Tasavvuf İslam’ın Özüdür I MEHMET YAVUZ ŞEKER

Yazar Mehmet Yavuz Şeker

Bu köşede şimdiye kadarki yazılarımızda bir iki istisna dışında İslam’ın ruhi boyutu, özü olduğuna inandığımız tasavvufu tanımlamaya çalıştık. Bununla maksadımız, tasavvufun her Müslüman tarafından yaşanılabileceğini ifade etmek ve bu konuda bir heyecan uyarmaktı. Hep bu niyete uygun üslup ve yaklaşımla meramımızı paylaşmaya gayret ettik.

Bu yazımızda ise tasavvufu tarif eden birkaç cümleyi daha aktarıp, sonraki yazılarımızda tevbe, sabır, takva gibi hayatımızda az çok ama bir şekilde hep olan hususları sırayla ele almaya başlayacağız. Böylelikle tasavvufun fıtrîliğine, herkes tarafından uygulanabilirliğine ve bunun gerekliliğine dikkatleri çekmeye çalışacağız.

Sufilerin efendisi Cüneyd-i Bağdadî’ye göre tasavvuf, “kesintisiz bir şekilde Allah ile beraberliktir.” Buna göre, zaten hep bizimle beraber olan, bize şah damarlarımızdan daha yakın olan Yüce Allah’ın bu yakınlığını duyup bu şuuru kaybetmeden yaşamak tasavvuf olmaktadır. Bu husus tasavvuf terminolojisinde ihsan, murakabe, maiyyet, kurbiyet gibi terimlerle de karşılanmaktadır.

Yine hazreti Cüneyd’e göre tasavvuf, “sulhu olmayan bir savaştır.” Hazret, nefis, şeytan, dünyanın cazibesi, ibadetlerde sürekli derinleşme, günahlardan uzak kalabilme, kalbi her an Yüce Allah’a yönlendirme gibi gayet zor ve bitmeyen mücadeleye atfen böyle bir tanımda bulunmuş olsa gerektir.

Amr bin Osman el-Mekkî “Kulun içinde bulunduğu anda işlenmesi en uygun olan işi yapmasıdır” diyerek tasavvufu tanımlamıştır. Bu husus ibnü’l-vakt deyimi ile özdeş olup kulun, “an”ı kaçırmadan yaşaması, hayatını anbean idrak etmesi, imar etmesi şeklinde anlaşılmıştır. Konunun tasavvuf kavramlarından hal ve makam ile de bağlantısı vardır.

Müzeyn, “Hakk’a gönülden boyun eğmektir” şeklinde tasavvufu tarif etmiştir. Her Müslüman Hakk’a boyun eğer. Fakat bu boyun eğişi “gönülden” yaptıran, kulu, itaatin ötesine geçiren, kulluğu bir zevk zemzemesi haline getiren yegâne şey, tasavvuftur, onun öğretileridir ki bu hususa geçen yazımızda kısaca değinmeye çalışmıştık.

Muhammed bin Ali el-Kassâb “kerim bir zamanda, kerim bir insandan kerim bir toplulukta bulunurken ortaya çıkan kerim bir ahlaktır” diyerek, tasavvufu Saadet Asrıyla irtibatlandırmış, böylelikle tasavvufun, Efendimiz (sas)’in ve arkadaşlarının yaşadığı İslam’dan ibaret olduğuna dikkatleri çekmiştir.

Hz. Bediüzzaman tasavvuf ile tarikat kelimelerini çoğu zaman aynı manada kullanmıştır. Ona göre “Tarikatin gaye-i maksadı, marifet ve inkişaf-ı hakaik-i imaniye olarak, Mirac-ı Ahmedînin (sas) gölgesinde ve sâyesi altında kalb ayağıyla bir seyr ü sülûk-i ruhanî neticesinde, zevkî, hâlî ve bir derece şuhudî hakaik-i imaniye ve Kur’âniyeye mazhariyet; ‘tarikat’, ‘tasavvuf’ namıyla ulvî bir sırr-ı insanî ve bir kemâl-i beşerîdir.” (Telvihat-ı Tis’a)

Hz. Üstada göre tasavvuf, insanı, Allah bilgisi ve iman hakikatleri noktalarında geliştiren bir özelliğe sahiptir. Bu gelişme, Efendimiz (sas)’in yaptığı miraca benzer. Allah Resulü’nün kendi miracıyla idrakler üstü bir inkişafa mazhariyeti gibi, mümin de tasavvuf sayesinde kendi çapında bir miraca, bir inkişafa mazhar olur. Bunu kalbiyle ve ruhuyla yapar. Aklen inandığı iman ve Kur’an esaslarını zevk eder, duyar hale gelir. Bütün bunlar onun kemalatını gösterir.

Hocaefendiye göre tasavvuf, “bir ölçüde beşerî sıfatlardan sıyrılarak, melekî vasıflar ve ilâhî ahlâka bürünerek, mârifet, muhabbet ve zevk-i rûhânî yörüngeli yaşamaktır.” (Tasavvuf/Kalbin Zümrüt Tepeleri) Bu, insanın, İslam’ın mesajını içselleştirebilmesi ölçüsünde değişim ve dönüşümünü başarabilmesidir. Bu başarı nispetinde de Allah ahlakı ile ahlaklanmak mümkün olabilecektir. Bu değişim ve dönüşüm hem Allah bilgisi, Allah sevgisi ve ruhani lezzetler eşliğinde hasıl olabilecek ve hem de yine bunlarla beraber derinleşebilecektir.

Cevher ve hakikat olarak iman, sıfatı itibarıyla islam, tatbik ve uygulama yönüyle ise ihsandan ibaret olan tasavvuf, gayretli bir mümine önce hedef gösterir. Bu hedef elbette Allah’tır, O’nun rızasıdır. Bununla birlikte, rızası hedeflenen Yüce Allah’a vasıl olabilmek, O’nu müşahede edebilmek, niteliksiz, niceliksiz duyup hissedebilmek de yüce bir hedeftir.

Tasavvuf, sonra, bu hedefe ulaşabilmenin yollarını gösterir gayretli mümine. Ona, kalben bir yolculuğa çıkması, ruhen bir mücahedeye girişmesi gerektiğini söyler. Hakk’a kul olmaya çalışmakla başlayan bu çileli ve yorucu yolculuk, O’na dost ve Bediüzzaman’ın ifadesiyle “ayine” olmaya doğru devam eder. İşte bu, manevi terakkinin yaşandığı, maksadın tahsil edildiği süreçtir. Bu süreçteki başarısı nispetinde insan, kemalat sahibi olur. İnsan-ı kamil olmak, hakiki bir mümin, tam bir Müslüman olmaktır, iman ve İslam’ın hakikatlerini içselleştirmek, özümsemektir.

Tasavvufun bu çileli ama bir o kadar da zevkli olan yolunda yürüyebilen mümin, İslamiyetin hakikatine ulaşır. Yaratılış gayesini gerçekleştirir. Ahsen-i takvime mazhar olur. İman ve amel kanatlarının ikisini de kullanıp kanatlanır, âlî makamlarda uçar ve henüz dünyada iken ebedi saadeti tatmaya başlar.

İnşallah haftaya “tevbe” deyip, tasavvuf terminolojisine ait terimleri teker teker ele almaya başlayacağız.

Diğer Yazılar

“Aç açabildiğin kadar sineni ummanlar gibi olsun. Kalmasın alaka duymadığın ve el uzatmadığın bir mahzun gönül”

 

M.Fethullah Gülen

Bu Sesi Herkes Duysun Diyorsanız

Destek Olun, Hizmet Olsun!

PATREON üzerinden sitemize bağışta bulanabilirsiniz.

© Telif Hakkı 2023, Tüm Hakları Saklıdır  |  @hizmetten.com 

Hizmet'e Dair Ne Varsa...

Sitemizde, tercihlerinizi ve tekrar ziyaretlerinizi hatırlayarak size en uygun deneyimi sunmak ve sitemizin trafiği analiz etmek için çerezleri ve benzeri teknolojileri kullanıyoruz. Tamam'a veya sitemizde bulunan herhangi bir içeriğe tıklayarak bu ve benzer çerezlerin/teknolojilerin kullanımını kabul etmiş olursunuz. Tamam Gizlilik Bildirimi

Privacy & Cookies Policy