İbn-i Rüşd, yaşadığı asırda anlaşılmayan dünya felsefe ve düşünce tarihine yön veren önemli bir düşünürdür. Kitapları yakıldığında, bir öğrencisinin gözyaşlarına şahit olur ve şu unutulmaz sözü söyler: “Evladım Müslümanların haline ağlıyorsan, denizler dolusu gözyaşı yetmez. Yakılan kitaplar için ağlıyorsan, bil ki fikirlerin kanatları vardır ve düşünen insanların zihnine ulaşmak için sonsuzluğu aşarlar.” Evet öğretiler fikirler o fikrin sahibi vefat etse bile asırları ışıklandırmaya devam eder.
Ahmet Altan, ölümle ilgili “ölüler, yaşayanların içinde kalan bir yankıdır” der. Altan bu tespiti ile ömrünü insanlığa vakfetmiş insanların aslında hiç gitmediklerini ifade eder. Onun bu sözü, düşüncelerin, fikirlerin ve eserlerin fikir sahibinin hayatı ile sınırlı kalmayacağını anlatır ve geride bırakılan eserler; ruhlarda yankılanmaya, ilham olmaya ve yolları aydınlatmaya devam eder.
Bu yankı bizim düşünce dünyamızda amel defteri kapanmayacak insanlar şeklinde Efendimiz (sav) tarafından anlatılır. Bunlardan birincisi sadaka-i cariye, yani insanların istifade edecekleri müesseseleri yaptıranlar, ikincisi ilminden istifade edilen alimler ve üçüncüsü de hayırlı evlatlar yetiştiren anne ve babalardır. Yani onların eserleri insanlık vadilerinde yankılanmaya devam eder.
Fıtratla alakalı bir hakikattir; sevdiklerine ölümü konduramıyor insan. Hayat ve ölüm bir vahidin iki yüzü olmasına rağmen, yapışık ikizler gibi hakikatin rahminde gelişseler de ölümü kabullenmek hayatı kabullenmek kadar kolay olmuyor. Efendimizin (sav) vefatında da sahabe bu berrak hakikati kabul etmekte zorlanmıştı. Bu gerçeği çok iyi kavrayan Hz. Ebubekir (ra) önce sadakatle birlikte hizmet ettikleri Kâinatın İftihar Tablosunun (sav) mübarek naşının başına geldi. Dokunulsa sağanak olacak hüzün bulutları vardı Hz. Aişe annemizin odasında. Eğildi alnından öptü ve “Ölümün de hayatın gibi tertemiz ve lâtif, yâ Resûlallah!” deyip dışarı çıkarak belki itikadi olarak da birçok sıkıntıya sebep olacak karmaşayı bir ayetle bertaraf etti: “Muhammed, sadece resuldür, elçidir. Nitekim ondan önce de nice resuller gelip geçmiştir. Şayet o ölür veya öldürülürse, siz hemen gerisin geriye dinden mi döneceksiniz?” (Âl-i İmran 144)
Dün, Hocaefendi 25 yıl sürgün hayatı yaşadığı kampın bahçesine defnedildi. Oradaydım. Cenaze namazına gurbet ellerde binlerce insan katıldı. Hayatını insanlık ve barışa adamış Hocamızın kaybı, sevenlerini derin bir tefekkür ve hüzne sevk etse de cenaze merasimine katılanların tevekkülü ve olgunluğu, bu büyük kayıp karşısında sabrı ve metaneti yüreklerinin tek kalp gibi atması acılarımızı hafifletti. Dün sabır bulutlarından sağanak sağanak sekine yağdı cenaze namazının kılındığı mekana…
Ölüm, “hayatın sonsuzluğa açılan kapısı” olarak tanımlanır. Hocaefendi’nin bıraktığı iyilik ve hoşgörü mirası, ölümden sonra bile sonsuzluğa açılan bir kapı misali, onun eserleri ve fikirleriyle dünyada insanlığa hizmet etmeye devam edecek. Hocaefendi’nin barış dolu evrensel mesajları, onun düşüncelerini paylaşanlar tarafından hep yaşatılacak.
Ölümle (cesaretle) yüzleşmenin yolu hayatı dolu dolu yaşamaktır. Hocaefendi, “ölüm benim için yolda bulunmuş inci tanesidir…” derdi hep. Onun ölüm hakikatini nasıl yaşadığı düşünüldüğünde, aslında o hakikati idrak ederek her günü insanlığa hizmetle geçirmiş olduğu görülür. İşte hayatını iyiliğe vakfedersen ölümü böyle gülerek karşılarsın.
Ölümün ne olduğunu kavrayan insanlar “hayata anlam” katarlar. Hocaefendi, sadece kendi yaşamını değil, ona gönül veren herkesin hayatına dokunmuş ve bu anlamla donatmış bir aksiyoner idi.
Sosyal medyada Hocaefendi’nin ardından atılan tweetler, yazılan mesajlar, onun bedenen ayrıldığını ancak fikirlerinin ve hizmetinin her daim yaşayacağını fısıldıyordu. Onun fiziken yokluğu bir boşluk gibi görünse de aslında kalblerde bıraktığı o derin iz, ona olan minneti ve fikirlerine bağlılığı devam ettirecek. Dün cenaze namazı ve sonrasındaki defin esnasında şu hakikat açıkça görülüyordu: Bu hizmet, Hocaefendi’nin hayatıyla sınırlı değil, sevenlerinin çabalarıyla nesiller boyunca yaşamaya devam edecek. Dün cenazeye katılan ve ekranlardan izleyen binlerce insan yaptıkları dualara hep bu hakikati dile getirdiler.
Evet onun öğretileri karanlık vadilerde duyulan kötülüğün sesini bastıracak desibelde. Bundan sonra sevenlerine daha fazla vazife düşüyor. Motivasyonunu Asr-ı Saadet’ten alan bu Hizmet’in gönüllüleri Hocaefendi’nin bir ömür boyu derdini çektiği insanlığın ‘bir dünya’ problemine merhem olma adına birlik beraberlik içinde ihlasla koşturmaya devam edecekler.
Yine onun telkinleriyle Kur’an, sünnet, hukuk ve meşruiyetin dışına çıkmadan zulümle kötülükle mücadele edecek iyiliği organizeye kendilerini adayacaklar. Kötülükle mücadele ederken bile iyi kalmak için çırpınacaklar. İşte o vakit dünya hayatının gerçek manası ve Nâm-ı Celili Muhammedi’nin huzur veren sesi dünyada yankılanacak.
Rabbim, Hocaefendi’nin mekânını cennet eylesin ve sevenlerine onun izinde, ahiret hakikatini anlayarak yaşamayı nasip etsin.
Cenaze merasimini ve defin işlerini bu kadar kısa bir sürede organize edip onca kalabalığa rağmen neredeyse eksiksiz organize eden arkadaşlara teşekkürü bir borç biliyorum. Hakikaten gönülden, amatör bir ruh ama profesyonel bir şekilde kimseyi kırmadan misafirleri ağırladılar. Hocaefendiye layık bir merasim gerçekleştirdiler.
Başta yakınları olmak üzere tüm sevenlerinin başı sağ olsun!
YAZARIN TÜM YAZILARI İÇİN TIKLAYIN