Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), hicret için Mekke’den ayrıldığında, 11 veya 12 yaşında bir çocuk imiş, Attâb İbn-i Esîd (radıyallahu anh).
Ne var ki ondaki potansiyeli görmüş ve daha o yaşlardayken kınalamış Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem).
Medîne’ye hicret etmiş olsa bile yakın takibine almış ve safha safha izlemiş hayat serüvenini.
Çok çocuklu ailelerin hâkim olduğu toplum yapısına rağmen ne yüzünü unutmuş ne de ismini.
Derken, yıllar geçmiş ve fetih için ashâbıyla Mekke’ye yürürken, etrafındakilere ondan bahsetmiş; ismini saydığı belli başlı şahıslarla birlikte onun da Müslüman olacağı ânı intizar ettiğini söylemiş.
Ne var ki Mekke fethedilmiş olmasına rağmen Attâb İbn-i Esîd hemen Müslüman olmamış.
Bir kısım Mekkeli gibi onun da tedirginliği devam ediyor.
Kararını, gidişât belirleyecek!
Her şey yeni ve yine her şey çok orijinal!
Öğle vakti girmiş ve dün yan yana gelmemek için kaç takla attıkları Hazreti Bilâl (radıyallahu anh) ezan okumaya başlamış. Aynı zamanda bu ezan, Mekke’nin duyduğu ilk ezan ve onlar da bunu ilk defa duyuyorlar!
Hazreti Bilâl’in (radıyallahu anh) yanık sesi, yıllarca ‘Ehad! Ehad!’ diyerek inlettiği Fârân dağlarına çarpıp geri geliyor, hâlâ hazımsızlık yaşayan Mekkelilerin yüreğine ok gibi işliyor!
Belli ki bundan hoşlanmamışlar!
Bir grup Mekkeli oturmuş, ezan okuyan Hazreti Bilâl’i kesiyorlar! Aralarında Attâb İbn-i Esîd de var. Hatta sözü ilk açan isim o; babasını kastederek, “Allah Esîd’e ne büyük lütufta bulunmuş; bak bugün, duyduğu zaman öfkeden kuduracağı şu sesi duymuyor!” diyor.
Ebû Cehil’in kardeşi Hâris İbn-i Hişâm devralıyor sözü; yapılanların doğru olmadığını îma sadedinde, “Vallahi bilsem ki O hak üzeredir; gider ve O’na tâbi olurum!” şeklinde karşılık veriyor. Kureyş’in kudretli hatibi Süheyl İbn Amr durur mu; söze dahil oluyor ve aynı duyguları paylaştığı Hâris’e katıldığını söylüyor.
Bu sırada kenardan bir başkasının sesi yükseliyor:
“Şu siyahî kölenin Kâbe damına çıkıp da böyle bağırdığını görmeden önce Allah, Saîd’in ruhunu kabzetmekle meğer ne büyük lütufta bulunmuş!”
Sırada, Hakem İbn-i Ebi’l-Âs var; onun tepkisi de “Benî Cümeyh’e ait bir köle Ebû Talha’nın binasının üzerine çıkıp da böyle bağırabiliyor ya bu gerçekten de çok büyük bir hadise!” şeklinde.
Onları dinlemekte olan Ebû Süfyân, daha temkinli. Şüphe yok ki bu temkininin temelinde, ciddi bir tecrübe var. Zira Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), ardı ardına yaşanan onca hadise arasında hanımı Hind ile konuşup yaşadıkları her şeyin haberini kendisine vermiş ve olup biten en küçük meseleden bile haberinin olduğunu defalarca göstermiş ona. Dolayısıyla, “Ben bu konuda hiçbir şey diyemem!” diyor ve ilave ediyor:
“Zira eğer ben bir şey konuşacak olursam şu taşlar bile gidip O’na haber verirler!”
Tahmin edileceği üzere sonuç, Ebû Süfyân’ın dediği istikamette; Cibrîl-i Emîn gelmiş ve durumdan Allah Resûlü’nü (sallallahu aleyhi ve sellem) haberdar etmiş.
Bunun üzerine Sultan-ı Rusül Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), yönünü onların bulunduğu yöne çevirmiş ve yanlarına gelerek, “Sizin şöyle şöyle dediğinizi biliyorum!” buyurmuş.
Canevinden vurulmuş, yıldırım çarpmış gibi olmuşlar! Bir müddet nutku tutulmuşçasına şaşkınlık yaşasalar da dilleri çözülmüş ve başta Attâb İbn-i Esîd olmak üzere çoğu, “Biz de şehadet ederiz ki Sen, gerçekten de Resûlullah’sın! Şu söylediklerimize bizden başka kimse muttali olmamıştı ki gelip de onları Sana haber versin!” demişler.
İşte, yıllardır yolu gözlenen Attâb İbn-i Esîd o dakika gelmiş ve Müslüman olmuş.
19 gün sonra Huneyn bâdiresi patlak verince, Allah Resûlü’nün (sallallahu aleyhi ve sellem) gözü aramış onu ve Mekke valisi olarak tayin etmiş.
O gün Attâb İbn-i Esîd (radıyallahu anh), 19 veya 20 yaşında bir delikanlı.
Günde iki dirhem ücret takdir etmiş, Habîb-i Kibriyâ Hazretleri ona. Ancak o, “Bu görevime atandığımdan beri kölem Keysân’a giydirdiğim püsküllü iki elbisenin dışında hiçbir şeye sahip olmadım!” diyecek kadar dikkatli, hassas ve duyarlı.
Boşluk bırakmamış ve muallim olarak da Muâz İbn-i Cebel ile Ebû Mûsâ el-Eş’ârî’yi tayin etmiş, Fahr-i Rusül (sallallahu aleyhi ve sellem).
Hem Ebû Süfyân (radıyallahu anh) hem de Kureyş’in diğer önderleri, bunu hiç problem etmemiş, “Burada biz varken dünkü çocuğa da ne oluyor!” dememişler! Henüz yeni buldukları İslâm ile aldıkları mesafe müsellem ama bu hâdise devleştirmiş onları; boyun bükmüş ve itaat etmişler!
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Medîne’ye dönmüş ve itaatlerinde hiç kusur etmemişler!
Hazreti Ebû Bekir (radıyallahu anh) döneminin Mekke valisi de yine Attâb İbn-i Esîd (radıyallahu anh).
Ne var ki bu diyardan erken göçmüş, Attâb İbn-i Esîd (radıyallahu anh); henüz 23 veya 24 yaşındayken ruhunun ufkuna yürümüş.
Onu toprağa verdikleri gün, başka bir acı daha var; Resûlullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) ilk halifesi Hazreti Ebû Bekir de (radıyallahu anh) ruhunun ufkuna yürümüş!
Unutmadan söyleyeyim; Attâb İbn-i Esîd (radıyallahu anh), aynı zamanda Ebû Cehil’in damadı.
İşin özü, Medîne’ye hicret edenler başka beldeleri medenîleştirirken Mekke’yi istikbale taşıyanlar, yine Mekkeliler olmuş!
Kaynak: Reşit Haylamaz | TR724