444
“Müminin misali EKİN gibidir. Ekini rüzgar sallar durur. Mümin de sürekli belâ ve musibetlere maruz kalır. Münafık ise, sarsılmaz gibi duran ERZE AĞACI (Lübnan Selvisi Sedir Ağacı) gibidir. O, bir kere sarsıldığında kökünden sökülür, bir daha da doğrulamaz.” (Müslim)
“Bildiğiniz gibi rüzgar, ekini bir o yana, bir bu yana sallar durur. Bu durum karşısında ekin yere doğru yatar ama rüzgar, fırtına dindiğinde tekrar ayağa kalkar. İşte mümin de bela ve musibetlerle sürekli ırgılanır, hayat boyu çeşit çeşit imtihanlara maruz kalır ama o, bütün bunlar karşısında, sarsılsa bile Allah’ın (c.c.) izni ve inayetiyle, asla devrilmez. Evet, mümin mânen yükselmesi, saflaşıp özüne ermesi, kötülükle mücadelede metafizik gerilimini sürekli canlı tutması ve daha bilmediğimiz / bilemediğimiz nice hikmetlere binaen bu dünyada sürekli imtihanlara maruz kalır.
“Yüksek ruhlar hep zirvelerde olduklarından dolayı, kar çarpacaksa ilk defa onlara çarpar, dolu vuracaksa, ilk defa onlara vurur ve aynı şekilde öncelikle onların tepesi buz bağlar. Bir yönüyle herşey ilk soluğunu onların tepesinde alır. Mesela bir İmam Gazzaliyi düşünecek olursanız o, içinde bulunduğu toplum açısından belli bir dönem anlaşılmadığından, tehcire (sürgüne, mecburî hicrete) maruz bırakılmış o da başını alıp gitmiş, ıssız yerlere çekilmiş, mezarlarda tek başına dolaşmak zorunda kalmıştır. Abdülkadir Geylânî Hazretleri’nin münacatlarındaki serzeniş ve şikayetlerine bakacak olursanız, nelere maruz kaldığını çok daha iyi anlarsınız. Aynı şekilde Ebu’l-Hasan eş-Şâzilî Hazretlerinin maruz kaldıkları da diğerlerinden farklı değildir.
“Günümüze gelip ‘Çağın Fikir Mimarı’nın (Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin) çektiği sıkıntılara baktığınızda da, hayatında âdeta ona gülmenin hiç nasip olmadığını görürsünüz. O, çok genç yaşta bugün bile rüyasının görülemediği çok önemli projelerle İstanbul’a gelmiş; fakat bugün özel kalem de denen Mâbeyn-i Hümâyûn, bu yüksek projelere aklı ermediği için, onu delice konuştuğu gerekçesiyle TIMARHANEYE attırmışlardır. O güzel proje ve teklifler gelip Mâbeyn-i Hümâyûna takıldığından dolayı, o günün basiretli insanları bile onun sözlerini anlayamamışlardır. Esasında ‘bir mümine imanından dolayı DELİ denilmedikçe, o kişi imanda kemâle ermiş sayılmaz.’ (Ahmed İbn Hanbel, el-Müsned)
İşte o kâmet-i bâlâya (o yüce endama) da, imanda kemâle erdiğinden dolayı DELİ denilmiştir. Arkasından harbe iştirak etmiş, çok ağır şartlar altında günlerini geçirmiş, esir düşmüş ve esarette yine cefâ görmüştür. Sonra sefa bulacağım diye kendi memleketine dönmüş fakat bu defa da ayrı bir cefâ ile karşılaşmıştır. Van’da mağaraya çekildiğinde bile rahat bırakılmamış, orada tek başına yaşarken derdest edilerek batıya sürülmüştür. Bundan sonraki otuz beş senelik hayatında da kimi din düşmanlığından, kimi de kıskançlık ve hasedinden hep onun üzerine gitmiş; gitmiş ve sürgünler, zindanlar, tecritler, zehirlemeler, hapisler, idam hükümleriyle yargılamalar hep birbirini takip etmiş durmuşlar.
“Münafığa gelince o; erze ağacına benzetiliyor. Söz konusu ağaç, ister selvi, ister çam, ister sedir, isterse çınar ağacı olsun, önemli değildir. Önemli olan, Hadis-i Şerifte münafığın, bir kere sarsıldığında kökünden sökülür, bir daha da doğrulamaz. Evet, münafık, çalımlı çalımlı salınıp hiç devrilmez zannedildiği anda şiddetli bir rüzgara maruz kalınca öyle bir devrilir ki, bir daha ayağa kalkamaz. Ekin ise, rüzgar ne kadar şiddetli eserse essin, yattıktan sonra tekrar doğrulur, ayağa kalkar.” (Buhranlı Günler ve Ümit Atlasınız)
“Hayır! Rabbinin bunca nimetlerine rağmen İNSAN kendisini ihtiyaçsız zannetti diye tuğyan edip azgınlaşır. Ama dönüş elbette Rabbinin huzurunadır. Baksana şu namaz kılan, o mükemmel kulu engelleyene… Ne dersin, o hidayette olsa ve takva ile Allah’a saygı duymayı tavsiye etse ne iyi olurdu! Ne dersin, o kul dini yalan saysa ve Hak’tan yüz çevirse iyi mi olurdu? O bilmiyor mu ki, Allah, olan biten herşeyi görür. Hayır! Hayır! Olmaz böyle şey! Eğer bu tutumundan vazgeçmezse, onu perçeminden tutup cehenneme sürükleriz. Evet, Evet, o yalancı ve suçlu perçeminden tutup sürükleriz. İstediği kadar grubunu (kurultayını, meclisini) yardıma çağırsın! Biz de Zebanileri çağırırız. Hayır! Ona boyun eğme!” (Alak Suresi, 96/6-19)
Evet bütün münafıkların, zâlimlerin ve gaddarların sonu budur. Cenab-ı Hak, asla onlara itaat etmemeyi ve asla onlara biat etmemeyi emrediyor. Hidayet üzere bulunan, takva bir hayat yaşayan örnek insanların dik durmalarını istiyor…
Kaynak:Safvet Senih | Samanyoluhaber