Bilindiği üzere insana ilahi hikmetçe birçok farklı his ve duygular verilmiştir. Bu yüzden yaradılış harikası olan insan öteden beri neredeyse tüm ilim dallarının odak noktası olmuştur. Hususiyle Batı, kadim felsefeden modern psikolojiye, sosyolojiden biyolojiye kadar birçok disiplinlerle insan denen muammayı çözmeye gayret etmiştir. Zaman zaman insan hakkında izafi de olsa hakikate yakın tespitlerde bulunulsa da, genel olarak insanın sırlı mahiyetine dair net şeyler söylenememiştir.
Ünlü bilişsel ve davranışsal nöroloji profesörü Adem Zeman, Bilinç Kullanım Kılavuzu isimli eserinde insanın en hayati duygularından olan zihne dair ki bazı tespitleri belki de yukarıda dile getirmeye çalıştığımız meselelere hem bir delil hem de itiraf niteliğinde olduğunu söyleyebiliriz: “…Bilinci açıklamada yaşadığımız zorluk, varoluşu açıklamada yaşadığımız zorluğa eşdeğerdir.’’
Batının insan fıtratına dair net, berrak bir şey söylememesi, söyleyememesi, sırtını semavi vahyi Kur’an’a dönmesine bağlayabiliriz. Zira insanın iç-dış duyu ve duygularını en güzel, en fıtri, en mucizevi, en benzersiz ele alan ilahi beyan Furkan’dır. Bu bağlamda tabirde hata olmasın Yüce Beyan, insan duygu ve hislerinin bihemta kullanma kılavuzu mahiyetindedir. Dikkat edildiği taktirde ayetler, yer yer insanın zahiri görme ve işitme duyularından; zaman zaman imanın yeri, tüm duyguların kalesi mesabesindeki manevi, melekûti bir rabbani duygu olan, kalb (Bakara suresi 7. ayet) ve ruhumuzdan (İsrâ Suresi 85. ayet) bahseder. Ne var ki Kur’an tüm bunları yaparken, tevhid ve hikmet yörüngeli ele alır, meseleyi aslına irca eder.
Bediüzzaman Said Nursi hazretleri gibi birçok İslam alimi, fevkaladeden Kur’an’a teveccüh ve itimatları sonucunda insanın ledünniyatındaki enfüsi ayet niteliğindeki duygu ve hisleri gün yüzüne çıkarmışlardır. Duygularımızın veriliş sebebi, hedeflerini beyan buyurmuşlardır. “Biz insanı en güzel biçimde yarattık. Sonra onu aşağıların aşağısına itiverdik.” (Tîn, 95/4) ayetine isnad ederek, insanda münderiç menfi-müspet birçok farklı duyguyu keşfetmişlerdir. Mesela Üstad Said Nursi, Ene ve Zerre Risalesinde insanın duygu ve hislerinin, varlık ve Allah (cc) ile münasebet ve gayelerini oldukça derin tahlil eder .Eşya ve hadiselerdeki muammanın, kainattaki bilinmezlerin, ilahi isim ve sıfatlardaki esrarın, enenin mahiyetinin bilinmesiyle açılacağını söyler. Hatta Üstad, Otuz Üçüncü Söz’ün Altıncı Pencere’sinde, insanın zâhirî ve bâtınî bütün duygularının her birinin ayrı ayrı âlemlere birer anahtar olduğunu söyler. Nasıl sorusunuysa, Emirdağ Lâhikası’nda, hafıza duygumuzu Levh-i Mahfuz’a bir numune göstererek cevap verir.
Bediüzzaman hazretleri, insana verilen hayati duyguların vazife ve hedeflerinden bahsetmeyi ihmal etmez. Hutbe-i Şamiye eserinde şöyle buyurur: ‘’…İradenin, ibâdetullahtır; zihnin, mârifetullahtır; hissin, muhabbetullahtır; latîfenin, müşâhedetullahtır. Takva denilen ibâdet-i kâmile, dördünü tazammun eder.’’ Birçok hikmetle insana verilen menfi duyguların maslahatlarına da değinir. Sünnet-i Seniyye Risalesinde mealen, öfke duygusunun doğru ve orta yolunun mukaddes cesaret; şehvanî hislerinse dosdoğru halinin iffeti, azami, masumiyet derecesinde rehber edinmesi olduğunu belirtir. İnsandaki duygu ve hislerin açılımları, onların nitelikleri, fizik ötesi ve lahuti alemlerle münasebetleri, hakikat yolunda uğradığı menzil ve makamları Ehli Sünnet çizgisinde başta Nur Külliyatı olmak üzere, Kalbin Zümrüt Tepeleri serilerinden oldukça tafsilatlı olarak izah edilmiştir.
Bir örnek verecek olursak, muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi Kalbin Zümrüt Tepeleri 2 eserinin ‘Mükâşefe’ başlıklı yazısında bu duygunun veriliş gayesi üzerinde durur. Farkında olalım ya da olmayalım Hocaefendi içimizde var olan bu duyguyu, hakikat yolcusunun ‘’mücahede yoluyla yükselip esmâ ve sıfat hakikatlerini duyması, sezmesi ve bilme ruh hâlinden ibaret’’ olduğu şeklinde tanımlar. Bu seri, aynı zamanda insana, insanın mahiyet ve benliğine dair farkındalık oluşturan, yine insana insanı anlatan bir şaheserdir.
Zamanını aşan zamanın çocukları
İnsan, her dönem yine menfi-müspet yönleriyle insandır. Ancak asrının teknik ve teknolojik gelişmeleri, onun duygu ve hislerini şekillendirmede önemli bir faktördür. Bu realite inkar edilemez. Ne var ki farklı asırların farklı keyfiyetleri, insana ilahi hikmetçe verilen maddi-manevi duygu ve hislerini değişikliğe uğratacağı anlamına gelmez. İnsan, fiziki ve metafizik duygularıyla yüce bir varlıktır. Batıni yönünü kalb, ruh, sır, akıl, basiret, marifetullah, muhabbetullah, vicdan, irade…gibi latif, rabbani duygular teşkil ediyorken; zahiri tarafını ise, görme, duyma, tat alma gibi duyular oluşturur.
Ayrıca tasavvufta, ‘zamanın çocuğu’ manasında ibnü’l-vakt kavramı vardır. Çağlarına damgasını vuran İbn-i Sina, Cabir, Harezmi, İmam Gazali gibi dahi İslam mütefekkirleri, kendi benliğindeki muammaları keşfederek, kendi zamanlarını aşmış ve sonraki gelecek nesillere hüsnü misal olmuşlardır. Hatta Üstad Said Nursi, Muhakemat adlı eserinde, mealen, hikmetin bir pederi hükmünde olan İbn-i Sina’nın zekasının gücü, fikirlerinin kuvveti, felsefeye ve bazı ilimlere hakimiyeti ve çok üstün kapasitesi olduğundan, bu zamanın yüzlerce felsefeci ve ilim adamıyla tartıldığı taktirde onlara ağır basacağını söyler. Eksikliğin İbn-i Sina’da değil, onu eksik bırakan zamanın eksikliği olduğunu hatırlatır.
‘Dijital nesil’ olarak tanımlanan Z neslini, yukarıdaki açıklamalar bağlamında ele almak mümkündür. Hususiyle ehli iman Z nesline, kendi mahiyetlerini keşfetme yollarının gösterilmesine ihtiyaç vardır. Günümüz teknik ve teknolojik gelişmeleri, aile içi ve dışı rehberlik hizmetleri ve asli kaynaklarımızla birlikte yerinde değerlendirildiği taktirde bu keşif daha kestirmeden olabilir. Zira son dönem dijital gelişmelerle bilgiye çok süratli bir şekilde ulaşılabiliyor.
Sonuç olarak, bir kutsi hadiste; ‘’Kendini bilen Rabbini bilir.’’ buyrulur. Mühim olan kaliteli bir ferde olan yatırımdır. İnsanı, kamil insan yapan duygularıdır; latifelerini veriliş gayelerine göre istimal etmesidir. Kendi mahiyetini bilmeyen, tanımayan nesillerin, Allah’ı (cc) ne isim ne de sıfatlarıyla tanımaları mümkün değildir. Allah korusun insan, böyle bir ruh haleti ile Allah’ı dahi unutma tehlikesi ile karşı karşıya kalabilir. Bu realiteyi şu ayet oldukça berrak bir şekilde resmeder: “Allah’ı unutan ve bu yüzden Allah’ın da kendilerine kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın.” (Haşir, 59/19)
Hizmetten | Engin Tenekeci