’Siyah İncileri’ni bırakmayan Tanzanyalı ‘Deli’ Erkan

Yazar Mehmet Yavuz Şeker

Deli dediler ona; oysa hicret erlerinin Kara Kıta’daki ‘veli’si bir esnaftı Erkan Çağıl. Erzurum’dan Doğu Afrika’ya uzanan; Türk koleji bahçesinde, iki ağacın arasında biten Hakk’a yürüyüş hikâyesi.

Erkan Çağıl, siyah incinin bağrındaki beyaz elmas. Tanzanya’ya kazanmaya değil, kazandırmaya gitmiş; almaya değil vermeye gitmiş bir gönül eri. Düzen kurmaya gitti; düzenini bozup gitti dediler. Deli dediler ona; oysa hicret erlerinin velisi olmaya gitmişti. Türk kolejinin bahçesindeki iki ağacın arasına bir dağ gibi gömülmüş olan Erzurum asıllı esnaf Erkan Çağıl’ı anlatmak o kadar zor ki. Adem Tatlı olmadan, Yasin Çalkım olmadan onu anlamak o kadar zor ki. Yolcuların her birinin bir hikâyesi var; ama kervan hepsinin ortak hikâyesidir. Erkan Çağıl doksanlı yılların sonunda katıldığı bu kervanın Tanzanya’ya emanet ettiği aziz bir hatırası bugün. Bu hatıranın büyük kesimi Anadolu’da yazılmıştır.

Aile arasında Hakan ismiyle bilinen Erkan Çağıl Erzurum’da dünyaya gelir. İkisi kız beşi erkek yedi kardeşin beşincisidir. Ablaları ve ağabeyleri vardır; ama kardeşi Metin Çağıl’ın ifadesiyle ağırbaşlılığı ve bilgeliğiyle ailenin büyüğü gibidir. 20 yaşına kadar Erzurum’da ikamet eden Erkan Ağabey, askerlikten sonra İstanbul’a gelir. Metropolün varoşlarından Sultanbeyli’ye yerleşir. Burada oto tamir işine girer ve ilerleyen yıllarda kendine bir dükkân açar. Hemşerisi ve sonraları kader ortağı Murat Karakaya ile bu senelerde tanışır. Dükkânları yan yanadır. Karakaya Türkiye’de ve yurtdışında coşkuyla devam eden eğitim faaliyetleri bünyesinde koşuşturan bir arkadaş grubuna dahildi. Erkan Çağıl’ın bu konulardaki hassasiyetini fark edince onu da davet eder bu kutlu halkaya. Erkan Ağabey sanki bu teklifi beklemektedir. “Her ne kadar hizmetle tanışması tarih anlamında bizlerden sonra da olsa, kısa sürede geldi ve hepimizi geçti. Meseleleri öyle sahiplendi ki artık önden koşan o, takipte zorlanan biz olduk” diyor Karakaya.

Erkan Çağıl ile Murat Karakaya arasındaki iş ortaklığı ve arkadaşlık artık gönül birliğine dönüşmüştür. Mütemadiyen eğitim hizmetleri konuşulmakta, tartışılmakta ve yeni açılımlar tasavvur edilmektedir. Koşuşturmaca devam ederken 2001’de bir Tanzanya gezisine katılır Karakaya ve Çağıl. Oradaki faaliyetlerden Karakaya etkilenmiştir; ancak Erkan Ağabey’i saran duygu etkilenme ifadesiyle adlandırılamayacak kadar büyüktür. Adeta vurulur Tanzanya’ya ve ‘siyah inci’ diye tanımladığı ülke insanına. Kendini o kadar Tanzanya ile bütünleştirir ki her gittiği yerde memleketini soranlara ‘Tanzanya’ diye cevap vermeye başlar.

Ashab-ı Kiram Misali Uzaklarda

Eşi Arzu Çağıl, Tanzanya ziyareti sonrası Erkan Ağabey’in hâlet-i rûhiyesini şöyle anlatıyor: “Geldi, ağladı, ağladı. Gözünün yaşı hiç durmadı. Oralara gitmeyi kafasına koymuştu. ‘Ben gideceğim, sen de gelirsen başımın üzerinde yerin var’ diyordu. Benden, ‘Gelirim; göreceğimiz varsa birlikte görürüz’ cevabını alınca da çok sevinmişti.”

Eşini ikna ettikten sonra sekiz yaşındaki oğlu Haluk’a da kararını açar Erkan Ağabey; evladının sevincini görünce aşkı-şevki daha bir artar. Ağabeyi Metin ve kardeşi Hacı Çağıl’ın “Peygamber Efendimiz’in izinden giden Ashab-ı Kiram misali yollara düşülse fena mı olur? Niye engel çıkartıyorsunuz, sıkıntı çekmeyen Müslüman olur mu? Hem cennet ucuz mu?” sözleri Erkan Ağabey’in kararını eleştirenlere en güzel cevaptır. Yine de anlamayıp ‘Bunlar deli’ demektedir, çokları.

Hepiniz Tanzanya’ya Gitmek İsteyeceksiniz

Delilik ithamı Erkan Çağıl’ın hayatına yeni girmiş değildi. Arzu Çağıl o günlerde yaşananlar hakkında şunları söylüyor: “Allah’a şükür hiç çalışılmasa eldeki varlıkla bir ömür geçirilebilirdi. Siz tüm bu düzeni yıkıp yollara düşüyorsunuz. İnsanlar anlayamıyor, ‘deli’ diyordu bize.” Erkan Çağıl’ın bu eleştirilere cevabı ibret vericidir: “Erzurum’dan kalkıp İstanbul’a gelince tüm tanıdıklarım ‘memleketini bıraktı deli bu’ dedi. Sonra Sultanbeyli’ye gelince ‘koca şehirde bula bula burayı mı buldu bu deli’ dediler. Sonrasında bu lafları edenlerin tamamı önce İstanbul’a, ardından Sultanbeyli’ye gelip yerleşti. Şimdi ben gidiyorum, adım deliye çıktı. Ancak gün gelecek başta Tanzanya hepsi dünyanın dört bir yanına gitmek üzere yola düşecek.”

Nihayetinde kararını, yârânı Murat Karakaya’ya açar ve “Ezeoğlu, var mısın Tanzanya’ya hicret edelim?” der. Ezeoğlu tabirinin Erzurum ağzında teyze oğlu anlamına geldiğini belirten Karakaya’nın gözleri o anı hatırlayınca doluyor: “Bizim oralarda teyze, anne yarısı; evladı da kardeş gibidir. O itibarla herkes ezeoğlu olamaz. Teklifini duyunca hiç düşünmeden tamam dedim. Zaten öncesinde hicret niyetiyle Yemen’e gitmiş; ancak şartlar elvermeyince geri gelmiştim. O gidişin tadı hâlâ benliğimdeydi.”

Acelesi vardır Erkan Çağıl’ın. Bir an önce gidip yerleşmek ister. Sanki orada kendini bekleyen kaderin gecikmesinden endişe etmektedir. Gitmeli, hemen düzen kurmalı, gerisini beraberindekilere bırakmalıdır.

Yo Oraya Ulaşmadan Vefat Edersem?

Murat Karakaya ve Erkan Çağıl düzen kurmak amacıyla ailelerini yanlarına almadan 2005 Kasım’ında yola çıkarlar. Gider gitmez şirket kuruluşu ve ikametgâh hazırlıklarına başlarlar. Erkan Ağabey’in hızlı temposuna karşın yöre halkı çok ağırkanlıdır. Bu sebeple şirketin kuruluşu ve düzenin oturması uzun zaman alır. İki zorlu ayın ardından işler bitince ailelerini getirmek için Türkiye’ye dönerler.

Türkiye’de işlemler hızla yürütülmektedir. 22 Şubat 2006’da Erkan Çağıl’ın eşi ve çocuklarının vizesi tamamdır. Ancak Çağıl Ağabey’in şeker hastası annesi aynı gün komaya girer. Bu ani gelişme tüm hazırlıkları altüst etmiştir. İki günlük sekerât devresinin akabinde annesi vefat eder. Cenaze sebebiyle Tanzanya’ya gidiş ertelenir. Annesini rahmet-i Rahman’a teslim eder etmez ‘Ben gidiyorum.’ der Erkan Çağıl. Ortağı Murat Karakaya’nın “Ezeoğlu acele etme gideriz, daha tam anlamıyla düzen yok oralarda,” sözlerine Erkan Çağıl’ın cevabı, çevresindekileri asr-ı saadet atmosferine taşır: “Ya uçağa binemeden, Tanzanya’ya ulaşamadan vefat edersem?” Ya Mekke’nin fethini takip eden günlerde Medine’ye dönemeden vefat eden Sa’d bin Havle gibi menzil-i maksuduma ulaşamadan ölür gidersem?.. Ya Avrupa’nın kapılarını zorlamaya hazırlanan Yavuz Sultan Selim gibi hayallerimin kapılarını açamadan ruhum kabzolunursa? Bu söz, önden giden atlıların sözüdür. Hep bir geç kalmışlık hissiyatı içinde seğirten, ‘Bizde icmal-i fikirden sonra aksiyon esastır’ diyen, ışığa gem vurup da binen ‘bizimkilerin’ sözüdür…

‘Sana Görev Verildi’

Çağıl ailesini Tanzanya’nın başkenti Darüsselam’da Türk Koleji yetkililerinden Ali Demirbaş karşılar: “Onların gelişini hiç unutmuyorum. Erkan Ağabey’in, Arzu Abla’nın, oğulları Haluk’un hatta kızları Tuğba Nur’un ellerinde, omuzlarında çantalar, valizler. Zaten yaptıklarına anlam veremiyorduk. Hadi öğretmenler, belletmenler geliyordu. Ama tüm düzenini bozup bir esnafın gelmesini bir türlü anlayamıyorduk.”

Öğretmen arkadaşları aileye bir öğrenci yurdunda yer ayırmışlardır. Dört ay burada kaldıktan sonra evlerine geçerler. Arzu Çağıl ilk günlerin zorluklarına sabretmektedir. Neticede kendini teselli eden eşi yanındadır. Ancak sıkıntılı geçen günlerden birinin akşamında gönlünden ‘Ne işimiz var burada.’ düşüncesi geçer. Anlık bir şeydir ve üzerinde durmayıp istirahata çekilir. Yüreğini gölgelemeye kalkan düşüncenin cevabını gördüğü rüya ile alacaktır: “Bir ulu hocaefendi vardı ve yanında bu eğitim hizmetlerine emeği geçen ağabeyler. Hocaefendi bana ‘Sana görev verildi. Beni takip et’ dedi. Sonra çok büyük kapıların önüne geldik. Hocaefendi kapıyı açtı, önce kendisi geçti, sonra beni çağırdı. Ardımızdan da bu hizmetlere gönül vermiş ağabeyler geliyordu. Böyle birkaç kapı geçtik, her seferinde Hocaefendi, ‘Gel!’ diyordu.”

Uyanınca rüyasını eşine anlatır Arzu Hanım. “Çok güzel bir rüya görmüşsün. Ben görmeyeceğim; ama güzel şeyler olacak. Allah bize bir lütufta bulundu. Değerlendirmemiz lazım” cevabını verir eşi…

 

Tanzanya Savaşa Girse Ben de Katılırım

Kısa sürede çevre edinir Çağıl ailesi. Neredeyse her hafta sonu arkadaşlarıyla ve yeni komşularıyla pikniğe gitmekte, pikniklerde yeni dostlar edinmektedirler. Ancak Erkan Ağabey’in yüreğinde hep bir burukluk vardır. Nüfusunun çoğunluğu Müslüman Tanzanya’da büyük bir cami ve üniversite bulunmayışı düşündürmektedir onu: “Şöyle büyük bir cami yapsak, görenler hayran kalsa, gelse baksa. Şükür Allah’a anaokulumuz, orta ve lise tahsili veren eğitim kurumlarımız var; bir de ismi ‘Kara Elmas’ olacak üniversite lazım ki…”

Kendini Tanzanya’ya adama sadece Erkan Bey ve eşinde görülmez. Aralarında Çinli ve Taylandlıların bulunduğu okulda yerli arkadaşlarıyla oğulları Haluk iyi bir dostluk kurmuştur. O da babası gibi kendini Tanzanyalı hissetmektedir. Bir gün öğretmeni “Tanzanya, bir ülke ile savaşsa siz de katılır mısınız?” sorusunu yöneltir sınıfa. Çinli ve Taylandlı öğrenciler hiç ilgilenmezken Haluk, “Savaşırım, çünkü ben de Tanzanyalıyım artık,” deyince başta öğretmeni tüm arkadaşlarının gönlünü fetheder.

‘Ecel Teri Bu, Ecel!’

O gün ortağı Murat Karakaya ve ailesiyle pikniğe gidecektir Erkan Çağıl. Mesire alanına yakın bir yerde üniversite arazisi de bakacaklardır. Evden çıkmadan üzerinde bir gariplik vardır ve devamlı terlemektedir. Eşi Arzu Hanım anlam veremez buna; ama Erkan Ağabey hissetmiştir sanki akıbetini: “Ecel teri bu Arzu, ecel.”

Üstündeki durgunluğu ortağı da fark etmiştir: “Piknik yerine geldik. Daha önce her işe elini atan Ezemoğlu bu sefer bir köşeye çekildi. Ben bugün seyredeceğim diyordu.” Yemekler yenilince üniversite arazisine bakmak için yola çıkarlar. Murat Bey rahatsızlandığı için gidemez. Kısa süre sonra elim kaza haberi gelir. Karakaya o anı şöyle anlatıyor: “Baş ağrısı tutmuştu beni. Artınca ayrılmaya karar verdim. Otoparka yönelmiştim ki Erkan Ağabey’in oğlu Haluk geldi ve ‘Murat Amca; telefon geldi, ağabeyler gitti’ dedi.”

Takla atmıştır Erkan Çağıl ve beraberindekileri taşıyan araç. Erkan Ağabey’in dışardan gözüken yarası yoktur. Ancak hastaneye ulaşılınca gerçek öğrenilecektir. Karaciğeri zedelenmiştir. Dört saat süren bir ameliyat neticesinde karaciğerinin üçte biri alınır. Ameliyattan çıktığında morali yerindedir. Hatta Türkiye’deki yakınlarına haber verdiği için şaka yollu kızar ortağına. Sekiz günlük hastane devresi böyle başlar. Her şeyde bir hikmet arayan yüreği, kazaya da aynı zaviyeden bakar. Sonrasında kendince çözer hikmetini, şer gözüken olayın.

Hıristiyan Öğrencinin Gözyaşları

Polonya kökenli İtalyan vatandaşı yaşlı bir kadın da tedavi görmektedir hastanede. Ancak geleni gideni yoktur. Onun mahzunluğunu fark edince Erkan Çağıl ve çevresindekiler ilgilenirler. Hatta bir gece “Bizde büyüğe hürmet vardır. Burada bizim büyüklerimiz yok. Siz bizim anneannemiz, babaannemiz olur musunuz?” denilince kadının gözlerinden yaşlar süzülür. Umudu vardır Erkan Çağıl’ın, “Ezeoğlu bizim buraya gelmemizin hikmeti bu kadın. Allah bu kadına iman nasip edecek, o Müslüman olacak. Ona ilgi gösterelim” diye sıkı sıkı tembih eder Murat Karakaya’ya.

Tanzanya, Erzurumlu yiğidi misafir edeli daha beş ay olmuştur; ancak hastaneye gelen ziyaretçilerin renkliliği şaşırtmaktadır Erkan Çağıl Ağabey’in yakınlarını. Türk okulunda okuyan Hıristiyan bir kız öğrencinin gözyaşlarını ise hâlâ unutamıyor Karakaya: “Öyle bir ağlıyordu ki, sanki babası kaza geçirmiş. Öğretmenine demiş ki, ‘Ben Müslüman arkadaşlarım gibi dua edemiyorum; kendi itikadımca Erkan Ağabey’in iyileşmesi için dua etsem olur mu?'”

‘Ben Sana Yukarıdan da Yardım Ederim’

Hastanede kaldığı sürede en çok Risale-i Nur’un 23’üncü Söz bahsindeki “Hakiki imanı elde eden adam kâinata meydan okuyabilir” cümlesini tekrarlamaktadır. Son günlerde ise sıkılmış, vaktinin dolduğunu düşünüp evine gitmek istemiştir. Ortağı Karakaya devamlı “Böyle tez havlu atma yok, daha burada yapılacak çok iş var. Böyle konuşup da bizi korkutma, kendini bırakma” deyince “Ben sana yukarıdan da yardım ederim Ezeoğlu” cevabını verir. Bir ara ağırlaşır, gözü yaşlı açar ellerini semaya ve “Ya Rabbî! Efendimi, Üstadımı görmek istiyorum” diye niyaz eder.

Oğlu Haluk Çağıl, babasının hastaneye gelişinin sekizinci gününde bir rüya görür. Baba oğul bir arabaya binip Türk kolejinin bahçesine gelmişlerdir. Bahçedeki iki ağacın yanında kazma, kürek vardır. Ağaçların arasında açılan çukurdan nur yayılmaktadır. Erkan Çağıl oğluna döner ve “Sakın ağlama, ağlayanları da ikaz et. Her şeyi sana emanet ettim” diyerek açılan çukura girer. Aynı dakikalarda ağırlaşır Erkan Ağabey ve ruhunu Rahman’a teslim eder.

Türk Kolejinin Bahçesindeki Mezar

Türkiye’ye haber verilir ve Erkan Bey’in ağabeyi Metin Çağıl onbir arkadaşıyla yola çıkar. Hüzünlü ağabey havaalanında kendilerini karşılayan 10 yaşındaki yeğeninin metanetini görüp bir gece önceki rüyasını dinleyince kendini toparlar.

İlk iş, cenazenin nereye defnedileceğine karar vermektir. Akrabalar Türkiye’ye gönderilmesi hususunda ısrarcıdır. Murat Karakaya ve Metin Çağıl ise merhumun Tanzanya’ya defnedilme arzusunu hatırlatmaktadır. Nihaî karar Erkan Ağabey’in eşi Arzu Hanım’dan gelir: “Rahmetlinin vasiyeti var, buraya defnedilecek.”

Karar verilmiştir ama mezar nereye kazılacaktır. Bu sefer Türk kolejinin yöneticileri “Burada Hıristiyan okullarının bahçesinde mezarlar var. Biz de ağabeyimizi okulun bahçesindeki iki ağacın arasına defnedelim.” teklifini getirirler. Tarif edilen yer, Haluk Çağıl’ın rüyasında gördüğü, Erkan Çağıl’ın vefat etmeden önce ortağı Karakaya’ya “Ezeoğlu şu iki ağacın arası çok güzel esiyor. Ölsek bize burayı verirler mi?’ dediği yerdir.

Beşinci Risaleyi Oku!

Cenaze töreni rahmet yağmurlarının ardından açan güneş altında yapılır. Tanzanya’nın emekli Cumhurbaşkanı Ali Hassan Mwinyi cenaze namazını kıldırır. Ayrıca Tanzanya’nın manevî dinamiklerinden Şeyh Nurdin Şazelî ve İsmail Muhammed Salim de katılır merasime.

Herkes üzgündür, ancak en ağır darbeyi Arzu Çağıl almıştır. Eşini, dayanağını toprağa vermiş, hicret ellerinde yapayalnız kalmıştır. Rûhundaki eziklik bir gece gördüğü rüya ile giderilir: “Yeşiller içinde iki katlı bir evdeyiz. Erkan vefat etmiş, evin bir odasında cesedi yıkanmaktaymış. Aksakallı yaşlı biri geldi ve ‘Kızım sen git, ben başındayım,’ dedi. Kalma ısrarım devam ederken sadece yüzü açık vaziyette kefenlenmiş Erkan’ı getirdiler. Birden gözlerini açtı ve ‘Arzu Beşinci Risaleyi’ oku dedi. ‘Sen ölmedin mi, yaşıyor musun?’ diye sordum. O devamlı beşinci risaleyi oku diyordu. Seni bırakmayacağım, beraber kalalım diyorum, bembeyaz yüzüyle sonra gelirsin diye cevap veriyordu.” Defnedilirken yüzüne sirayet eden tebessüm rüyada da kendini göstermiştir. Erkan Ağabey’in rüyada ısrarla okunmasını istediği Beşinci Risale olan ‘Beşinci Mesele’ Şükür Risalesi’dir ki rahmetin rengini göstermekte.

Şimdilerde Tanzanya’nın başkenti Darüsselam’daki okulun bahçesine girenleri mezarıyla selamlıyor Erkan Çağıl.

 

Diğer Yazılar

“Aç açabildiğin kadar sineni ummanlar gibi olsun. Kalmasın alaka duymadığın ve el uzatmadığın bir mahzun gönül”

 

M.Fethullah Gülen

Bu Sesi Herkes Duysun Diyorsanız

Destek Olun, Hizmet Olsun!

PATREON üzerinden sitemize bağışta bulanabilirsiniz.

© Telif Hakkı 2023, Tüm Hakları Saklıdır  |  @hizmetten.com 

Hizmet'e Dair Ne Varsa...

Sitemizde, tercihlerinizi ve tekrar ziyaretlerinizi hatırlayarak size en uygun deneyimi sunmak ve sitemizin trafiği analiz etmek için çerezleri ve benzeri teknolojileri kullanıyoruz. Tamam'a veya sitemizde bulunan herhangi bir içeriğe tıklayarak bu ve benzer çerezlerin/teknolojilerin kullanımını kabul etmiş olursunuz. Tamam Gizlilik Bildirimi

Privacy & Cookies Policy