33 yıllık başarılı bir biyoloji öğretmeniydi Zekeriya Çiçek. Ona öğrencileri ve velileri olimpiyatçı öğretmen diyordu. Çünkü ulusal ve uluslararası bilim olimpiyatlarına öğrenci yetiştiren, onlarca altın-gümüş-bronz madalya kazandıran isimdi.
Çalıştığı son okul KHK ile kapatıldıktan sonra çok sayıda okul tarafından adeta kapış kapış edildi. Ancak onu bir sürpriz bekliyordu. Hangi özel okul ile anlaşma yaptıysa ertesi gün okul idaresi tarafından özür üzerine özür dilenerek arandı, işe başlaması engellendi. Bir kebapçıda ekmeğini kazanmak için ocağın başına geçmişti ki oradan da kovulması uzun sürmedi. Ne olduğunu anlamaya çalışırken, bir cuma sabahı evine polis baskını oldu ve komşularının şaşkın bakışları arasında gözaltına alındı.
Dosyanın başka yerde olduğu belirtilerek gözaltı ve tutuklanma sürecinde şehir şehir gezdirilen Zekeriya öğretmen, her nezarethane ve 26 ay kaldığı cezaevindeyken bir birinden değerli kıymetli insanla tanıştığını söylüyor. Nezarethanedeyken ‘mülakat’ adı altında tek tek sorguya alındıklarını, kendisinden önce gidenlerin işkence görüp geri getirildiğini anlatırken gözleri doluyor. Perişan haldeki insanların doktora götürülmeleri yönündeki taleplerinin havada kaldığına vurgu yapan Zekeriya bey, yaşadığı ilginç bir olayı şöyle anlattı: “Bir öğretmen arkadaş ifadeye çağrıldı. Üzerine palto giymişti. Hava çok sıcak bunu neden giydin dedim. Abi tampon görevi yapıyor dediğinde meseleye uyandım. O arkadaşı geri getirdiklerinde yüzü gözü dağılmıştı. Sonra beni aldılar. Allah’a sığındım ve o odaya gittim. İçeride türlü ithamlarda bulundular. Gazeteye abone misin? dediler. Bizde yalan olmaz. Evet, Sızıntı’nın da abonesiyim dedim. Fark ettim ki, ifademde söylediklerimi bana suçlama diye soruyorlar. İçlerinden biri kalktı yanıma sokuldu ve beklemediğim anda bana ardı ardına vurmaya başladı. Yapacağınız bir şey de yok. Sorgu devam etti. Tekrar üzerime yürüyünce ‘Bakın oğlum yaşındasınız. Bana bir daha dokunma, ben yakın zamanda kalp operasyonu geçirdim’ diye uyardım. Korktu mu artık bilmiyorum üzerime gelmekten vazgeçti. Sonra Baro’nun tayin ettiği avukatmış. Onu aldılar. Onun yanında bildiklerimi anlattım. Biyoloji öğretmeniyim dedim. ‘Hocaefendi’nin kasetlerini dinlemişimdir’ diyorum, ‘terör örgütü lideri’ diye yazıyorlar. Bunların hepsini ‘böyle yazamazsınız’ diyerek düzelttirdim.”
Gözaltındayken beraber çalıştığı kadın öğretmenlerden birini görünce ağlamaya başladığını hatırlatan Zekeriya öğretmen, meslektaşının kendisini ‘Yapma böyle abi, sen böyle yaparsan insanlar ne yapsın’ diye uyarınca utandığını aktardı. Tutuklanıp cezaevine gönderildiğinde bunu kurtuluş gibi gördüğünü söyleyen Zekeriya Çiçek, koğuşta bırakın yatmayı yürümenin bile zor olduğunun altını çizdi. ”Sabaha kadar uyuyamadım. Merdivenin başında sabah namazına kadar oturdum. Ertesi gün bir ranzada yer verdiler. Orada kaldığım sürece sürekli yazdım. Dışarıdan paramızla gazete alabiliyorduk. Yeni Asya alıp okuyorduk. Rusça, Almanca, İngilizce dil öğrenen, hafızlığa başlayanlar, tecvit kursuna başlayanlar… Çünkü her branştan insan var. Her bir arkadaş kendisine eğitim yatırımı yapıyordu.” dedi.
Aylar sonra mahkemeye çıktığında ‘Risale-i Nur okumak’ gibi iddialarla suçlandığını belirten Zekeriya öğretmen, hakim ile girdiği diyaloğu anlattı: ”Bu suç değil ki, cezaevindeyim sipariş veriyorum, geliyor okuyorum. Bu suç değil ki diye savunma yaptım. Bylock’u sordu. Evet kullandım. Önüme bir tane suç cümlesi koyun dedim. Hiç birşey diyemedi. İddialar gerçekten saçmaydı. Utanmış olmalı ki tüm suçlamaları çıkardıklarını gördüm. Sonra beni tahliye etti. Sonra cezam çok kısa sürede onandı. Arabamı sattı. Memlekete gittim. Söylemeden yakınlarımla vedalaştım. Bir daha bu hastalıklarımla cezaevine dönmemek için çok sevdiğim ülkemden ayrılmaya karar verdim. O kayığa bindiğimde içime gelen acıyı anlatamam. Heyhat başka çarem yoktu. Ömrüm öğretmenlik uğruna oradan oraya hicretle geçti. Şimdi de başka bir hicret nasip oldu…”
Kaynak:Tr724