Kadîm kelâmda, Nuh’un (a) gemisi hakkında “Şânım hakkı için biz o gemiyi bir âyet (alâmet, ibret) olarak bıraktık”(Kamer/15) buyrulmaktadır. Katade’den “Hz. Nuh’un gemisinin enkazı Cûdî dağında kaldı, hatta bu ümmetin ilkleri onu gördü” diye rivayet edilmiştir.
Gemi hakkında “Elvahlı ve düsürlü” (Kamer/13) ifadesi vardır. Elvah, levhin çoğuludur. Levh, tahta gibi yassı şeye denir. Düşür, disar’in çoğuludur. Disar, çivi, geminin tahtalarını birbirine bağladıkları râbıta, kenet, perçin veya halat demektir.
Yerlerin ateş püskürtüp suların kabarması hususunda ise “Emrimiz yerini bulup tennur feveran etti” (Hud/40) ifadesindeki “tennur”, ocak ve fırın manasınadır. Feveran ise, kuvvet ve şiddetle kaynamak, fışkırmaktır. (*) Bu kavmin “Vedd, Süvâ’, Yeğus, Yeuk ve Nesr” isimli putları vardı (Hud/43). Vedd, bir erkek suretinde; Nesir bir kartal (veya akbaba) suretindeydi. Ayrıca, Vedd ve Yeğus isimleri hindlilerin Veda, Vuyasa isimlerini hatıra getiriyor.
Jeolojik malzemeler bütün dünyayı saran bir tufanı desteklemektedir. İlim adamlarının tahminine göre arz sathının katmanlarının % 75’ten fazlası taş yapılıdır. A.B.D’de Kaliforniya ve Colorado platosunda büyük tabakalar mevcut olup; en çok bilinen yığılma tabakaları, 18.000 m derinlikle Hindistan’dadır. Jeologlar Tufanı ispatlar keyfiyette ve hemen hemen dünyanın her yerinde, değişik iklim ve coğrafik bölgelerden taşınmış hayvan ve bitki fosilleri bulmuşlardır. Bütün bu fosiller, canlıların taşınarak büyük bir sel neticesinde buralarda fosilleştiğinin açık belgesidir.
Kuzey Rocky dağlarında denizde yaşıyan hayvanlardan Trilobit ve yapılan bozulmamış böceklerin fosilleri bulunmuştur.
Yapılarının bozulmayışı bu canlıların yavaş yavaş değil âniden öldüklerini göstermektedir. Hatta balık fosilleri, tabakalar arasında hiç bozulmadan kalmıştır. Kılçıkları dahi üzerindedir. Büyük bölgelerde milyarlarca balıktan müteşekkil balık sürüsü fosilleri de bulunmaktadır. Jeolog H. Miller Britanya adalarının büyük bir kesimini kaplayan çok eski devirlerinden kalma fosiller hakkında şunları söylemektedir: ” —Tarihin herhangi bir döneminde korkunç bir âfet 150 km lik bir şeritte balıkların âni ölümüne yol açmıştır. Orkney adalarında ve Cormarty’de aynı manzara görülmektedir. Buradaki balık fosilleri büyük bir ölümün izlerini taşımaktadır. Vücutları kıvrılmış ve eğri şekildedir. Kuyrukları bazen kafalarına kadar kıvrılmıştır. Bu sahneye ancak kramptan ölen balıklarda rastlanır.” Miller’in tasvir ettiği bölge 51.800 km2 sahayı kaplamaktadır. Ve bölge yok edici bir kuvvetin tahribatının izlerini taşımaktadır. Jeolog Harry S. Ladd da, Kaliforniya Santa Barbara’da 15 – 20 cm uzunluğunda balıkların kapladığı 10 km2 lik bir sahadan bahsetmektedir. Soru şudur. Balık fosilleri, bataklık olan bu kara parçasına nasıl gelebildiler?
Paleontologların bahsettikleri bir başka yer de A.B.D. eyaleti Wyoming’dedir. Bu bölge şimdi turistik bir yerdir. Çok çeşitli balık ve bitki fosilleri burada bulunmaktadır. Bölgede 2,5 m uzunluğunda balıklarla 1,20 m uzunluğunda palmiye yaprakları bulunmuştur. Ayrıca yengeç, kaplumbağa, timsah, sazan, kuşlar, memeli hayvanlar ve böceklere ait birçok fosil bulunmuştur. Çeşitli iklim ve bölgelere ait fosil karışımları en büyük fosil yataklarında dır. Baltık denizi Bernstern’de bulunan böcekler de prehistorik devirdekilerden daha yenidir ve dünyanın çeşitli bölgelerinden gelmişlerdir.
Jeolog Heribert – Nilson bazı yapraklarda klorofilin böceklerde de yumuşak doku kısımlarının ve pigmentlerin yani renk maddelerinin korunduğunu; bunun da, bu canlıların âni ölümlerinin işareti olduğunu bildirmektedir. Aslında bu kısımlar ölümden hemen sonra birkaç gün içinde yok olmaktadır. Bu da Tufanı destekleyen bir başka delildir. 1851’de Dorchester’de kayalar dinamitlenirken etrafa uçan taş parçaları arasında işlenmiş bir metal kap bulunmuştur. Üst kısmı gümüş kakma bir çiçek demeti bulunduruyordu. Alt kısmı da ustaca, çiçeklerle işlenmişti. Bu da o dönemde kavimlerin metal işçiliğindeki ustalıklarını göstermektedir. Eğer bir tufan aracılığıyla olmasa bu madenî kap oraya nasıl girebilirdi. Bir başka sır da Pennysilvalya’da Norristown’da taş kırma esnasında yirmi metre derinlikteki bir mermer blokta bulunmuştur. Mermer, fabrikada parçalara ayrıldığında üzerindeki eski yazılar ortaya çıkmıştır. İngiltere’de de 2,5 metre derinlikte bir kayanın içinde altın örgü bulunmuştur. 1889’da İdaho’da bir artezyen kuyusu açılırken 90 m derinlikte bir kadını tasvir eden heykel çıkarılmıştır.(Süvâ’ putu olabilir) Bütün dünyanın alâkasını çeken bu heykel 90 m derinliğe nasıl inebilmiştir? Şimdi müzede gösterilmektedir.
Astronomik tufan delilleri de vardır. Adelaid Rasathanesi idarecilerinden George F. Dodwell 1960 larda Prof. Arthur J. Brandenburger’e gönderdiği mektubunda 26 yıldır güneş yörüngesi üzerinde çalıştığını ve geçmiş, devirlerde ekliptik ekseninin 23,5’ten bir ara 26,5’e çıktığını ve 1850 yıllarında da tekrar yine 23,5’e döndüğünü yazmaktadır. Ayrıca 1970’de yayınlanan bir ilim mecmuasında tarihin herhangi bir devrinde bir kutup değişmesi olduğu yazılmaktadır.
Tufan’ın en kuvvetli delillerinden biri de, dünyanın en yüksek dağı olan Everest’te bulunan fosillerdir. Burada çok çeşitli salyangoz kabuklan, balık yüzgeçleri bulunmuştur. Bundan başka diğer zirvelerde de böyle buluşlar olmuştur.
Jeologlar Ağrı Dağı’ndan deniz hayvanlarının kabuklarını getirmişlerdir. Ağrı bölgesindeki iki göl de, tufanın izlerini taşımaktadır. Van gölü deniz sathından 1714 m yükseklikte olup, %022,4 nisbetinde tuz ihtiva eder. Bu haliyle deniz hususiyeti göstermektedir. İran’daki Urmiye gölü ise 1489 m yüksekliktedir. 144 km uzunlukta ve 48 km genişliktedir ve hiçbir yerinde 6 m den daha derin değildir. Taş nisbeti de % 23 dür.
Bundan başka 18 nci asrın sonlarından itibaren, Ağrı Dağı’nda Nuh’un (a) gemisini gördüğünü iddia edenler arasında bir ermeni rahip ve torunu bulunmaktadır. Ayrıca birçok araştırıcı grubu Ağrı’ya çıkarak gemi hakkında mühim bilgiler elde etmişlerdir. Elde edilen resimlere göre gemi Ağrı’nın belirli bir bölgesinde bulunmakta, zirvedeki soğuk hava şartlarından dolayı çok az görülebilmektedir. Ancak askerî veya ticarî uçuş yapan uçaklardan geminin bir kısmı görülebilmekledir. F. Nevarre adlı fransız bir araştırıcı 4’ncü çıkışında çok sert ve kararmış bir tahta parçasını bulmuştur. Geminin ilk resimlerini de bu Fransız mühendis çekmiştir. Ayrıca 1972 yılında 450 mil yükseklikte yörüngeye oturtulan bir peykten Rus – Türk sınırında gemiyi andıran garip bir yapının resmini almışlardır. Bundan başka, gemiyi uçaktan, veya bizzat dağa tırmanarak gördüğünü söyleyenlerin sayısı 200’ü aşmaktadır.
Birçok araştırıcı, tuzlu göllerin tufandan sonra geriye kaldığını belirtmektedir. Meselâ, Van gölünde yaşayan bir cins balık (Ringa balığı) deniz balıkları grubuna girmektedir. Birkaç yıl önce Türk hükümeti tarafından Ağrı Dağı’nın jeolojik incelenmesiyle vazifelendirilen Clifford Burdick, dağın 2000 m yukarısında hindistan cevizi iriliğinde tuz tabakaları bulmuştur. Bu da tufan esnasında suların ne kadar yükseldiğini göstermektedir. Deniz o dönemde buharlaştıkça geriye bu tuz parçalan kalmıştı. Tufanın bir başka delili de Ağrı’nın 3500 – 4000 m yüksekliğindeki konglomerat maddesidir. Bu kalsiyum-karbonat gibi bağlayıcı bir tabaka taşıdır. Ve ayrıca bunun meydana gelebilmesi için lav akması ve çok kuvvetli su lâzımdır.
Ağrı Dağı’nı araştıranlar arasında 1966′ dan beri çalışan Cummings vardır. Bu araştırıcı yalnız on defa Ağrı’ya gitmiş, Ağrı Dağı’na da 16 defa çıkarak toplam 70 gün dağda kalmıştır.
Ayrıca John Warwick Montgomery iki defa Cummings’le beraber olmak üzere beş defa Ağrı’ya tırmanmıştır. 1970’de ise zirveye çıkabilmiştir. Bundan başka Holy Ground Charging Center adlı dini müessese 1973’ten beri beş defa Türkiye’ye gelmiştir. Birçok zorluklardan dolayı kaç defa dağa tırmandıkları bilinmemektedir. Diğer bir Ağrı Dağı araştırıcıları ise “Scion tific Exploration and Archaeological Rc-search Foundation” kısaca SEARCH (ARAŞT1RMA) adlı bir grubtur. Ağrı Dağı civarında yaşayan Reşit adlı bir Türk köylüsü de, dağın içinde saplı bir gemi gördüğünü haber vermiş ve civardaki köylüler de çıkarak aynı gemiyi müşâhede etmişlerdir. Bu haber radyoda yayınlanmıştır. Amerikalı dağ mühendisi George Jefferson Green ise 1952 yılında Ağrı Dağı’nın kuzey kısmında geminin bir parçasını helikopterle bir keşif uçuşunda müşâhede etmiştir. Kendisi, gemiye 30 m mesafeden helikopterden resimlerini almış fakat daha sonra kendisi, bir cinâyete kurban gittiğinden bu kıymetli vesikalar da kaybolmuştur. SEARCH kuruluşuna bağlı olan Fransız mühendis Ferdinand Navarra Ağrı’ya üç defa tırmanmasına rağmen çıkmaya muvaffak olamamıştır. Fakat grubuyla beraber dördüncü çıkışında neticeye ulaşabilmişlerdir. Geceyi dağda geçirmek mecburiyetinde kalışlarından sonra hava şartlarının sabah yeniden düzelmesi üzerine Navarra kamp kurdukları yerin karlarını temizleyerek etrafa keşfe çıkmış ve elindeki dağ çekiciyle yarım saatte ancak 20 cm derinliğinde buzu kırabilmişti. Daha sonra buz tabakasının altında su bulmuş ve suyun içinde de yontulmuş bir tahta parçasının ucu gözükmüş. Bunun üzerine F. Navarra fevkalâde heyecanlanarak, kendisine böyle bir buluşu nasip etttiği için Allah’a şükretmiş. Parçanın hepsini çıkarmak istemişse de diğer kısımlarla bağlantılı olduğundan, ne kadar zorladıysa da çıkaramamış ve sadece dıştaki kısmıyla yetinmek zorunda kalmıştır.
Daha sonra dünya’nın bu en eski gemi enkazının parçasını, çekmesi için grup arkadaşı Rafael’e ip merdivenle bağlayıp uzatmıştır. Tarih o zaman 6 Temmuz 1955’ti, saat 7.00… Bu parçanın büyüklüğü 1,5 m kadardı. İnişte dengeyi bozmaması için daha da küçültülmüştür. Parçanın bulunduğu yer Ağrı Dağı’nın 3900 m yükseklikteki kuzeybatı bölgesindedir. Alimlerin sandığı gibi şimdiye kadar zelzelelerle parçalanıp yok olmamıştır. Esas kısım 4200 m yükseklikte bulunmakta, Navarra’nın bulduğu gibi bazı parçalar ise etrafa saçılan kısımlarındandır. Daha sonra 1963 yılında SEARCH kuruluşuyla Navarra yeniden Ağrı’ya tırmanmış ve bu defa ilk parçayı bulduğu bölgedeki yakın bir gölcüğün etrafında en büyüğü 43 cm olan beş tahta parçası bulmuştur. Bu buluş Navarra’nın ilk yaptığı buluşu tasdiklemiş ve bütün dünyadaki âlimler arasında Nuh’un (a) gemisinin gerçekten burada karaya oturduğu kabul edilmiştir.
A.B.D. Douglas Astronautics Company adlı kuruluşda John Warwick Montgamery ile bağlantı kurularak, Nuh’un (a) gemisinin görülebildiği birkaç resimden bahsedilmişti. Ayrıca Earth Research Center’de çalışan bir memur peyklerle alınan resimlerde gemiye benzer bir cisim görüntüsüne rastlamıştı. Bu kare şeklindeki nesnenin en dikkat çeken özelliği, şimdiye kadar geminin kara yoluyla görülebildiği yerde bulunmasıydı. Araştırıcı Montgomery bir memurun tesâdüfen bulduğu bu kare yapılı cismin tabii bir şekilde meydana gelemiyeceğini belirtmektedir. Çünkü arazide böyle bir görüntünün olması çok zordur. Daha sonra Montgomery bu mevzu hakkında A.B.D. Federal meclis senatörü, hava ve feza araştırmaları fonu başkanı Frank E. Moss bunun artık Nuh (a) gemisinin varlığının peykler vasıtasiyle tasdiki diye yorumlamıştır. Geminin resminin alındığı ERTS (Eearth Researchs Technology Satellite) adı verilen peyk, araştırma çalışmaları yapmaktadır. ERTS 23 Haziran 1972 de 724. bin m yükseklikte yörüngeye oturtulmuştur. Cihazlar arasında bir multi spektral arayıcı (MSS) (çok geniş bir sahayı tarayan arayıcı) 100.000 m2’lik bir sahayı tarayabilmektedir. Peykin gönderdiği resimler, Godderd Space Flight Center’de değerlendirilir ve dalga uzunluktan fotoğraflar haline dönüşür. Daha sonra bu görüntüler optik veya digital manyetik bandlara geçirilir. A.B.D. meclis senatörlerinden Moss’un açıklaması bir NASA analizinden kaynaklanmıyordu sadece güvenilir bir profesör olan Montgomerg’den aldığı bir açıklamayı Ajans Press’e vermiş ve 1974 yılında bu açıklamayı yapmıştır. ERTS resimleri üzerinde yapılan sonraki çalışmalarda kameralar her ne kadar hassas olsa da, geminin resimde ancak bir nokta kadar görülebileceğini belirtmektedirler.
Yer hakkında tabii kaynakların araştırmasını yapan ERTS peyklerinin verdiği bilgiler, büyük bir gizlilik içinde ve efkâr-ı umumiyeye kapalı olarak değerlendirilmektedir. Belki bu asnn sonlarında mühim sırlar açıklanacaktır. Araştırıcı Montgomery daha sonra ERTS peykinin verdiği resimleri hususi kompüterlerde analize tâbi tuttu. Çünkü o gemiyi andıran bu nesnenin bir gölge düşmesi veya başka bir tabii hâdise neticesinde meydana geldiğini düşünüyordu. Emin olabilmek için ilk resmi ve aynı bölgeden alınan diğer rejimleri, Alaska Üniversitesi jeofizikal enstitüsünde 1974 de değerlendirmeye tâbi tutdu. John – H. Miller tarafından açıklanan neticelere göre fotoğrafı alman saha Ferdinand Navarra adlı Fransız mühendisin 1955 ve 1963 yılında ağaç parçalarını bulduğu sahaydı. Buz kaplı sahanın kuzeybatı istikametindeki bir bölge de büyük ehemmiyete hâizdir. Bu bölge açık mavi bir renktedir ve karlı sahada bulunmaktadır. Böylesine bir beyaz çevrede mavi – beyaz renk ya eriyen karlı bir saha veya çok yüksek olmayan kar tabakasından ileri gelmektedir. Bu farklı renk, belki de karda bulunan koyu renkli ağaç malzemeden meydana gelmiş olabilir. Leke, geminin verilen ölçülerinden fazla olduğundan bu da geminin bozulmuş olabilmesi ihtimalini doğrulamaktadır. F. Navarra’da geminin ancak omurgasının kalabilmiş olacağını belirtmektedir. Bu sahaya ait kompüter değerlendirmeleri yapıldığında aranılan bölge refleksiyen örneklemesine tutulmuş yani o sahadan çeşitli materyel toplanıp değerlendirilince geminin bulunması muhtemel bölgeye gelindiğinde, orası cihazda yeşil ışığın yandığı tek yer olmuştur.
Bundan başka 724.000 m yükseklikte dolaşan ERTS ve benzeri hassas suni peykler, sahip oldukları hassas kameralar ve her hava şartında çalışabilen casus peykler geminin belirlenen yerini çok hassas ve sağlam şekilde tesbit edebilecektir. Casus peykler hassas cihazlarla çalıştıkları için en ince ayrıntıyı çok net şekilde inceleyebilmektedir. Nuh’un (A.S.) gemisinin araştırıcılarından John Mouris, casus uçaklarla uçuş yaparken gemiyi görüp resimlerini çeken pilotlarla şahsen görüşmüştür. Ağrı dağının Türk – Rus sınırında olması ve stratejik bir yerde bulunması dolayısıyla, şimdilik en modern arkeolojik araştırmalar bile helikoptersiz ve uçaksız yürütülmektedir. Bundan başka araştırmalarda havanın tesirleri büyüktür. Ağrı Dağı’na, hava şartlarının zorluğu sebebiyle iyi bir tırmanış yapabilmek için çok az uygun günler bulunmaktadır.A.B.D. devletlerinin Rusya ile yaptığı SALT anlaşmasının, Rusya’da da silahlanmayı yavaşlatıp yavaşlatmadığı hususu çok hassas suni peyklerle kontrol edilmektedir. Bu casus peykler savunma bakanlığının idaresindedir ve en ileri ve hassas enfraruj kameralarla donatılmıştır. Her türlü hava şartında çalışmaları mümkündür. Bir salahiyetlinin verdiği bilgiye göre bu peykler hareketli, örtülü ve toprak altında gizli cisimleri de göstermektedir. Bu durumda sağlam ve güvenilir Pentagon salâhiyetlileri hassas peykler yardımıyla bir nokta olarak değil de bütün hususiyetleriyle resimlemenin mümkün olduğunu söylemektedirler. Geminin ön kısmı şimdiye kadar alınan neticelere göre bozulmadan kalmış ve yukarıdan bakıldığında sanki karın içinden çıkıyormuş gibi bir haldedir. P. Navarra’nın ağaç parçalarını bulduğu yerde ilk yapılan eski araştırmalarda James Bryee ve Hardvvicke Knight adlı iki kişi de ağaç parçaları bulmuşlardır. Keşiflerin yapıldığı her iki bölge de aynıdır. F. Navarra’nın bulduğu ağaç parçası daha sonra analize tâbi tutulmuş ve bu malzemenin Akdeniz menşeli ağaç gruplarından selvi gibi olduğu ortaya çıkarılmıştır. Ayrıca, bulunan ağaç parçasının işlenmiş ve yontulmuş durumda olması ve yılların tesiriyle renginin koyulaşmış ve değişmiş olması diğer önemli bir noktadır.
Eğer bütün bürokratik manialar aşılır ve Ağrı Dağı’nda gerçek bir araştırma bugünkü tekniğin imkânlarıyla yürütülürse, insanlığın en önemli devrelerinden birine ışık tutulacak, kararan bazı ufuklar da Ağrı Dağı’nın üst üste yığılan bembeyaz karları gibi aklanacaktır.
Die Arche Noahis’den