Yıl 1998. Şubat ayı içerisinde Merkezi ABD’nde bulunan ve “Ortadoğu Barışı İçin Çalışan Kiliseler Birliği” bir heyet halinde Hocaefendi’yi ziyaret eder.
Ziyarette, Prasbyterian Kilisesi Washington ofisinden Walter Owensby, Hocaefendi’nin kabulünden duydukları memnuniyeti dile getirdikten sonra şöyle der: “Dünya çapındaki faaliyetleriniz herkesin olduğu gibi bizim de fazlasıyla ilgimizi çekti… Amacımız dinden gelen mesuliyetlerimizi Ortadoğu barışı için ortaya koymaktır. Çalışmalarınızın bize yol göstereceğine inanıyoruz.”
Ardından Kiliseler Birliği Direktörü Corinne Whitlatch; “Bizim tespitlerimize göre Ortadoğu’da barışın yolu Kudüs’ten geçiyor” deyince Hocaefendi, “Kudüs’le ilgili mülahazamı Papa ile görüşmeden önce başka platformlarda da dile getirdim. Hz. Ömer Kudüs’ü aldığında, orayı herkese açık hale getirmişti. Kudüs, uzunca bir dönem serbest bölge, Hide part gibi herkese açıktı. Kudüs’te caminin yanında kilise, kilisenin yanında havra vardı. Şimdi doğru olan eski statüsüne yeniden kavuşturulmasıdır. Bugün orada siyasi tercihlerden dolayı kavga var. Yapılan kavgalar, dinî bir kavga değil, çıkar kavgasıdır Kudüs’te. Günümüz dünyasında siyasî boyut mutlaka hesaba katılmalı. Yoksa bu iyi niyetlerinizin tümü havada kalır” der.
Ayrıca Hocaefendi, 30 Temmuz 2004 tarihinde Kenya Daily Nation Gazetesinden Hezron Mugambi’ye verdiği röportajda İsrail-Filistin meselesi hakkında özetle şöyle diyor: “İsrail-Filistin meselesi, sadece bu iki tarafı değil, bütün bölgeyi, hattâ dünya barışını ilgilendiren bir meseledir. Şu anda zihinlerin tamamen bulanık ve bir bataklık manzarası arz eden bu durumdan sağlıklı bir netice çıkmaz. Bu itibarla mesele, sadece dinî bir meseleymiş gibi ele alınmamalıdır. Çünkü böylesine karışık bir zeminde dinin yanlış anlaşılıp, yanlışa alet edilmesi kaçınılmazdır.
İkinci olarak, dünden bugüne üzerinde mücadele verilen topraklar hem Müslümanlar, hem Yahudiler, hem de Hıristiyanlar için mukaddestir. İsrail Oğullarına gönderilen bütün peygamberlere inanmak Müslüman olmanın da gereğidir. Müslümanlar da, Yahudiler ve Hıristiyanlar da, bu peygamberleri kabûl ederler. Bu dinler arasındaki temel ortak noktalar, tartışmalı noktalardan daha fazladır. Dolayısıyla, bu temel ortak noktalar, barış içinde bir arada yaşamayı gerektirirken, ne yazık ki bazı siyasi faktörler çatışmalara yol açabilmektedir. Bu sebeple, İsrail-Filistin meselesi beynelmilel hukuk çerçevesinde ele alınıp, bütün tarafları memnun edecek ve temel insanî hakları, hürriyetleri ve emniyetleri garanti altına alacak şekilde çözüme kavuşturulmalıdır.”
Evet, Hocaefendi’nin İsrail-Filistin meselesi hakkındaki değişmeyen görüşü bu şekildedir.
Diğer bir mesele ise, hatırlarsanız; 1993 yılında Samuel Huntington “Medeniyetler Çatışması ve Dünya Düzeninin Yeniden Kurulması” başlıklı bir makale yayımlamıştı. O makalesinde özetle şöyle diyordu: “İslam medeniyeti ile Ortodoks-Slav medeniyeti birbirini boğazlayacak ve bunun engellenmesi de mümkün değildir.”
Aslında bu fikri ilk seslendiren ünlü tarihçi Bernard Lewis’dir. Huntington ve Lewis, o gün itibariyle, “tespitlerini mi” yoksa “temennilerini mi” seslendiriyordu bilemiyorum. Fakat aradan otuz yıl geçmiş ve İsrail-Hamas arasındaki son günlerde çıkan çatışmaya bakılırsa bunun “tespit” olmaktan ziyade “temenni” olduğunu söylemek abartı olmaz.
Huntington, bu görüşünü ileri sürdüğü yıllarda ise Hocaefendi, Türkiye’de yaşayan Hıristiyan ve Musevi cemaatleri ile yakın ve samimi ilişkiler kuruyordu. Daha sonra da Hıristiyan aleminin en güçlü mezheplerinden biri olan Katoliklerin dini önderi Papa ile buluşuyordu…
Hatta, 2000 yılında, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın organize ettiği, ‘Museviler, Hıristiyanlar ve Müslümanlar için diyalogda bir sembol ve birlik bağı Hz. İbrahim’ konulu sempozyum Şanlıurfa’nın tarihi ilçesi Harran’da yapıldı. Hocaefendi bu sempozyuma gönderdiği mesajında, “Harran’da Müslüman, Hıristiyan ve Yahudilerle müşterek bir okul kurulabilirse, insanlığa önemli bir model oluşturabilir” şeklinde düşüncesini dile getirdi.
Meğer Hocaefendi, yakın bir gelecekte dünya nezdinde savaş tamtamları çalacak olursa, tsunami etkisi yapacak dalgalara karşı tedbirler almak gerektiğini anlatmaya çalışıyormuş. Bu amaçla yıllar önce Türkiye’de Rum Patriği Bartholomeos ve Hıristiyan dünyasının lideri Papa II. John Paul ile görüşmüştü. Bunlardan sonra da Musevilerin dini lideri İsrail’in Sefarad Hahambaşı Eliyahu Bakshı Doron ile bir araya geldi. Hocaefendi bu görüşmede, dünya barışı ve diyalog adına dev bir adım atarak, İsrail’de de okul açabileceklerini söylemişti.
O yıllarda Hocaefendi’nin de Onursal Başkanı olduğu Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı her yıl geleneksel olarak düzenlediği iftar yemeklerinden birinin adını “Evrensel Barış İftarı” koymuştu. Bu yemeğe katılan dini liderler şunlardı: “Türkiye Musevi Cemaati Lideri İshak Haleva, Latin Katolik Cemaati Ruhani Lideri Luis Pelatre, Vatikan Türkiye Temsilcisi George Marowitch, Dünya Ehli Beyt Vakfı Başkanı Fermani Altun, Rusya Federasyonu Müftüsü Kavil Gaynuddin.” Aslında bu fotoğraf karesi bile başlı başına barışı, dostluğu temsil ediyordu.
Bu Vakıf, ayrıca “Abant Platformu” adı altında hem ülkemizde hem de dünyadaki bazı problemleri masaya yatırıyor, çözüm yolları arıyordu. Beşinci Abant Platformu’nda üzerinde tartışılan konulardan biri de, ‘İslâm’ın küreselleşme sürecinde terörle özdeşleştirilerek dışlandığı, şayet bu bakış açısı düzeltilmezse dünya barışının tehlikeye gireceği’ meselesiydi.
Bir de hatırlarsanız kendi ülkemizde Alevilerin Sünnilerle ilgili, Sünnilerin Alevilerle ilgili peşin yargılarının yıkılması adına Ankara’da ‘cami ve cem eviyle birlikte bir aşevi aynı bahçede inşa edilmeye gayret edilmişti. Dönemin Cem Evi Başkanı İzzettin Doğan Ankara Rixos Otel’de bir basın toplantısında, Ortadoğu’da yeni bir savaşın kapıda olduğunu söyleyerek sözlerine başlamış ve şöyle devam etmişti: “Bugüne kadar, bazıları Müslüman ülkelerdeki dini farklılıkları kullanmak suretiyle halkı birbirine düşürme, olmadı devletleri birbirine düşürme gayreti içinde oldu ve maalesef bunda başarılı da oldular. Sünni-Şii faktörü birileri tarafından sürekli kaşındı. Dolayısıyla bu proje, Alevilerin Sünnilerle, Sünnilerin Alevilerle ilgili peşin yargılarını yıkması adına çok önemli bir rol oynayacaktır.”
Hizmet Hareketi kendi ülkemizde yapmaya çalıştığı birlikte sulh adacıkları oluşturma projesinde çok ciddi mesafeler kat etmişti. Ancak, hem ülkemizde sulh ve emniyeti tesis etmek hem de dünya barışı adına yapılan bütün bu gayretler, maalesef Siyasal İslamcı bir zihniyet tarafından tarumar edildi. Fakat, her şeye rağmen Hizmet Hareketi Avrupa’da üç dinin bir arada yaşayabileceğini gösteren “Haus of One” isimli bir proje yaptı. Berlin’deki bu, “House of One” projesi hem Orta Doğu’da imkânsız gibi görünen bir arada yaşama kültürünü oluşturuyor hem de farklı dinlerin mensuplarının birlikte dua ederek barış içinde bir arada yaşayabileceğini gösteriyor.
Sonuç olarak, tarihin değişik dönemlerinde dinler ve dinlerin temsilcileri önemli misyonlar yüklenmiştir. Hocaefendi de dinlerin ve din temsilcilerinin bu misyonunu bir kez daha ortaya koyması için var gücüyle gayret sarf etti ve hala da ediyor.
Heyhat! Hem Rusya-Ukrayna savaşı hem de Hamas-İsrail çatışması gösterdi ki hiç olmazsa Hocaefendi gibi çırpınan insanlara asgari bir vefa hissiyle olsun sahip çıkılabilseydi ve bu çabalar insanlık adına daha fazla desteklenebilseydi. Belki o zaman bu yaşadığımız acı dramlara şahit olmaz ve yapılan bu türlü iyi niyet girişimleri de havada kalmazdı.