Ramazan ve Zaman

Yazar Rasim Haner
ZAMAN NEDİR?

Zaman, mekânın dört boyutundan biridir. Diğerleri ise en, boy ve yükseklik (derinlik) olarak bilinir. Beşinci bir boyut olarak şuurdan da bahsedilir.
Zaman, soyut bir varlık olsa da mekânın bir boyutu olması yönüyle hep somut neticeler verir. Mesela zamanını düzenli kullanan biri, işlerini istediği zamanda yetiştirir. Mesela pek çok konu zamanla daha iyi anlaşılır. Zaman öylesine akıp gidiyor gibidir ama olayların aydınlanmasında zamanın akıp gitmesine ihtiyaç vardır. “Zaman en büyük müfessirdir (yorumcudur)” sözü de burada manasını bulur. Öyleyse zaman bir boşluk değildir. O, sırlarıyla, zengin manalarıyla gelir, isteyene, talip olana, gayret edene maddi manevi zenginlikler dağıtır. İnsan, zamanın içinde ne tür zenginlikler olduğunu iradesiyle yaşayarak görür.

ZAMANIN DEĞERİ

Zamanın değerini ifade etmek için en değerli eşyaların ismini kullansak, altın, elmas, mücevher gibi sıfatlarla onu tarif etmeye çalışsak bile onun gerçek değerini ortaya koymuş olamayız. Zira o, en küçük parçasıyla her zaman mücevherler üstü bir değere sahiptir. Çünkü bütün geleceğimizi onu değerlendirerek inşa ederiz. Dünyadaki kazançlarımızı onu değerlendirmek suretiyle elde ederiz. Bu açıdan ‘boş zaman’ tabiri konuşma esnasında sözün gelişi olarak kullanılsa da aslında isabetli bir ifade değildir. Çünkü zamanda boşluk yoktur, zamanın kendisi de boşluk değildir.

Bir hadiste “Âdemoğlu zaman söver durur. Halbuki zaman Benim. Gece gündüz benim elimdedir.” (Buhari, Edeb 102) buyurulur. Türkçe’de “Allah zamandır” şeklinde bir cümle kursak bunu ilk anda anlamakta zorlanırız ve olduğu gibi kabul edemeyiz. Ancak bu tür cümleler temel kaynaklarımızda bazen kullanılmış olup, Araplar tarafından yadırganmamış ve anlaşılması gerektiği gibi anlaşılmıştır. Bu cümlenin açık manası şudur: “Zamanı yaratan Allah’tır. Geceyi ve gündüzü O evirip çevirir.” Fakat ifade o kadar vurguludur ki, zamanın değerini anlatmak için Cenab-ı Hak, “Zaman Benim” demiştir. Öyleyse zamana muhatap olurken Allah’a muhatap olma şuuru içerisinde bulunmak gerekir.

Zamanda bir sır vardır. O sırrı keşfedenler onu çok iyi değerlendirir ve kısa zamana pek çok iş sıkıştırabilirler. O sır ise zannediyorum, zamanın insanın değerlendirmesine göre şekilleniyor olmasıdır. Eğer insan zamanın her bir parçasını iyi değerlendirirse onun kendisine neler kattığını bizzat tecrübe edecektir. Nitekim bütün başarılı insanlar; buluş yapmış kaşifler, nice ürün vermiş bilim adamları, sistem kaldırıp sistem kuran idareciler, hep zamanı iyi değerlendirerek bu işleri başarmışlardır.

ZAMANIN MADDİ İZAFİLİĞİ

Zaman izafidir, görecelidir. Yani zaman mekâna ve cisimlerin hareketine göre değişiklik arz eder. Bu izafilik fizik sahasında bilinen bir mevzudur. Hatta zamanın izafiliği fiziğin önemli konularından ve buluşlarından biridir. Fakat fizikte mesele tamamen maddi yönüyle ele alınır. Mesela dünyadaki bir saatle uzaydaki bir saatin mukayesesi yapılır.

Fiziken zamanda farklılık olduğu muhakkaktır. Bu farklılık ve izafilik Kur’an’da, ‘gün’ kelimesi üzerinden farklı sayılarla ifade edilir. Bir ayette “Bilin ki Rabbinizin ölçüsüyle bir gün, sizin hesabınıza göre bin yıl gibidir.” (Hac suresi, 22/47) buyurulur. Başka bir ayette yerdeki işlerin Allah’ın huzuruna bin yılda yükseldiği ifade edilir. (Secde suresi, 32/5). Bir diğer ayette ise “Melekler ve Rûh, O’nun arşına; miktarı elli bin sene olan bir günde yükselirler.” (Mearic suresi, 70/4) şeklinde farklı bir zaman algısından bahsedilir. Daha başka ayetlerde ise gece ve gündüzden oluşan zamana, yani bizim içinde yaşadığımız güne ‘gün’ denmektedir. (Bakara 196, Âl-i İmran 41, Mâide 89).

Ayetlerden anlaşıldığına göre, zamanın bir parçası olan ‘gün’ün, bir bizim tarafımızdan yaşanan şekli, bir Allah katındaki süresi bir de melekler tarafından yaşanan hali vardır. Aynı kelimeyle ifade edilen zaman parçası, üç ayrı durum için üç ayrı şekilde tecelli etmektedir.

Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), kıyamet yaklaştıkça zamanda yakınlaşma olacağını bildirir. (Buhari, Cuma 103). Yani eskiden uzun zamanda yapılan işler, kıyamete yakın zamanlarda kısa vakitte yapılabilecektir. Nitekim bugün öyle olmaktadır. Mekân birbirine yaklaştıkça, mesafeler kısaldıkça, yani hız arttıkça zaman yavaşlamakta ve bir gün içinde bir aya sığacak faaliyet yapılmaktadır.

ZAMANIN MANEVİ İZAFİLİĞİ

Zamanın bir de insanın algısı, yoğunlaşması, manevi olarak yükselmesi, buut değiştirmesi gibi hallerine göre oluşan manevi izafiliği vardır. Ahiretteki insanların, aralarında dünyada bir gün ya da günün bir kısmı kadar kaldıklarını konuşmaları (Mü’minûn 113), Ashab-ı Kehf’in mağarada 309 yıl kalmalarına rağmen bir gün ya da bir günden daha az bir zaman kaldıklarını söylemeleri (Kehf, 19) zamanın bu tür izafiliğine birer örnek olsa gerek. Birinci örnekte, ahiret hesabına göre dünya hayatı en fazla bir güne denk gelir. İkinci örnekte ise Ashab-ı kehfin bedenleri için orada adeta zaman durmuş ve ancak bir gün kadar kalmışlardır. Halbuki normal hayatta tam 309 yıl geçmiştir. Bu iki örneğin de zamanın mekâna bağlı izafiliğine dahil olduğu düşünülebilir. Ancak meselenin insan algısı ve yoğunlaşmasıyla da sıkı irtibatı vardır.
Rüyalarda zaman daha farklı cereyan eder. Rüyada görülen çok uzun olaylar zinciri, tespite göre sadece birkaç saniyede görülür. Fakat dikkat edersek rüyada da insanın farklı bir buudda yaşadığı zaman farklılığı söz konusudur.

Zamanın manevi izafiliği, bize sufi literatürdeki bast-ı zamanı yani zamanın genişlemesini hatırlatır. Sufiler, zamanın en küçük parçasını ifade etmek için ‘vakt’ kelimesini kullanırlar. Onlar zamanın en küçük parçasını dahi değerlendirmeye ve Allah’tan gelecek “bir anlık” tecellileri bile kaçırmamaya çalışırlar. Bu gayret ve konumlarından dolayı da onlara ‘ibnü’l-vakt’, yani vaktin çocuğu denilmiştir. Sufiler, Allah’ın tecellilerin gelmediği anlara ‘vakt’ demezler, ona bir değer atfetmezler. Zamanın ‘ân’ dediğimiz en küçük parçasını en iyi şekilde değerlendirmeye gayret ederler. Öyle gayret ederler ki bir ân gelir, o anda Allah’tan özel tecelliler, ilhamlar, nurlar alırlar. Ve işte o esnada onlar için zaman ve mekân adeta yok olur. Bütün varlık gözlerinden silinir gider. İşte bu an, ışık hızına ulaşıldığında zamanın durması meselesinin manevi alemdeki karşılığı gibidir.

Bu konunun en güzel örneklerinden birini Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) miraçta yaşamıştır. O, Allah’ın huzurunda, zamanın ve mekânın bittiği, zaman mekan üstü bir konumda bulunmuş, bir kaç dakikada binlerce yıllık mesafeyi katedip seyahatini tamamlamıştır. O manevi yolculuğunu tamamlamış olsa da müminlere de o kapıyı açık bırakmıştır. Bu kapının ne büyüğü ve en önemlisi ise namazdır. Evliya arasında gece beş yüz rekat, bin rekat namaz kılanların sayısı az değildir. Dikkatli bir şekilde eda edilen bu kadar ibadeti, bir geceye, gecenin birkaç saatine sıkıştırmak fiziki açıdan mümkün değildir. Demek ki o zatlar da Efendimiz’in açtığı yolda bast-ı zaman (zamanın genişlemesi) yaşamışlardı.

RAMAZAN’DA ZAMANI DEĞERLENDİRMEK

Sıra, zamanın manevi izafiliği ile Ramazan’ın irtibatını kurmaya geldi. Diğer zamanlarda olduğu gibi Ramazan’da da Allah tarafından yapılmış bir taksimat vardır. Fakat Ramazan’daki taksimatta ziyade vazifeler vardır. Mesela beş vakit namaza ilave olarak Ramazan’da teravih kılarız. Oruç için sahur ve iftar vakitleri konulmuştur. Allah Resulü’nün her Ramazan’da yaptığı Kuran mukabelesi için belli bir vakit yoktur ancak mutlaka günün bir diliminde okunur. Böylece mukabele de fıtri taksimata dahil olur. Son on günde itikaf yaparız. Ramazan bitince de bayramı idrak ederiz.

Ramazan’ın bu sayısal taksimatının ve farklılığının yanında ve ötesinde bir de nitelik farklılığı vardır. Bu nitelik Allah’ın özel tecellisiyle oluşur. Yani Ramazan’ın her bir küçük parçasında Allah’tan gelen ilham, nur, inşirah, feyiz ve bereket vardır. Zamana ve zamanın en küçük birimi olan ‘ân’a yoğunlaşanlar, Allah’ın o özel tecellileriyle karşılaşırlar. Ramazan’da zamanı iyi değerlendirenler, Allah’ın yoğunlaşmış tecellilerinden büyük derecede istifade eder ve başka zaman bulunamayacak feyizlere, bereketlere, nurlara, huzurlara ererler. Tabi bu neticede büyük ölçüde insanın iradesine kalır.

Ramazan’ın fıtri taksimatını, dolu dolu geçen dilimlerini insan bir de iradi olarak değerlendirmeye çalışsa, zamanın en küçük parçasını dahi kaçırmadan zikirle, fikirle, muhasebeyle, ilimle, rabıtayla (Allah’la farklı bir irtibat kurma seansıyla), uzun uzun secdelerle değerlendirmeye çalışsa, kim bilir kalbe neler neler doğar. Kalbe doğacak bu nurlar, belki de insana hayatında en güzel dakikaları saniyeleri yaşatacaktır. Böylesi bir tecrübe için Ramazan-ı şerif ve özellikle de Ramazan’ın sonunda yapılan itikaf en büyük fırsattır. Hatta bayram gecesi bile bunun için özel bir fırsat kabul edilmelidir. Nitekim hadiste şöyle buyurulur: “Kalplerin öldüğü kıyamet gününde, iki geceyi değerlendirenlerin kalpleri ölmeyecektir: Ramazan ve Kurban bayram geceleri!” (Beyhaki, Şuabü’l-iman, 5/287 (3438).

Allah zamanı hakkıyla değerlendirmeyi ve ölmemek üzere kalpte dirilmeyi biz aciz kullarına lütfetsin.

Diğer Yazılar

“Aç açabildiğin kadar sineni ummanlar gibi olsun. Kalmasın alaka duymadığın ve el uzatmadığın bir mahzun gönül”

 

M.Fethullah Gülen

Bu Sesi Herkes Duysun Diyorsanız

Destek Olun, Hizmet Olsun!

PATREON üzerinden sitemize bağışta bulanabilirsiniz.

© Telif Hakkı 2023, Tüm Hakları Saklıdır  |  @hizmetten.com 

Hizmet'e Dair Ne Varsa...

Sitemizde, tercihlerinizi ve tekrar ziyaretlerinizi hatırlayarak size en uygun deneyimi sunmak ve sitemizin trafiği analiz etmek için çerezleri ve benzeri teknolojileri kullanıyoruz. Tamam'a veya sitemizde bulunan herhangi bir içeriğe tıklayarak bu ve benzer çerezlerin/teknolojilerin kullanımını kabul etmiş olursunuz. Tamam Gizlilik Bildirimi

Privacy & Cookies Policy