Malumunuz şimdilerde YouTube üzerinden çok güzel programlar yapılıyor. Fransa’daki arkadaşlarımızın yaptığı bir ‘Semaver’ kanalı var. Aymaz hocamızı bir vesileyle Frankfurt’ta konuşturmuşlar. İyi ki de vesileyi değerlendirip o programı yapmışlar. İşte şimdi yazıya konu yaptığım mevzuyu Aymaz hocamız orada anlatıyor.
Yıl, 1987. Hollanda’da işçi olarak çalışan birkaç insan Amsterdam’da bir yurt açmak üzere Hocaefendi’den mali destek ister. Hocaefendi de; “Mali imkânım yok. Abdullah Aymaz hocayı alıp götürün. Onunla bir şey yapabilirseniz, yapın” der. Aymaz hocamızla bu şekilde ilk defa Avrupa’ya gelir. Orada mevcut insanlarla görüşüp durumu inceler. Halbuki olması gereken Avrupa’daki insanların kendi imkanlarıyla bir şeyler yapmasıdır.
O da onlara bu işi buradan çözmeliyiz deyince, muhatap olduğu insanlardan bazıları; “Danimarka’da da hizmeti tanıyan yaklaşık kırk kadar aile var” der. Türkiye’den o güne kadar oraya vazifeli bir insan gönderilmemiştir. Bu yüzden Aymaz hocamız şaşırır ve ‘Nasıl olmuş bu iş?’ diye sorar. Onlarda; “Git, kendi gözünle yerinde gör’ derler. O da, Hamburg üzerinden Danimarka’ya gider ve gerçekten söylendiği gibi kırk kadar aile vardır.
O, gördüğü bu manzara karşısında hem çok sevinir hem de merak ederek, ‘Siz bu hizmeti nasıl tanıdınız’ diye sorar. Onlardan biri; ‘Ben Türkiye’ye gittiğimde Ankara Hacı Bayram civarında dolaşıyordum. Orada teypten birinin vaaz verdiğini duydum. Hocaefendi’nin vaazını dinleyince o kaseti satın alıp buraya getirdim. Burada Hocaefendi çok sevilince ben her gidişimde yeni yeni kasetler getirdim. Sonra arkadaşlarımızdan vakti müsait olan birisi bu kasetleri çoğalttı. Biz de o kasetleri tanıdıklarımıza hediye ettik. İşte bu gördüğünüz kırk kişilik aile bu şekilde teşekkül etti.’
Bu meselede ilginç olan şu ki, henüz hizmeti temsilen bir insan gitmeden orada bu kadar insan hasbelkader hizmeti tanır. Hocaefendi o eskimeyen vaazlarında ruhen ve manen sahabe dönemine gider ve İslâmı bütün benlikleriyle temsil eden o sahâbîlerden örnekler verir. Hem ülkemizde hem de Avrupa’da yaşayan insanımız, inandığı değerlerden verilen bu örnekleri çok çabuk benimser.
Bunun bir örneği de, 1990’lı yıllarda ilk defa Asya coğrafyasına hicret eden, namı diğer, ‘Önden Giden Atlılar’dır. Hocaefendi’nin; “Ben, yurtlarını yuvalarını terk ederek bize ait değerleri dünyanın dört bir yanına taşıma adına farklı diyarlara dağılan arkadaşlardaki hicret ve hizmet aşkını gördüğümde hayret ediyordum. Sahip oldukları şiddetli arzu ve heyecan ve sergiledikleri yüksek kıvam karşısında şaşırıyorum. İlk gidenlerin henüz çok büyük bir hayat tecrübesi yoktu. Üniversiteden yeni mezun çiçeği burnunda delikanlıların, damarlarındaki kanların cismaniyet ve dünya hesabına aktığı bir dönemde, bütün arzu ve heveslerini ayaklarının altına alarak dünyanın dört bir tarafına açılmaları ve göz kamaştıran işler yapmaları basit bir mantıkla izah edilemez. Bu, olsa olsa Allah’ın büyük bir lütfu olabilir.”[1] ifadeleri de bunun delilidir.
Evet, Hocaefendi her zaman olduğu gibi bunu, bir sevk-i ilahî olarak görmektedir ve bu tespit yüzde yüz doğrudur. Ancak o dönem Orta Asya’ya giden nesiller, Hocaefendi’nin kasetleriyle büyüdü. Çiçeği burnunda bu delikanlıların ruhlarında meydana getirilen heyecan o kasetler sayesinde oldu. Hocamız o heyecanı oluşturmasaydı, hepimizin planı şuydu. Üniversiteden mezun olup memur olmak, sonrasında münasip bir aday bulup evlenmek, ilk tayin yerinden sonra bir yolunu bulup memlekete yerleşip işimize bakmaktı. Orta Asya kimin aklındaydı ki? Evet oralarda dili, dini, ırkı bir kardeşlerimiz vardı. Onlar orada yaşıyor, biz de Anadolu’da yaşıyorduk vesselam.
Neyse, meseleyi daha fazla uzatmadan demem o ki, özellikle Hocamızın ilk dönem görüntüsüz vaazları ve sohbetleri yeni baştan tekrar dinlemeli ve dinlemeliyiz. Naci Tosun Abimizin ifadesiyle; koskoca Çalışma bakanlığında anlı secdeli bir insan yokken, sıfırdan ‘Örnekleri Kendinden Bir Hareket’ meydan getirmenin sancısının çekildiği o günlerin aynası olan o sohbetleri tekrar bertekrar dinlemeliyiz. Elimizdeki bu elmas değerindeki hazineleri ayrıca etrafımızdaki insanlara da dinletebiliriz. Bu şekilde, sanırım -başta nefsim olmak- üzere yeni bir heyecan oluşturulabilir.
Sonuç olarak, o eski dönem sohbetlere ulaşmak için elimizde çok imkânımız var. Bizler, kim ne derse desin temeli kasetlerle inşa edilmiş bir Hizmet hareketiyiz. İnsan nisyana (unutma) müptela bir varlık. Yıllar önce dinlemiş olsak bile bugün yaşadığımız hadiseler ışığında o sohbetleri, Kur’an’ın ifadesiyle, ‘iman ve teslimiyetimizin’ artması için kamp programlarının yapıldığı bu günlerde yeniden dinlemeliyiz.
[1] https://www.ozgurherkul.org/kirik-testi/kirik-testi-hasetciler-karsisinda-kendimizle-yuzlesme/
YAZARIN TÜM YAZILARI İÇİN TIKLAYIN