476
Ey hikmet! Bu gördüğümüz insanlar, Sultan-ı Ezelî’nin kudretiyle yokluk karanlıklarından parlak varlık âlemine çıkarılan mahluklardır. Sultan-ı Ezelî, bütün mevcudatın içinde biz insanları seçmiş ve büyük emaneti bize vermiştir. Çocukluktan gençliğe, gençlikten ihtiyarlığa, ihtiyarlıktan kabre, kabirden haşre, haşirden ebede kadar uzun bir yolculuğa çıkmışız… Haşir yoluyla saadet-i ebediyeye doğru hareket etmekteyiz. Dünyadaki işimiz de o ebedi saadet yollarını temin etmekle yeteneklerimizi inkişaf ettirmektir…
Bu köşe, ilk insanın yaratılışından Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed`in (sallallahu aleyhi ve sellem) dönemine kadar insanın uzun yolculuğunu kapsamaktadır.
Kainatın Yaratılış Gayesi
Yaratılan İlk Nur
Allah (cc), varlık adına ilk olarak Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed`in (sallallahu aleyhi ve sellem) nurunu yarattı. Dünyamız daha yaratılmadan önce O`nun (sallallahu aleyhi ve sellem) nuru vardı.
Allah (cc) Peygamber Efendimiz`e bu mevzuda şöyle buyurur: “Seni kendi nurumdan, diğer şeyleri de senin nurundan yarattım.” (Ahmed Bin Hanbel, Müsned IV-127; Hâkim, Müstedrek II-600/4175; İbni Hibban, El İhsân XIV-312/6404; Aclûnî, Keşfü’l-Hâfâ I-265/827)
Hz. Cabir (ra) anlatıyor: “Ey Allah’ın Resulü! Anam-babam sana feda olsun, Allah’ın her şeyden önce ilk yarattığı şeyi bana söyler misiniz?” diye sordum. Şöyle buyurdu:
“Ey Cabir! Her şeyden önce Allah’ın ilk yarattığı şey senin peygamberinin nurudur. O nur, Allah’ın kudretiyle onun dilediği yerlerde dolaşıp duruyordu. O vakit daha hiçbir şey yoktu. Ne Levh, ne kalem, ne cennet, ne ateş (cehennem) vardı. Ne melek, ne gök, ne yer, ne güneş, ne ay, ne cin ve ne de insan vardı.” (Ahmed Bin Hanbel, Müsned IV-127; Hâkim, Müstedrek II-600/4175; İbni Hibban, El İhsân XIV-312/6404; Aclûnî, Keşfü’l-Hâfâ I-265/827)
Yüce Allah takdir ettiği bir zamanda asıl ve hakikatini Kendisi`nin bildiği ‘altı günde’ gökleri ve yeri yarattı. (Arâf, 7/54) “O (Rabb) ki yeryüzünü size bir döşek, göğü de bir kubbe yaptı. Gökten yağmur indirip, onunla size rızık olarak çeşitli mahsuller çıkardı.” (Bakara, 2/22)
Hz. Âdem (aleyhisselam) yaratılmadan önce yeryüzünde cinler yaşıyordu. Fakat onlar yeryüzünde fitne fesat çıkarıp kendilerine gönderilen elçiyi de şehit edince denizlere sürüldüler. Hz. Abbas, bir rivayette şunları söyler: “Cinler, Allah’ın dumansız ateşten yarattığı kullarıdır. Henüz dünyada insanın isminden dahi eser yokken, Cenab-ı Hakk cinleri yaratmış ve dünyanın imarını onlara yaptırmıştır. Fakat onlar daha sonraları yeryüzünde fesat çıkarınca, göklerin sakinleri tarafından yeryüzünden uzaklaştırılıp denizlere sürüldüler”… (İbn-i Kesir, el-Bidaye, 1/49,50)
“Elestü bi Rabbiküm? – Kalû belâ”
Hz. Adem (as) daha yaratılmadan yani ruha cismaniyet elbisesi daha giydirilmeden önce bütün insanların ruhları “Elest” bezminde Rabb ile mukaveleye çağrıldılar. Cenâb-ı Hakk ruhlara:
“Elestü bi Rabbiküm? ‘Ben sizin Rabbiniz değil miyim?’” diye sordu.
Onlar da cismaniyet berzahı arada olmadığı ve her şeyi ayan beyan gördükleri için:
“Kalû belâ” ‘Evet, Rabbimizsin’ dediler.
Böylece bir mukaveleye imza attılar. (A’râf sûresi, 7/172)
İşte, ‘Ne zamandan beri Müslümansın? diye sorduklarında bu mukaveleyi yaptığımız günü kast ederek ‘Kalû belâ’dan beri!’ yani bu sözü verdiğimiz günden beri dememizin sebebi de budur.
“Rabbinin Âdem evladından, misak aldığını da düşünün: Rabbin onların bellerinden zürriyetlerini almış ve onların kendileri hakkında şahitliklerini isteyerek “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” buyurmuş, onlar da “Elbette!” diye ikrar etmişlerdi. Kıyamet günü “Bizim bundan haberimiz yoktu!” yahut “Ne yapalım, daha önce babalarımız Allah’a şirk koştular, biz de onlardan sonra gelen bir nesil idik, şimdi o bâtılı başlatanların yaptıkları sebebiyle bizi imha mı edeceksin?” gibi bahaneler ileri sürmeyesiniz diye Allah bu ikrarı aldı. (A’raf, 7/172-173)
Hz. Âdem (aleyhisselam) ve İmtihan Yurdu
Allah (cc) yeryüzünde bir halife yaratmayı murad buyurdu. Halife olacak olan bu varlık çok farklı bir donanım ve konuma sahip olacaktı. Kur`ân-ı Kerim bu hadiseyi şu şekilde anlatır:
“Rabbin meleklere: “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” dediği vakit onlar: ‘Â! Oradaki nizamı bozacak ve yeryüzünü kana bulayacak bir mahlûk mu yaratacaksın? Oysa biz sana devamlı hamd, ibadet yapıp, Sen’i tenzih etmekteyiz!’ dediler. Allah: ‘Ben, sizin bilmediğiniz pek çok şey bilirim.’ buyurdu.” (Bakara, 2/30)
Yüce Allah; Âdem Aleyhisselâmı yaratmak istediği zaman yeryüzüne:
“Ben, senden bir halk yaratacağım ki onlardan bana itaat edenler de olacak, bana isyan edenler de… Onlardan, bana itaat eden kimseyi Cennet’e koyacağım. Bana isyan eden kimseyi ise Cehennem’e sokacağım!” diye buyurdu.
Sonra da Cebrail’i yerden bir avuç toprak getirmesi için gönderdi. Cebrail (as) yerden toprak alacağı sırada yer kendisine hitap etti:
“Ben senin benden bir şey eksiltmenden, beni, yaramaz hale getirmenden, Allah’a sığınırım! Ben, senin, beni eksiltmeni, istemiyorum! Çünkü, Allah, benden bir halk yaratacak, bu halk da Allah’a âsi olacak. Allah, onlardan dolayı beni bir ceza ile cezalandırır!” dedi.
Bunun üzerine, Cebrail (as) yerin bu isteği karşısında ondan bir şey almaksızın geri döndü:
“Yâ Rabbi! Yer sana sığınınca onun sana sığınmasına müsaade etmekten başka bir şey yapmadım!” dedi.
Yüce Allah, bundan sonra Mikâil’i (as) gönderdi. Yer ona da Cebrail’e (as) söylediklerini tekrar etti. Onun yapacağı şeyden dolayı da Allah’a sığındı. Mikâil (as) da böylece kendisinden bir şey almaksızın dönüp Yüce Allah’a Cebrail’in dediklerini söyledi. Zira, Allah’ın muradı bu yöndeydi ve daha sonra yeryüzünü yurt edinecek olan insanoğluna daha en başta Miraç’ta olduğu gibi hikmetli bir ders vermek istiyordu.
Yüce Allah, daha sonra yere Azrail’i (as) gönderdi. Yer, yine kendisinden alacağı şeyden dolayı Allah’a sığınınca Azrail (yine Allah’ın muradı bu yönde olduğu için):
“Ben de Allah’ın emrini yerine getirmemiş olarak dönmekten Allah’a sığınırım!” dedi.
Yer yüzünden alacağını aldı; ama tek yerden almadı. Kırmızı, beyaz ve siyah topraktan aldı ve karıştırdı.
Bunun üzerine, Allah Teala Hazretleri, Azrail’e buyurdu ki:
– Ey Azrail! Madem Adem’in yaratılacağı toprağı sen getirdin, Ademoğlunun canını alma vazifesini de sana veriyorum.
Azrail (as):
– Ya Rabbi! İnsanların hepsi bana düşman olur. Benden nefret ederler, dedi.
Allah buyurdu ki:
– Ey Azrail! Merak etme. Ben çeşitli hastalıklar, kazalar yaratacağım. İnsanlar o vesileyle ölecekler. Onların canlarını hep sen aldığın halde, onlar seni hiç düşünmeyecekler. ‘Falan hastalıktan öldü, falan kazada öldü!’ diye konuşacaklar ve seni kimse suçlamayacak.
(Kaynaklar: Taberî -Tarih; İbn.Sa’d-Tabakat, A. Lütfi Kazancı, Peygamberler Tarihi)
Hazreti Âdem’in yaratılacağı toprak yeryüzünden alındı ve insan şekli verildi. Belli bir süre geçtikten sonra Yüce Allah meleklere:
“Ben onu güzelce düzenleyip insan şekline koyduğum ve ona ruhumdan üflediğim zaman, derhal onun önünde secdeye kapanınız.” (Hicr, 15/29)
“İblis dışındaki bütün melekler secde ettiler. İblis bunu yapmadı, kibrine yediremedi ve kâfirlerden oldu.” (Bakara, 2/34)
“Yalnız İblis secde etmeyip: ‘Çamurdan yarattığın kimseye secde mi ederim!’ ‘Benden üstün kıldığın adam bu mu? Eğer kıyamet gününe kadar bana bir mühlet versen, gör bak nasıl da onun soyunu pek azı dışında kumandam altına alacağım!’ dedi.” (İsrâ, 17/61-62)
“Allah şöyle buyurdu: ‘O halde, çık buradan! Çünkü sen kovuldun ve bu lânet, hesap gününe kadar senin üzerinde devam edecektir.’
(İblis) ‘Ya Rabbî!’ dedi, ‘O halde insanların diriltilecekleri güne kadar bana mühlet ver!’
‘Haydi, buyurdu, belirli bir güne kadar sana müsaade edildi.’
İblis dedi ki: ‘Ya Rabbî! Beni azdırmana karşılık, yemin ederim ki ben de dünyada onlara günahları süsleyeceğim ve senin ihlasa erdirdiğin kulların müstesna, onların hepsini azdıracağım.” (Hicr, 15/34-40)
Bu hadiseden sonra:
“(Allah) Âdem’e bütün isimleri öğretti. Müteakiben önce onları meleklere göstererek: ‘(Yaratılan halife ile ilgili önceki) İddianızda tutarlı iseniz haydi Bana şunları isimleriyle bir bildirin bakalım!’ dedi.
‘Sübhansın ya Rab! Senin bize bildirdiğinden başka ne bilebiliriz ki? Her şeyi hakkıyla bilen, her şeyi hikmetle yapan Sensin.’ dediler.
Allah: ‘Âdem! Eşyanın isimlerini onlara sen bildir.’ dedi. O da isimleriyle onları bildirince Allah buyurdu: ‘Ben size demedim mi ki göklerin ve yerin sırlarını Ben bilirim!’ Ve Ben sizin gizli açık yapmakta olduğunuz her şeyi de bilirim!” (Bakara, 2/31-33)
“Ve dedik ki: ‘Âdem! Eşinle birlikte cennete yerleşin, oradaki nimetlerden istediğiniz şekilde bol bol yiyin, sadece şu ağaca yaklaşmayın. Böyle yaparsanız zalimlerden olursunuz.” (Bakara, 2/35)
“Fakat şeytan onlara, gözlerinden gizlenmiş olan edep yerlerini açığa çıkarmak için vesvese verdi. Onlara şöyle telkinde bulundu: “Rabbinizin size bu ağacın meyvesini yasaklamasının tek sebebi, sizin meleklerden veya ölümsüz hayata kavuşanlardan olmanızı önlemektir” diyerek, kendisinin onların iyiliğini istediğine dair yemin üstüne yemin etti.
Böylece onları aldatarak mevkilerinden düşürdü. Şöyle ki: O ağacın meyvesini tadar tatmaz, edep yerlerinin açık olduğunu fark ettiler. Derhal, buldukları cennet yapraklarıyla edep yerlerini örtmeye başladılar. Onların Rabbi ise nida edip buyurdu: “Ben sizi o ağaçtan men etmedim mi? Ben şeytanın sizin besbelli düşmanınız olduğunu söylemedim mi? Niçin Beni dinlemediniz de bu perişan duruma düştünüz?” (Araf, 7/20-22)
“Derken Şeytan onların ayaklarını kaydırarak içinde bulundukları nimet yurdundan çıkardı. Biz de: ‘Haydi, dedik, birbirinize düşman olarak yeryüzüne inin! Siz orada belirli bir süre ikamet edip yararlanacaksınız.’
Büyük pişmanlık duyan Âdem, Rabbinden birtakım kelimeler öğrenip onlara göre hareket etti. Rabbine yalvardı. Allah da tövbesini kabul etti. Zaten O tövbeyi kabul eder, merhameti boldur.
Dedik ki: ‘İnin oradan hepiniz! Artık ne zaman Ben’den size doğru yolu gösteren rehber gelir de kim ona uyarsa, onlara hiçbir korku olmayacak, hiç üzülmeyecekler de. İnkâr edip âyetlerimizi yalan sayanlar ise cehennemliktirler, hem de orada ebedî kalacaklardır.” (Bakara, 2/36-39)
“Size dünyada bir süreye kadar kalma ve yararlanma imkânı veriyorum: Orada yaşayacaksınız, orada öleceksiniz ve yine oradan diriltilip mezardan çıkarılacaksınız.” (Araf, 7/24-25)
Hz. Âdem, tevbe için ellerini kaldırıp Rabbine yalvarırken bir aralık gözleri arşın direkleri üzerindeki yazıya takılmış ve duasında şöyle demişti:
– Allah’ım! Sen’den beni, ‘Muhammedün Resûlullah’ hakkı için bağışlamanı diliyorum.
Yüce Allah:
– Henüz yaratmadığım halde sen, Muhammed’i nereden biliyorsun?
Bunun üzerine, Hz. Âdem, büyük bir ihtiram ve saygı içinde şunları söylemişti:
– Ey Rabbim! Yed-i Kudret’inle beni yarattığın ve Rûh-u Pâk’ından bana nefhettiğin zaman, başımı kaldırdığımda, Arşın direkleri üzerinde şu yazının nakşedilmiş olduğunu gördüm:
“Lâ İlâhe İllallah, Muhammedün Resûlullah.”
Biliyorum ki, Sen adının yanına ancak, yaratılmışların en hayırlısının adını yaklaştırır ve adınla onun adını yan yana nakşedersin!
Bu kadar samimi ve yürekten bir talep karşısında şöyle bir nida gelmişti:
– Doğru söylüyorsun ey Âdem! Şüphesiz ki O, Benim için mahlûkatın en sevimlisidir. O’nun hakkı için istediğin sürece mutlaka bağışlarım seni de! Zira, Muhammed olmasaydı Ben, seni de yaratmazdım. (İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 1/75; Kurtubî, el-Câmi’ li ahkâmi’l-Kur’ân, 1/324; Kastallânî, Mevâhib, 1/7, 16)
Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed`in (sallallahu aleyhi ve sellem) dünyaya gelmeden önce durum böyle olduğu gibi, kıyamet sonrasında da farklı olmayacaktır. Zira, bir hadislerinde Allah Resûlü (s.a.s.), mahşer günü haklarında olumsuz karar çıkıp da çare arayan âdemoğullarının, Hz. Âdem’den başlayarak uğradıkları her peygamber tarafından arkalara gönderileceklerini ve neticede bu insanların kendisine kadar gelip şefaat umacaklarını ifade buyurmaktadır. (Buhâri, Sahîh, 4:1745: 4435)
“Hazreti Âdem’in (aleyhisselam) cennetten çıkarılması ve bir kısım insanların cehenneme atılması hangi hikmete dayanır?
Cevap: Bunun hikmeti, insanın vazifelendirilmesidir. O, öyle bir vazifeye memur edilerek dünyaya gönderilmiştir ki, insanın bütün manevî yükselişi, kabiliyetlerinin açığa çıkması, gelişmesi ve mahiyetinin Cenâb-ı Hakk’ın bütün isimlerine kuşatıcı bir ayna olması, o vazifenin neticelerindendir…
Eğer Hazreti Âdem cennette kalsaydı, makamı melekler gibi sabit olurdu ve insanın kabiliyetleri ortaya çıkıp gelişmezdi. Halbuki değişmez bir makama sahip melekler pek çoktur, o tarzdaki kulluk için insana ihtiyaç yok. Belki ilahî hikmet, sonsuz makamları kat edecek olan insanın kabiliyetlerine uygun bir tecrübe ve imtihan yeri gerektirdiğinden, meleklerin aksine insan, yaradılışının gereği olan mâlum zelleyle cennetten çıkarıldı. Demek ki, Hazreti Âdem’in cennetten çıkarılması hikmetin ve rahmetin ta kendisi olduğu gibi, kâfirlerin cehenneme atılmaları da haktır ve adalettir.” (Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, 12. Mektup, Şahdamar Yay.)
Allah (cc), Hz. Âdem ve Havvâ`nın tevbesini kabul etmişti. Ama işlediği zellenin neticesi olarak da onları yeryüzüne indirdi. Hz. Âdem Aleyhisselam`ın alnında Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed`in (sallallahu aleyhi ve sellem) nuru vardı.