“Âlimin ölümü, âlemin ölümüdür.”

Yazar Recep Atıcı

21 Ekim sabah namazına uyandığımda telefonuma göz attım. Hocaefendi’nin teyze oğlu olan arkadaşım; (kendisi Kanada’da ikamet ediyor) mesaj atmış. Mesaj şöyleydi: “Akşam saat 21 sularında maatteessüf Hocamızı kaybettik”

Aldığım bu haberin şokuyla “İnnâ Lillâhi ve İnnâ İleyhi Râciûn: Biz Allah’tan Geldik, Allah’a Döneceğiz” diyebildim sadece.

Sonrada; Barış Manço’nun “Güz yağmurlarıyla bir gün göçtün gittin sen, inanamadık gülpembe.” dediği gibi bu haberi bir türlü inanamadım.

Fakat, hislerim Hz. Ömer gibi kabullenmek istemese de aklım; “O da bir nefis taşıyordu ve dolayısıyla o da ölümü tattı.” dedi.

Almanya’da ikamet ediyordum ve o gün mesaim vardı. Gün boyu gelişmeleri takip ettim ve cenazenin 24 Ekim günü kaldırılacağını öğrendim. Hem mali imkânım hem de ABD’ye seyahat edebileceğim pasaportum vardı. Benim imkanlarıma sahip olmayan çok sevdiğim bir arkadaşıma; “Benim yerimde olsaydın gider miydin” diye sordum. O da “Hiç vakit kaybetmez hemen giderdim” dedi.

Ben de öyle yaptım ve vaktinde gelip Hocaefendi’nin cenaze namazını kılma şerefine nail oldum. Hiç liyakatim olmadığı halde defnedileceği kamp alanına katılabilen sınırlı sayıda talihliler arasına girdim. Rabbime çok şükür. Fakat, kampın her alanında hissedilen bir hüzün vardı. Hatta kampın kendisi de hüzünlü gözüktü gözüme.

Evet, Manço’nun; “Bizim iller sessiz bizim iller sensiz olamadı gülpembe” dediği gibi artık Hocaefendi’nin hicret mekânı olan kamp yeri sessiz ve sakin.

Kampta sessizliği bozan tek şey Hocaefendi’yi oraya sürgün edenlerin dronlarıydı. Dertleri taciz ve tahrik etmek olsa da hiç kimse onlara o fırsatı vermedi elhamdülillah.

Hocaefendi defnedildiği sırada aralarında Kâbe ve Medine-i Münevvere olmak üzere 33 ayrı ülke ve şehirden getirilen toprak mezara kondu. Ardından hatimler, dualar ve gözyaşları ile Hocaefendi uğurlanmış oldu.

Gerisini zaten sosyal medya mecralarından biliyorsunuz.

Evet, Hocaefendi’nin vefatının ardından hem 60 yıllık arkadaşları hem de dünyanın çok farklı coğrafyalarından yüzlerce kişi onu anlattı. Anlatılanlar o kadar güzel ve o denli içten ifadeler ki dolayısıyla benim burada yazacağım her şey malumu ilamdan öteye geçmeyecektir.

Ben, sadece Hocaefendi’nin dini anlayışımızı nasıl yenilediğini bir misalle anlatmak istiyorum.

80’li yıllarda Rabbimin takdiri ile bu Hizmet kervanını tanıma imkânım oldu. Hizmeti ilk tanıdığım o yıllarda beldemizdeki bir cami imamı İlahiyat fakültesinde okumam hasebiyle bana ayrı bir ihtimam gösteriyordu. Bir gün beni evinde misafir etti. Gece teheccüt namazı kılacağımı söylemiştim. İmam o ne ki diye sordu. Ben anlatınca, “Ben bunu ilk defa duydum” demişti.

Evet, Hocaefendi, Âdem Yavuz Aslan’ın deyimiyle devrim niteliğinde işler yaptı. Anadolu tabiriyle ‘Eski köye yeni adetler’ getirdi.

İşte, bu yüzden birileri Hocaendi’den rahatsız oldu. Bundan dolayı Hocaefendi ve bizleri sürgün edildik. Ancak herkes bilir ki, korkunun ecele faydası yoktur.

Ölümün ardından ağza alınmayacak kadar ağır sözlerle Hocaefendi’ye itham etmelerine bakılırsa demek ki hala çok korkuyorlar.

Hocaefendi’nin fiziken aramızdan ayrılması, onun başlattığı bu büyük yolculuğun sonu değildir. Aksine, bugün onun bıraktığı mirasın daha da güçlendiği bir dönemdeyiz. Gelecek nesiller, onun vizyonunu benimseyerek, insanlığa barış, kardeşlik ve hoşgörü getirecek bir hareketin taşıyıcıları olacaklardır. Hocaefendi’nin hayatı boyunca savunduğu değerler ve idealler, bugün bizlere bir sorumluluk yüklemekte: Bu değerleri yaşamak, yaşatmak, savunmak ve anlatmak.

Efendimiz (sav)’den rivayet edilen bir hadisi şerifte, “Âlimin ölümü İslam’da açılan bir gediktir.” denir. (bk. Darimi, Mukaddime, 32, 1/351) Bu rivayet daha sonraları “Âlimin ölümü âlemin ölümüdür.” anlamında meşhur olmuştur. Bu manada Hocaefendi bir âlimdi ve onun ölümü de bir nevi âlemin ölümü gibidir.

Evet Hocaefendi bir ömür hasretiyle yanıp kavrulduğu ve bir bülbül gibi gece gündüz âh u efgân edip sızladığı Gül’üne yani HZ. Muhammed (as)’e kavuştu. Bize miras olarak kitaplarını ve fikirlerini bıraktı.  Hasret ve hicrânı ise ayrı bir ıstırap. Anadolu’da güzel bir söz vardır; “Gitti gül, gitti bülbül / İster ağla ister gül” diye. Gitmemesi için elden gelen bir şey yok. Vazife tamamsa durmaya müsaade yok.

Allah Hocaefendi’ye rahmetiyle muamele etsin. Yakınlarına, sevenlerine ve arkadaşlarına Cenab-ı Hak sabrı Cemil ihsan eylesin. Bizleri de istikametten ayırmasın.

 

Diğer Yazılar

Hizmet'e Dair Ne Varsa...

Sitemizde, tercihlerinizi ve tekrar ziyaretlerinizi hatırlayarak size en uygun deneyimi sunmak ve sitemizin trafiği analiz etmek için çerezleri ve benzeri teknolojileri kullanıyoruz. Tamam'a veya sitemizde bulunan herhangi bir içeriğe tıklayarak bu ve benzer çerezlerin/teknolojilerin kullanımını kabul etmiş olursunuz. Tamam Gizlilik Bildirimi

Privacy & Cookies Policy