Değerli dostlar, son günlerde hicrete zorlanan insanların umut ve ilham verici başarı hikayelerini anlatan “TUTUNANLAR” isimli videoları izliyorum. İzlerken göçmen kuşların karşılaştığı zorluklarla nasıl mücadele ettiklerini ve bu yolda ne kadar meşakkat çektiklerini seyredince bazen gözlerim doluyor.
En son Recep Gözaydın’ın hayat hikayesi olan altıncı bölümü izledim. Gözaydın, Amasya’ya bağlı Merzifon’un bir köyünde 1971 yılında doğmuş. Onun ilginç göç hikayesi gerçekten muhteşem.
Kendisi, çiftçi bir ailenin ilk çocuğu. İlk ve orta öğretimi köyünde bitirir. Sonra Konya Selçuk Üniversitesi matematik bölümünü bitirir. Türkiye’de önceleri dershane ve okullarda çalışır. Sonrasında ise yayın sektörüne geçer ve daha sonra üç yıl kadar Endonezya’da çalışır.
Tarihler, 2015’i gösterirken ülkeye geri döner. Fakat hiçbir şey bıraktığı gibi değildir. Daha önce çalıştığı birçok kurum kapanmıştır. Eski iş arkadaşlarının hepsi çok zor durumdadır. Artık karanlık yolda ilerleyen bir adam gibidir ve işin ilginç yanı bu karanlığın ne kadar süreceği de bilinmemektedir. O zaman anlar ki, sabrın en zoru, ne zaman biteceğini bilmediğin bir şeye sabretmektir. İşte o günlerde -çocuklar küçük olduğu için- tek başına Almanya’ya gitmeye karar verir.
Uzun bir yolculuktan sonra Berlin’e gelir. Altı ay sonra da çocukları gelir ve bir aile onları 3,5 ay misafir eder. O, her gün ev arasa da bulamaz ve bir gün sabrı tükenir. Zira o güne kadar çektiği bütün sıkıntılar bu ev bulma meselesini geride bırakır.
Kendisi bağlama çalmayı bilmektedir ve bu arada bir müzik grubu kurarak konserler vermeye başlarlar. Bu onu bir kilisenin papazı olan hanımefendiyle tanıştırır. Onun daveti üzerine kilisede iki tane türkü söyler ve söylediği parçaların Almancasını da bütün cemaate dağıtır.
Günler böyle devam ederken bir gün komşularına iftarı veren bir beyefendi onu iftara davet eder ve ondan bahçede mini bir konser vermesini ister. Sürekli gündeminde ev olduğu için bahçeye girince; “Allah’ım burası cennetten bir köşe mi? Acaba bana da buradan bir ev nasip olur mu?” diye iç geçirir. Birkaç gün sonra o muhitteki evlerden biri internette ilana düşer. Ancak daha önce yaptığı başvurular gibi bunun da dikkate alınmayacağını tahmin ettiği için bu sefer hayat hikayesini de yazar. Yazdığı hikayesini şöyle bitirir: “Biliyorum aradığınız kiracı ben değilim. Fakat bir gün bahçenizde bir konser vermiştim. O gün o kadar etkilendim ki ailemin tam da aradığı ve huzur bulacağı bir yer olarak düşündüm. Çünkü biz çok sıkıntılı bir süreçten geldik ve huzur bulacağımız bir mekâna ihtiyacımız var. Gene de her türlü kararınıza saygılıyım.”
Bu başvuruyu okuyan ev sahibi ertesi günü kendisini arar ve; “Hayat hikayenizden çok etkilendim. Bu yüzden bu evi size vermek istiyorum” der. Artık en zor meselesi halledilmiştir. Şimdi sırada mesleğini tekrar geri kazanmak vardır. Önce değişik yelpazedeki öğrencilere özel dersler verir. Bazı okullarda arkada oturup ders dinler. Bütün bunların yanında hem dil öğrenmeye çalışır hem de öğretmenlik için araştırmalar yapar. C1 sertifikasını aldıktan sonra bir okulda öğretmen olarak başlar. Okul yönetiminin gayretleriyle Mart ayında dersini dinleyen Bakanlık yetkilileri ona orada kalıcı çalışma izni verirler.
Gözaydın, bu okulun ilk günü yemekhaneye girdiğinde bir Alman öğretmenin karşısına oturur. Selamlaştıktan sonra tanışınca onun müzik öğretmeni olduğunu fark eder. Bu arada kendisinin de enstrüman çaldığını söyleyince öğretmen onu sınıfa davet eder ve orada birkaç parça söyler.
Bu samimiyetten sonra müzik öğretmeni onu yaptığı gece programlarına davet eder. O programlardan döndükleri bir gün bu öğretmen onu evine davet eder. O gün de kandil gecesidir ve kaldığı odada geceyi ihya eder. Sabah olunca onlardan önce kalkar ve sessizce güzel bir kahvaltı hazırlar. Sonra da onları uyandırır. Ev sahipleri kahvaltının hazır olduğunu görünce çok duygulanırlar.
Onun hikayesini YouTube üzerinden izlemenizi tavsiye ederim.
Evet, o, Almanya’ya ilk geldiğinde her şeyi sıfırdan başlayan bir matematik öğretmenidir. O güne kadar derslerde ve yazdığı kitaplarda sıfırı bir rakam olarak yazmıştır. Onun gerçek hayattaki anlamını ise ilk defa bu süreçte öğrenir. Zira artık geçmişi yoktur ve o güne kadarki bütün mesleki birikimi çöpe gitmiştir. Geleceği de yoktur, çünkü tünelin ucu hiç görünmemektedir.
Tam da bittim dediği bu noktada işte, Cenab-ı Hak, zihninde bir kıvılcım çaktırır. O kıvılcım kendisine şunu ilham eder: “Madem ben kendi dışımdaki dünyayı değiştiremiyorum ve buna gücüm de yetmez. O zaman bana ait olan kafamın içini değiştirmeliyim” der ve hızlı bir şekilde kendi kafasına yoğunlaşır ve bakış açısını değiştirir. Tabiri yerindeyse Yunus Emre’nin; “Bir ben vardır, benden içerü” dediği kendi içindeki diğer Recep Gözaydın’a: “Şu an elimizde ne var?” der.
İşte, orada elinde olanları tek tek sıralar ve der ki; “Cenabı Hak bana şu anda yepyeni özgür bir hayat lütfetmiş. O zaman özgürlüğü matematiksel olarak 1 yazmalıyım. Sonra özgürlüğün dışındaki her şeyi sıfır olarak belirlemeliyim.”
Malumunuz başında “1” olmayan sıfırlar hep sıfırdır. Netice olarak o, bakış açısını değiştirir ve ilk olarak sıfır değerindeki Almancayı 1’in arkasına koyar. Bir ev tutar onu da onun arkasına koyar. Ailesi buraya gelmiştir, mesleğe başlamıştır vs. derken o birin arkasındaki sıfırlar git gide çoğalır. Her şeyi sıfırdan başlayan Gözaydın’ın şimdi elinde on binlerle ifade edilen sıfırları vardır.
Şu an onun için başında “1” olan bütün sıfırlar çok kıymetlidir.
Bütün bu hikâyeyi niye mi yazdım? Kendimi ve bir de benim durumumda olan kardeşlerimin elindeki sıfırların önüne “1” koyabilir miyim düşüncesiyle elbette.
YAZARIN TÜM YAZILARI İÇİN TIKLAYINIZ