Sosyal medyayı takip edenler hatırlayacaktır. Suriye’deki Baas rejimi çöktükten sonra yıllardır hapishanelerde zulmedilen insanların hali pür melali ortaya çıktı. Bunun üzerine sözüm ona gazeteci olduğunu iddia eden keyfiyetsiz bir sürü borazan, o insanların acınası hallerini ajite ederek yazıp çizdiler.
Yanlış anlaşılmasın. Sednaya ve benzeri hapishanelerde yıllardır zulüm gören insanların dile getirilmesine elbette itirazımız yok. Haksızlık nerede ve kim tarafından yapılırsa yapılsın toplumun sesi olan gazeteciler mutlaka avazı çıktığı kadar sesini yükseltmeli.
Bizim itirazımız “Ele verir talkımı, kendi yutar salkımı” vecizesinde olduğu gibi Suriye zindanlarındaki zulümleri duyurmaya çalışanların, kendi ülkemizde yaşananlara karşı üç maymunu oynamaları.
Halbuki ülkemiz zindanlarının Suriye’dekilerden farkı ne ki? Aslında kendi ülkemizin hapishanelerinde yaşanan dramların Suriye’dekilerden geri kalır hiçbir yanı yok.
Alın size bir zalimlik örneği. 85 yaşındaki hayırsevere, ‘terör’ suçlaması!
Hadisenin yaşandığı yer Suriye değil, Balıkesir’in Burhaniye ilçesi hapishanesi…
Hapishane yapmakla övünenlerin zindanlarından biri yani. Ülkenin diğer yerlerinde olduğu gibi orası da istiap haddinden fazla mahkûmu barındırıyordur. Hepimiz tanıyoruz onları. Büyük çoğunluğu itibariyle mağdur ve mazlum…
Diğer bir ifadeyle yasaların öngördüğü herhangi bir ‘suçun mahkûmu’ değiller yani. Onların sicillerini araştırsanız trafik cezasından başka bir suç isnadı bulamazsınız…
İşte onlardan biri… Adı Mustafa Erkam Yeşiltuna…
Edremit ahalisinden, emekli öğretmen. Nüfus kâğıdında ‘1941’ yazıyor. Vaktinde yazılmayan yaşıyla kabaca ‘85’ diyebilirsiniz.
Halbuki, 80 yaşın üzerindekiler dünyanın her yerinde pir-i fani kabul edilir ve denetimli serbestlik verilir. Nitekim Hizmet mensubu olmayan bazı sanıklar hem sağlık durumları dikkate alınarak hem de yaşlarından dolayı salıverildiler. Ancak hizmet mensuplarına gelince bu karar uygulanmadı ve Mustafa Erkam Yeşiltuna da bu uygulanmayan kararın bir neticesi olarak öldü.
O, emekli olduktan sonra vurdumduymaz kimselerin yaptığı gibi köşesine çekilmez, kendini hayır, hasenat işlerine adar. Adı bile ‘Hayır İşleri Hizmet Vakfı’ olan bir kuruluşta gecesini gündüzüne katar. Fakir öğrencilere erzak ve yemek toplamak için didinir. 15 Temmuz sonrası vakıf kapanınca Yeşiltuna ‘potansiyel suçlu’ ilan edilir.
Böyle bir vakıfta nasıl bir suç işlenebilir ki… Fakat bunu kime soracaksın? Ve kim cesaret edip sana cevap verecek…
İlerlemiş yaşına rağmen Yeşiltuna önce gözaltına alınır ve sonra tutuklanır. Hakkında ‘silahlı terör örgütü üyeliği’nden soruşturma açılır.
Savcı iddianame yazar, hakimler karar verir ve talebeye, fakir fukaraya yardım etmek ‘örgüt’ suçuna ‘delil’ sayılır. Mahkeme işi uzatmaz ve 6 yıl 3 ay hapsine karar verir. İstinaf veya Yargıtay dosyayı bozar düşüncesiyle itiraz edilir.
Fakat heyhat… Edremit’te olmayan hakimler, Ankara’da da yoktur.
Yargıtay yerel mahkemenin kararını onar. Artık başka itiraz mercii kalmamıştır. Dolayısıyla Yeşiltuna, ilerlemiş yaşı ve rahatsızlıklarına rağmen hapse götürülür.
Demansı ilerlemiş, Alzheimer aşamasına gelmiştir. Bu yüzden kendi ihtiyaçlarını göremeyecek kadar acizdir.
Onun bu durumunu gören Burhaniye Cezaevi idaresi ya insafından ya da mesuliyet almak istemeyişinden olsa gerek, tedavi için İzmir’e sevk eder.
Yeşiltuna, mahpusların ‘tabut’ dediği cezaevi aracına bindirilerek, elleri kelepçeli kilometrelerce yol götürülür. Ona nezaret eden görevlilerin içi parçalansa da el-mahkûm vazifeyi ifa ederler. Allah inayet eder, korkulan olmaz ve İzmir’e sağ salim iner ve nihayet doktorların huzuruna çıkarılıp muayene edilir…
Fakat tedavisine imkân yoktur. Ve tekrar gerisin geriye Burhaniye Hapishanesi’ne yollanır. Yönetim ne yapacağını şaşırır. Hala insaflı insanlar vardır ve hapishane yönetimi son çare olarak ‘kurula’ sevk eder. Fakat karar oradan da ‘Hapishanede yatabilir, sakıncası yoktur’ yönünde çıkar.
Kimsesiz ve sahipsiz olup sesini duyuracak birileri yoktur. Durum bu olunca kaderine boyun eğmekten başka elinden bir şey gelmez.
O, Sezai Karakoç’un ‘Sakın kader deme kaderin üstünde bir kader vardır, Ne yapsalar boş göklerden gelen bir karar vardır’ mısralarını çok iyi bilmektedir. Dolayısıyla kaderine razı olarak hapishanede gün saymaya başlar.
Günler acz içinde geçip giderken 12 Aralık sabahı uyanır. Vakit girmiştir. Namazına duasıyla beraber eda ettikten sonra tekrar yatağına döner ve istirahate çekilir.
Sabah saat 08.00’da koğuş mutat sayım için toplandığında 1 kişi eksiktir. Hemen onun yatağına koşar arkadaşları…
Yeşiltuna yatağında hareketsiz yatmakta olup artık bedeni soğumaya yüz tutmuştur.
Maalesef Yeşiltuna yürüyerek girdiği Medrese-i Yusuf ’iyeden tabut içinde çıkar. Kimdir bunun sorumlusu? Hapiste ‘Yatabilir kararı verenler’ aynı zamanda ölüm fermanını da imzalamış olmuyor mu? Mahşerde bunun hesabı sorulmayacak mı?
Şam’da Sednaya Hapishanesi’nde zulmedilen insanların yasını tutanlar Burhaniye ve benzeri hapishanelerde yaşanan bu tür zulümleri ne zaman görecek?
Ölüm haberini alan ailesi zaten perişandır. Yeşiltuna’nın cenazesi iki gün sonra bir garip olarak ‘sessiz sedasız’ kaldırılır.
Ve bu süreçte çok tekrar edildiği gibi bir hesap daha ahirete kalır…
YAZARIN TÜM YAZILARI İÇİN TIKLAYIN