Kur’ân’ın mucizesi ve ‘Müslüman İsevîler’ | RECEP ATICI

Yazar Recep Atıcı

Dün sabah ekmek taşıma işime giderken sesli köşelerden Harun Tokak Hocamın yazısını dinledim. Harun Hocam her zaman olduğu gibi gene yürekleri hoplatan, gönülleri coşturan, gözlerimizi nemlendiren ve hepsinden öte tarihe not düşen bir yazı kaleme almış. Bu yazısında doğuda (1990’lı yıllar) öğretmenlik yaptığı sırada tanıdığı Yusuf Sinan kardeşimizden bahsetmiş.

Onun sözünü ettiği mahcup ve bir o kadar da centilmen kardeşimizi ben de 2010’lu yıllarda Van’da tanıdım. O, Zaman Gazetesi temsilcisiydi. Ben de Van’ın güzide okullarından birinde Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmeniydim.

Harun Hocamın dediği gibi benim de ona, ‘içim ısınmış’ ve birbirimizi çok sevmiştik. Ben, 2013 yılında memleketime tayin istemiştim. Van, onun memleketiydi ve orada hizmet etmeye devam ediyordu. Ta ki Zaman Gazetesi’ne kayyım atanıncaya kadar. Ondan sonra kendisinden haber alamamıştım. Mecburi hicretle Avrupa’ya geldikten sonra kaybettiğimiz eskimeyen Vanlı dostlarla bir araya geldiğimizde onu karşımda görünce hem şaşırmış hem de sevinmiştim.

Onun mecburi hicret yolculuğundan biraz haberdar idim. Ancak Harun Hocamın yazdığı kadarını bilmiyordum. Sinan kardeşim, 15 Temmuz çakma darbesinden hemen sonra Kuzey Irak’a çıkmış. Arkadan eşi ve kızı da gelmişiler. Fakat bir müddet sonra orada da çember daralmaya başlamış. Bu sefer İran üzerinden Gürcistan’a geçmişler. Orada da bazı arkadaşlarımız kaçırılınca Türkiye ile komşu ülkelerde durmak akıllıca bir iş değil diyerek Belarus’a geçmişler.

Oranın da hem güvenli olmayışı hem de iş imkânı bulunmayışından dolayı fazla kalamazlar. Zira oraya kadar ellerinde olan ne varsa tüketmişlerdir. Son olarak Avrupa vizesiyle yola çıkarlar. Hedefledikleri ülke, kendilerini bir kampa yerleştirir.

Beraberlerindeki kızlarını her gittiği ülkede; belki burada daimî kalırız düşüncesiyle okula yazdırırlar. Bu uzun yolculukta kızları Arapça, Kürtçe, Rusça, Gürcüce, Belarus ve Almanca gibi dillerin her birinden azıcık koklamış olur.

Almanya’ya ilk geldiklerinden itibaren altı ay içerisinde sekiz kamp değiştirirler. Adeta göçmen kuşlar gibi bu kamp senin o kamp benim dolaştırılırlar. Kısa zaman aralığında henüz bir yere alışmadan diğerine geçmek onları oldukça yorar. Bu yüzden üçünün de psikolojileri bozulur. Çocukla beraber tek bir odada kalmaları,  tuvaletlerin ve banyoların ortak oluşu ve yemeklerin alıştık damak zevkine uymayışı vs. çok zorlanırlar. Meğer bu zor dedikleri şartlar iyi günleridir. Onu, altıncı ayın sonunda postacının imzalatarak ellerine verdiği zarfı açınca fark ederler. Gelen mektup iltica başvurusu ile ilgilidir ve şöyle yazmaktadır:

“İlticanız kabul edilmedi. Geldiğiniz ülkeye geri gönderileceksiniz.”

Sinan kardeşim ve ailesi bu kararı okuyunca şok olurlar. Zira yeni bir ülkeye gitmeye ne güçleri ne de imkânları vardır. Ancak karar kesin olunca çar-naçar valizleri hazırlayıp Azrail’i bekler gibi polisleri bekledikleri an bir mucize gerçekleşir. O sıra kapıyı çalan sarışın, orta boylu, ellili yaşlarda üzerinde siyah-beyaz kıyafeti olan bir papazdır. Yüzündeki güven veren tebessümüyle; ‘Ben sizi almaya geldim’ der. Adeta ‘kul sıkışmayınca Hızır yetişmezmiş’ vecizesini iliklerine kadar hissederler. İşin aslını ise sonradan öğrenirler.

Meğer onları ilk günden itibaren kardeş kabul eden Şengül Hanım, evinin karşısındaki kilisenin papazına onların durumunu anlatmış. O kilisenin papazı Kiliseler Birliği’ne durumu izah etmiş ve birkaç saat içinde kasabadaki bütün yönetim kurulu üyelerini dolaşarak imzalarını almış.

Sinan kardeşim, hadisenin arka yüzünü öğrenince, “Bir gün bir kilisenin himayesine gireceğimiz hiç aklımıza bile gelmezdi” diyerek hem sevinir hem de hayretten kendini alamaz. Harun hocamın yazdığı bu yazının kalanını Samanyoluhaber sitesinden okumanızı tavsiye ediyorum.

Evet, Kur’an’da bahsi geçen en güzel kıssa sahibi Hz. Yusuf (as) gibi Yusuf Sinan kardeşimiz de hem ismen hem de yaşadıkları itibariyle Hz. Yusuf’a bazı yönleriyle benzemektedir. Ayrıca bu hadise bana Üstad Bediüzzaman’ın “Zaman ihtiyarladıkça Kur’ân gençleşiyor” vecizesini hatırlattı. Zira Kur’ân-ı Kerîm’de geçen bir ayet-i kerimede Cenab-ı Hak, şöyle buyuruyor: “Müminlere sevgi bakımından en çok yakınlık duyanların ise “Biz Nasâra’yız (Hristiyanız)” diyenler olduğunu görürsün..” (Maide, 5/82) Sinan kardeşimize sahip çıkan Papaz Efendi, Kur’an’ın bu ayetini hal diliyle tasdik eder. İşte bu yönüyle Kur’ân, zamanın ihtiyarlamasına rağmen her daim genç kalabilen bir kitaptır.

Bu işin bir başka yönü de şu ki, Üstad Bediüzzaman’ın Mektubat isimli eserinde kullandığı ‘Müslüman İsevîler’ ifadesi de bu hadisede kendini göstermiştir. O kilisenin görevli papazı insanlık adına yaptığı o güzel davranışıyla Üstadımızın o ifadesini de doğrulamıştır.

Evet, buna benzer dünyanın değişik coğrafyalarında kardeşlerimize sahip çıkarak Kur’an’ın mucize oluşunu ispat eden kim bilir kaç rahip var, kaç papaz vs. var bilemiyoruz. Rabbim sayılarını arttırsın. Harun Hocam yazmasaydı bunu da bilemeyecektik. Keşke eli kalem tutan mahir kişiler bu yaşananların senaryolarını, romanlarını ve edebiyata dair ne varsa yazsalar da gelecek nesillere ibret olarak kalsa!…

Diğer Yazılar

“Aç açabildiğin kadar sineni ummanlar gibi olsun. Kalmasın alaka duymadığın ve el uzatmadığın bir mahzun gönül”

 

M.Fethullah Gülen

Bu Sesi Herkes Duysun Diyorsanız

Destek Olun, Hizmet Olsun!

PATREON üzerinden sitemize bağışta bulanabilirsiniz.

© Telif Hakkı 2023, Tüm Hakları Saklıdır  |  @hizmetten.com 

Hizmet'e Dair Ne Varsa...

Sitemizde, tercihlerinizi ve tekrar ziyaretlerinizi hatırlayarak size en uygun deneyimi sunmak ve sitemizin trafiği analiz etmek için çerezleri ve benzeri teknolojileri kullanıyoruz. Tamam'a veya sitemizde bulunan herhangi bir içeriğe tıklayarak bu ve benzer çerezlerin/teknolojilerin kullanımını kabul etmiş olursunuz. Tamam Gizlilik Bildirimi

Privacy & Cookies Policy