İster cebri ister gönüllü hicret ettiğimiz yeni diyarlarımızda; Hocaefendimizin muştusunu verdiği bir “kazanma kuşağında” tahkik yolculuğumuzu sürdürmeye çalışırken bu hayırlı yolun riskleri adına bakın kendileri bizleri nasıl uyarıyor:
“İnsanın su-i zandan kurtulması bir yönüyle kendini sıfırlamasına bağlıdır. İnsanlığın İftihar Tablosu (sallallâhu aleyhi ve sellem) bir dualarında şöyle demiştir; “Allah’ım, beni benim gözümde küçük göster! (Misyonum itibarıyla) insanların nazarında ise büyük göster.” Biz, O’nun bu sözlerini rehberliğinin bir gereği sayarız. Zira O, kendini ne kadar küçük görürse görsün, büyüktür. Siz de, “Allah’ım beni bana küçük göster! İhlâsımda, rıza talebimde, hizmetimde, cehdimde ise çalımlı kıl!” diyebilirsiniz.
Günde elli defa kendimizi sıfırlayabilirsek başkalarının kusurlarıyla uğraşmaz, onlar hakkında su-i zanlara girmeyiz. Eğer bir kıymet-i harbiyemiz varsa, onu da başkaları söyler. Bununla ilgili bir beklentiye girmek, ayrı bir hastalıktır! Eğer başkalarının bir kısım olumsuz tavırları karşısında hemen kendi olumsuzluklarımızı düşünürsek, atf-ı cürümlerden ve su-i zanlardan kurtulmuş oluruz. İnsan şayet kendi kusurlarına bakmaz, onların tespitiyle meşgul olmazsa ömür boyu etrafta kusurlu arar da hiçbir zaman asıl suçluyu bulamaz.”
Su-i zan aynı zamanda gıybet, iftira ve koğuculuğun da tetikleyicisidir. Peygamber Efendimiz;
“(İnsanlar arasında laf taşıyan) Koğuculuk yapan kişi cennete giremez.” buyurarak gıybeti ve iftirayı yaymanın yani koğuculuk yapmanın insanı cennetten uzak tutacak kadar kul hakkını da içinde taşıyan çok büyük günah olduğu konusunda insanları uyarmıştır.
Yine Sevgili Peygamberimiz; “Kardeşin duyduğu veya yüzüne söylendiği zaman şöyle böyle kendisini rahatsız edebilecek her söz gıybettir.” diye buyurmuştur. Tabii ki medya da su-i zan okumak, yazmak da aynı şekilde gıybet ve iftira okumak ve yazmak gibi vebal ve günah kategorisine girer…
Bazen yargıladığımız bir abimiz, ablamız veya dostumuz dahi olabilir; onu iç dünyamızdaki yargı platformumuza alır, bize göre tahmin ederek suçlarını ve kusurlarını düşünür, içimizden “İşte böyle bu zat!” der ve kararımızı veririz. Karakter tahlilleri yapar, tek taraflı sonuçlar ortaya koyarız. Bu hayali mahkememiz o kadar acımasızdır ki muhatabımızın avukatı olmadığı gibi, yargılandığından haberi bile yoktur…
Hepimiz çok iyi biliriz: Bir arkadaşımızla ilgili olumsuz düşüncelerimizi birileriyle paylaşırsak ve bu anlattıklarımız gerçekse gıybet etmiş oluruz. Doğru değilse iftira etme gibi daha veballi bir duruma düşeriz. Kötü zannımızı içimizde tutarak sürekli nefret hükümleri verirsek ne olur peki. İşte bu da su-i zan olur.
Rabbimiz “Ey iman edenler, zannın çoğundan sakının; çünkü zannın bir kısmı günahtır.” buyurmaktadır. Âyette yasaklanan zannın bir kısmı, mü’mine karşı su-i zanda bulunmaktır ki bu hal haramdır. Âyette, su-i zannın haram olduğunun öncelikli söylenilmesinin hikmeti şudur: Su-i zanla başlayan menfi yaklaşım başka günahları doğurur. Su-i zan eden, aslında “bilinç altında” su-i zan ettiği kişinin o fiili yapmasını arzu edebilir. Bu menfi duygu, ayrı bir günah olan“tecessüse” kapı açar ve ardından bu zannını başkalarına anlatma noktasına gelirse; “Eğer söylediğin onda varsa gıybetini yapmış oldun; eğer yoksa bir de iftirada bulundun” Hadis-i Şerif’inin muhatabı olunabilir. Bu durumda “su i zan” günahı zamanla; “gıybet” ve “katmerli” bir günah olan “iftiraya” kadar gitmiş olur.
Sonuç olarak diyebiliriz ki; su-i zan birçok büyük günahın şiddetli tetikleyicisidir. Efendimiz (ASM); “Zandan sakının. Çünkü zan, sözlerin en yalan olanıdır.” ve “Su-i zan etmeyiniz! Su-i zan, yanlış karar vermeye sebep olur. İnsanların gizli şeylerini araştırmayınız, kusurlarını görmeyiniz, münakaşa, hased ve düşmanlık etmeyiniz, birbirinizi çekiştirmeyiniz, kardeş gibi birbirinizi seviniz! Müslüman Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, yardım eder. Onu kendinden aşağı görmez.” ifadeleriyle insanları şiddetle uyarmıştır.
Yazarımıza, “[email protected]” mail adresinden ulaşabilirsiniz.
YAZARIN TÜM YAZILARI İÇİN TIKLAYINIZ