Bir köyde, o köyün serkârı (idarecisi, işin başında olanı) kim ise; bir nâhiyede, o nâhiyenin serkârı kim ise; bir kasabada, o kasabanın serkârı kim ise; bir vilayette, o vilayetin serkârı kim ise, onun orada olan bütün olumsuzlukları kendinden bilmesi, basiretinin ve Allah’ı biliyor olmasının ifadesidir. Onları başkalarından bilmesi ise, nankörlüğünün, körlüğünün ve küstahlığının ifadesidir.
*Cenâb-ı Hakk’ın bunca hizmete muvaffak kıldığı bu hareketin içindeki insanlar eğer böyle düşünüyorlarsa, olumsuzluklardan kendilerini sorumlu tutuyorlarsa, çok iyi bilmeliler ki, şayet Cenâb-ı Hak onları muvakkaten bir kısım şefkat tokatlarına maruz bırakmışsa, tokatlıyorsa, bunlar gelip geçicidir.
*Bu açıdan bize düşen: “Biz düzgünüz, istikamet içindeyiz.” dememektir!.. “İhtimal bir eğriliğimiz var; ihtimal Kendisine teveccüh-ü tam ile yönelememe gibi bir kusurumuz var; ihtimal imanda bir kusurumuz var; ihtimal amel-i salihte kusur ediyoruz!” şeklinde düşünmektir. Farzların yanında kırıkları sarma, eksikleri giderme manasına gelen kaç rekat nafile namaz meşru kılınmış ise, onu ikiye katlayarak; “Allah’ım bunlar Senin hakkındır, bizim de vazifemizdir.” diyerek; evvâbinden duhaya, duhadan da teheccüde koşarak; beş vakit namazı sünnetleriyle taçlandırarak ve tesbihatta kusur etmeyerek sürekli her vesileyi Cenâb-ı Hakk’ı anmak için değerlendirmektir. Kim Allah İçin Olursa, Allah Onu Yalnız Bırakmaz
*O’nu anmakla zamanın parçalarını, parçacıklarını taçlandırmak; münevver ân-ı seyyâleyi yakalamaya çalışmak!.. Bütün bunlar pak ve tertemiz kalmanın çok önemli unsurlarındandır. Pak kalanlar böyle kalmışlardır.