Rabbimiz Bunca Zulme Müsaade Etmese, Zulmedenleri de Derdest Ediverse! 

Yazar Recep Atıcı

Her sabah korkulu bir rüya ile uyanmak hepimizi işin doğrusu gerçekten yordu. Güzelim ülkem de gene bir kaç gün önce temiz insanlardan rahatsız olan kirliler, 459 kişiyi tutuklayarak bu güne kadar çiçek bile çiğnemeyen insanları terörist ilan ettiler.

İnsan bazen havanın bunca kararmasından dolayı sanki sabah olmayacakmış gibi bir hisse kapılıyor. Tabi ki bu sadece geçici bir vehim olsa da, bazen sis bombası tesiri meydana getiriyor. Fakat, gece ne kadar uzun olursa olsun, mutlaka bir gün sabah olacaktır. Bu bizim imanımızın gereği hiç şüphe götürmeyen inancımızdır.

Ancak her şeye rağmen gönlümüz istiyor ki, Rabbimiz bunca zulme müsaade etmesin ve zulmedenleri de derdest ediversin!

Bununla beraber, zalimlerin hemen helâk edilmeyip onlara zaman tanınmasında da Rabbimizin bir kısım hikmetleri vardır elbet. Bu, öncelikle onların yapageldikleri zulümlerini terk etmeleri için verilen bir fırsattır. İkinci olarak Cenâb-ı Hak, bununla onların ellerindeki bütün mazeretlerini almaktadır. Zira zulmedenlere tövbe edecekleri ve yeniden rahmet kapısını çalabilecekleri imkân tanındığı için, ahirette onların hiçbir mazeretleri kalmayacaktır.

İşte, Cenâb-ı Hakk’ın zalimlere mühlet vermesinin altında yatan bu esprilerinin iyi kavranması gerekir. Zira, onların, bu tür olumsuzlukları, burada hemen cezalandırılmış olsaydı, bu gün yeryüzünde insan kalmazdı. Hatta bizler de olmayabilirdik. Zira bizler de dört başı mamur kamil insanlar değiliz elbet.

Bir diğer mesele ise, bu iş doğrudan bizi alâkadar etmemeli. Zira zalimlerin cezasını bulması, Allah’ın takdiridir. Bize düşen ise Hocaefendi’nin tabiriyle; Allah dostu olabilmenin, O’nun zimmetine girebilmenin yollarını aramaktır. Yürüdüğümüz çizginin doğru olup olmadığına bakmaktır. Acaba biz hakikaten vasıflarımız itibarıyla âyetlerde zikredilen müjde ve mükâfatlara liyakatımız var mı? Acaba imanımız sağlam ve takva dairesi içinde miyiz? Dinin ve tekvinî emirleri dosdoğru yaşama mevzuunda ne derece hassasız?

Hz. Yakûb(a.s)‘ın, “Allah’ım, ben dağınıklığımı, perişaniyetimi ve hüznümü Sana şikâyet ediyorum.” (Yûsuf, 12/86) duası bize bu dersi verdiği gibi, Efendimiz’in(s.a.v)’in yaşadığı sıkıntıyla ilgili Tâif dönüşü, “Allah’ım, güçsüzlüğümü, zaafımı ve insanlar nazarında hakir görülmemi Sana şikâyet ediyorum.” (İbn Sa’d, et-Tabakâtü’l-kübrâ 1/211-212) şeklindeki yakarışları da bizlerin öncelikle kendimize yönelmemiz gerektiğini göstermektedir.

Burada yeri gelmişken geçende bir vesileyle bizatihi Şerif Ali Tekalan hocamızın kendisinden dinlediğim bir hatırayı nakledeyim. Benim yaşımda olanlarınız hatırlayacaktır. Ülkemizde 28 Şubat dönemi denen bir post modern darbe süreci yaşandı. O günlerde Yüksek Öğretim Kurumu (YÖK) tarafından İstanbul Fatih Üniversitesine öğrenci alım yasağı getirilmişti. Üniversitenin rektörü konumundaki Şerif Ali hocamız bu durumu Hocaefendi’ye arz etmiş. O da, ilk olarak sebepler planında gerekenlerin yapılmasını ve sonrasında tekrar durum değerlendirmesi yapılmasını tavsiye etmiş. Bunun üzerine hukuk sahasında söz sahibi bir kaç insandan, bu durumun yasal olmadığına dair görüş alınıp bir dosya oluşturulmuş. Mevcut medya desteği de sağlanıp tekrar Hocaefendiye durum arz edilmiş. Hocaefendi, bu sefer yediden yetmişe dua halkaları oluşturularak Müsebbibi’l-Esbab olan Zat-I Zülcelalin kapısının çalınmasını istemiş. Yapılan bu fiili ve kavli dualar neticesinde YÖK koyduğu öğrenci alım yasağını kaldırılmış.

Evet, bu sebepledir ki başımıza herhangi bir yerden bir toslama geldiği, ayağımızın altındaki faylar oynamaya başladığı, birileri tarafından önümüz kesildiği, yürüdüğümüz yollar harap edildiği veya köprüler yıkıldığı zaman ilk yapmamız gerekli olan şey, kendimize bakmak ve bütün bu hususlarda nerede durduğumuzu kontrol etmektir. Biz kalkıp başkalarının hesaplarıyla meşgul olacağımıza, derin derin iç muhasebemiz üzerinde düşünmeliyiz. Maruz kaldığımız bu tür sıkıntılar karşısında Allah’a tazarru ve niyazda bulunmalıyız. Zira bütün bunlar Allah’a karşı sadık ve vefalı olmanın, O’na dayanıp güvenmenin bir ifadesidir.

Hâsılı, şayet mü’minler olarak burada kendimize düşeni yapıyor, Allah’a sağlam bir kulluk ortaya koyabiliyor ve O’na dost olmanın gereklerini yerine getirebiliyorsak, Cenâb-ı Hak da er ya da geç düşmanlık yapanların haklarından gelecektir. Zira tarih, bunun misalleriyle doludur.

YAZARIN TÜM YAZILARI İÇİN TIKLAYIN

Diğer Yazılar

Hizmet'e Dair Ne Varsa...

Sitemizde, tercihlerinizi ve tekrar ziyaretlerinizi hatırlayarak size en uygun deneyimi sunmak ve sitemizin trafiği analiz etmek için çerezleri ve benzeri teknolojileri kullanıyoruz. Tamam'a veya sitemizde bulunan herhangi bir içeriğe tıklayarak bu ve benzer çerezlerin/teknolojilerin kullanımını kabul etmiş olursunuz. Tamam Gizlilik Bildirimi

Privacy & Cookies Policy