Ülkü Erdoğan Yücel
Tevekkül genel manada insanın Allah’a iman etmesinden sonra gelen bir adımdır. Bu adımda insan dünya işleri adına endişe etmez, kendi hayatı adına korkuya düşmez. Her şeyin Allah Teala’nın kontrolünde olduğunu bilir ve hayatını buna göre tanzim eder. Ancak insan iman etse de kendini bazen tevekkülü geçici olarak iptal eden bazı hallerde bulabilir.
Hz. Mevlâna, Mesnevi adlı eserinde tevekkül düşüncesine ve izanına engel olacak sekiz olumsuz duyguyu ifade eder. Bunlar; benlik, dünya sevgisi, kibir, haset, hırs ve tama, öfke, tûl-i emel ve kötü ahlaktır (Sağıroğlu, 2009). Bu olumsuz duyguların yeşermesinde kaygı ve sabırsızlık gibi olgular da rol oynayabilir. Kaygı, insanın acele etmesine zemin hazırlar. Sabırsızlık ise kişinin nerede, ne zaman ve nasıl duracağı konusunda tereddütler yaşamasına sebep olur. Bu durumda insan hem çok yorulur hem de yanlış adımlar atar.
İnsanın tevekkül çizgisinden uzak tutan bazı olumsuz düşüncelere de dikkat etmesi gerekir. Bunların başında, herhangi olumsuz bir olaydan dolayı insanın kendisini, yakınlarını veya başkalarını suçlama eğilimi gelir. Bir diğer mesele insanın olumsuzlukları, musibetlere rıza göstermemesidir. Yani takdire razı değildir. Elinden geleni yapmak veya sabretmek yerine sürekli bir hâlinden ve yaşadıklarından şikâyet eder. Bu şikayeti başına gelenlerle başkalarını kıyas ederek yapar. Bu durum onun takdire karşı memnuniyetsizliğini daha da artırır.
Bu olumsuz duygu ve düşüncelerin etkisinde hayatına devam eden kişi artık, hareketlerinde de yanlışlar yapar. Bu yanlış ilk önce sözlerde isyana taşınır. Kaderin kendisine fazla yük yüklediğini düşünür. Elinden alınan imkânlardan dolayı büyük bir eksiklik hisseder ve yoksunluğu kabul etmek istemez. Ardından da hırs gösterip farklı yollardan kazanç elde etme temayülü hasıl olur. Belki de tam tersi hayata tümden küser ve bir nevi tembelliğe düşer.
Önce düşüncede sonra da fiillerde tevekkül nimetinden uzak düşmemek için tevekkülün mahiyetini iyi bilmek gerekir. İslam düşünürleri, farklı zaman dilimlerinde tevekkülün mahiyeti ve dereceleri üzerine özünde aynı olmak kaydıyla değişik görüşler beyan etmişler ve tevekkülle ilgili sıralamalar yapmışlardır.
Hz. Mevlâna Celalettin Rumi iman, teslim, tevekkül ve rıza biçiminde meseleyi ifade ederken Hz. İbrahim Hakkı ise tevekkül, sabır, teslim ve rıza şeklinde bir yol çizmiştir. Hz. Bediüzzaman imanın ardından tevhidi dile getirmiştir. Tevhidden sonra teslim ve sonra da tevekkül gelir demiştir. Teslim, hayrı da şerri de Allah’tan bilmekse, tefviz şerde de bir hayır görme hâlidir. Sika ise bu mülahazalara hiç girmeden olaylar üstü yaşayabilmedir denebilir.
Gülen’in (2012) tevekkülle ilgili “alem-i emir (sadece bir emri ilahi ile işlerin hemen olduğu âlem) durum veya ruh yolculuğunun başlangıcına “tevekkül”, iki adım ilerisine “teslim”, bir tur (düzgün çembersel hareket için periyot cismin hareketine başladığı noktaya tekrar dönmesi (bir devri tamamlaması) için geçen süredir. Bir başka deyişle, cisim bir tam tur atana kadar geçen zamana periyot denir.) ilerisine “tefviz” ve son noktasına da “sika” denir.” tanımı üzerine bu yazı bina edilmiştir. Yapılan tanıma bir Fibonacci spirali (deniz kabuğu) şeklinin uygun olduğu anlaşılmıştır (Er, Yücel, Gül, Uygur,Yavaş, Aysel, Salık, Aydın & Akdağ, 2021a; Er, Yücel, Gül, Uygur,Yavaş, Aysel, Salık, Aydın & Akdağ, 2021b).
İslam mutasavvıfları tevekkül konusunda toplum katmanlarına göre de bir tasnif yapmıştır.
1. Allah’a olan vazifelerini yapıp nimetler karşısında da O’na şükrünü eda eden, sıkıntı zamanlarında ise sabırla mukabele edenler. Bu grup insanların ekserini teşkil eder.
2. İkinci grupta olanlar ilimde, irfanda, ibadette ileri gitmiş kişilerdir. Bu ecsaftaki insanlarda iman çizgisinden hayata yansıyan güzel hasletler, örnek davranışlar görülür. Tevekkül konusunda Allah’a tam bir güven içindedirler. Bir anlamda Kuran-ı Kerim’in “eleysallahu bi kafin ala abdeh” ayetine mazhar olmuşlardır.
3. İnsanın Allah’a olan tevekkülü için son mertebede asla şikâyet olmaz, hep dua ve istiğfar olur. Bu seviyede olanlar tam bir muhabbet ehlidir. Nebilerin tevekkülleri bu kabildendir. Halilullah, Kelimullah, Habibullah kavramları bu tevekkülün birer meyvesi olarak görülebilir.
Tevekkülün yerinin kalp olduğunu ifade eden Kuşeyri, insanın kazandığı durumu “lütuf”, kaybettiği durumu ise “takdir” olarak görmesini tevekkül olarak tabir eder. Ayrıca kişilerin bu yolda ameliyle gurura kapılmayan, ümitsizlik yaşamayan, her durumda Allah’ın rahmetini talep eden kimseler de olmaları icap eder. Yani bu sayılan donanımlara sahip olan kimse tevekkül katına yükselecek demektir.
İnsanın tevekkül sahibi olmasına engel olan hasletlerden sıyrılabilmesi Yaradana iman ve tevhit inancıyla mümkün olur. İnsanın hayatın çalkantıları ve zorlukları içinde tevekkülde derinleşebilmesi adına üstte ifade edilen duraklar arasında aşması gereken basamaklar bulunmaktadır. İlk duraktaki tevekkülden teslime ilerleyebilmek için iman ve tevhit inancı sonrasında ibadet, Yaradana güven, tedbir ve ölümden korkmama gibi kazanımların elde edilmiş olması gerekir.
Bu seviyeden itibaren insanın teslimden tefvize ulaşmasına vasıta olan bazı hasletlere de sahip olması gerekir: Şükür, kadere rıza, azim-çaba, şikâyeti terk, sabır, rızık, nefsin harama bakan isteklerini terk, dua, ümit, havf ve recâ. Mevlâna’ya göre şükür, insanın sahip olduğu bütün nimetlerin farkına vararak, kendisini nankörlüğün olumsuzluklarından koruması demektir. Şükür nimeti vereni bilmek ve israf etmeyerek O’na saygılı olmak demektir. Kader ile çalışma, gayret aynı çizgide cereyan eder. Burada hem dünyevi hem de uhrevi çalışmalar kader çizgisinde olup olmamaya göre şekillenecektir. Yani mümin kaderle kendine çekidüzen verecek, kendi ihtiyarı ve gayreti ile de elindeki nimetleri değerlendirecektir.
Hz. Ali’nin “Kim rıza yaygısı/sergisi üzerine oturursa (rıza halinde olursa), kendisine ebediyen bir sıkıntı ulaşmaz. Kim de devamlı olarak şekva halinde ilâhî hüküm ve tecelliler hakkında sual sorma derdine düşmüşse, o da hiçbir şekilde Allah’tan razı olamaz” sözü konunun özü açısından çok kıymetlidir.
Tefviz yolcusu şükrü, rızayı elde edince hayatın farklı anlarında karşısına çıkan hadiseler karşısında sabır gücü ile yoluna devam edebilir. İkisi dışa (günahlara karşı ve musibetlere karşı sabır) biri içe (ibadette sabır) bakan sabrın yerinde ve zamanında kullanılmış olması insan psikolojisi açısından ciddi kazanımlar getirecektir. Artık böyle bir insanın rızkı konusunda endişeye kapılması da düşünülemez. Veren eli görmüş ve onunla memnun olmuştur. Vekil olarak Allah yeter (Ahzâb 33:3) kaidesini baş tacı etmiştir. O artık hem bir dua insanı hem ümit insanıdır. Yaşanan tüm olumsuzluklara rağmen o bu durumundan hiç taviz vermez ve etrafına da bu konuda güven kaynağı olur.
Bu konumda hayatını devam ettiren mümin, artık hafv ve reca dengesini de yakalamış bir kul olarak ilahi esintilerin cemal ve celal tecellileri ile hem dem olmuştur. O bir yandan “kahrın da hoş lütfun da hoş” derken bir yandan da işlerinde, hareketlerinde rıza ümidini ve kahır korkusunu birlikte yaşar. Sonra da kim “Allah’tan korkarsa her şey ondan korkar” (Fudayl) hakikati ile yaşamaya devam eder.
Bu noktadan sonra ulaşılacak tek zirve kalmıştır, o da sika’dır. İnsanı bu konuma getiren en önemli iki özellik ise zühd ve muhabbettir. Zühd, kişinin nefsini kötü ve günaha giden arzularından koruyarak, tasavvufi dille insanın hevâ ve heveslerini terk ederek, Allah’a yönelmesi anlamında bir kavramdır. Bu konuda ciddi bir dikkat ve irade ortaya koymak gerekir. Çünkü yükseklerden kaymak çok daha tehlikelidir. Zühd gerçek olarak hayata yansır ve ilahi muhabbet de duygularda ve düşüncelerde ve sonra da hayatın her karesinden kendini hissettirse artık mümin için geriye bakmadan yürüme vaktidir. Burada sika makamı vardır. Bunun da olmazsa olmaz şartı tam rızadır.
Kul tevekkül basamağında başladığı yolculuğun sonunda sikaya yükselecektir. Her şeye kader penceresinden bakmayı öğrenen, her şeyde ilahi Esma ve sıfatları müşahede eden, sevgisini ve buğzunu sadece Allah için yapan ama hayatını da Allah namına renklendiren bir kalp yolcusudur artık o. Belki de bu en yüksek makamda Hz. Bediüzzaman’ın dediği gibi iki cihan saadetini netice veren en olgun tevekkül yaşanmış olur.
Kaynaklar
Gülen, F. (2012). Kalbin Zümrüt Tepeleri. Nil Yayınları.
Sağıroğlu, T. (2009). Mevlânâ’nın Mesnevî Adlı Eserinde Tevekkül Anlayışı. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Erzurumlu İbrahim Hakkı (2003). Mârifetnâme. (sad. M. Fuat Başar). Âlem Tic. Ve Yayıncılık.
Er, Ü., Yücel, D., Gül, S., Uygur, E. O., Yavaş, İ., Aysel, M., Salık, Ş., Aydın, B. ve Akdağ, M. (2021a). Tevekkül Kavramına Metodolojik bir Çerçeve Denemesi – I. Journal of Quranic Studies and Modern Science, 2(3), 28-60.
Er, Ü., Yücel, D., Gül, S., Uygur, E. O., Yavaş, İ., Aysel, M., Salık, Ş., Aydın, B. ve Akdağ, M. (2021b). Tevekkül Kavramına Metodolojik bir Çerçeve Denemesi – II. Journal of Quranic Studies and Modern Science, 2(4), 1-31.