun!

PATREON üzerinden sitemize bağışta bulanabilirsiniz.

© Telif Hakkı 2023, Tüm Hakları Saklıdır  |  @hizmetten.com 

Hizmet'e Dair Ne Varsa...

Sitemizde, tercihlerinizi ve tekrar ziyaretlerinizi hatırlayarak size en uygun deneyimi sunmak ve sitemizin trafiği analiz etmek için çerezleri ve benzeri teknolojileri kullanıyoruz. Tamam'a veya sitemizde bulunan herhangi bir içeriğe tıklayarak bu ve benzer çerezlerin/teknolojilerin kullanımını kabul etmiş olursunuz. Tamam Gizlilik Bildirimi

Privacy & Cookies Policy