Arkadaşlar kendilerine “muhâcir” dediler; öyle ise meseleye şöyle bakmak lazım: Cenâb-ı Hak, bizi dünyanın dört bir yanına saçtı savurdu. Vakıa dünyanın dört bir yanına açılmıştık, okullar ile, eğitim ile. Savaşımız da bizim, eğitimde mürekkep, müzâaf, mük’ab olmamaya karşıydı; dar alanlı bir eğitime karşı idi.
Ya medresenin skolastik düşüncesi veya mektebin tamamen pozitivizme kaymış düşüncesi hâkimdi; buna karşı, o iki ruhu bir araya getirmek hedef idi. “Mektep, Fizik, Kimya, Matematik, Astronomi, Astrofizik, Astroloji!” derken; aynı zamanda “Din!” deme duygusuyla… Ve bir de insanların ufkunu açarak, aynı zamanda dünyayı da mamur etme adına, onları zenginleştirmeye matuf “fakirlik” ile mücadele yolunda bir cehd u gayret içindeydiniz. Açıldınız; Allah da yolları açtı. Geçilmez gibi görülen deryalardan, köprüleri O (celle celâluhu) kurdu, siz de geçtiniz. Ne o kültürleri biliyordunuz, ne de o mevzuda bir rehabilitasyondan, bir eğitimden geçmiştiniz! Çoklarınız, çiçeği burnunda bir delikanlıydınız; mektepten yeni mezun olmuştunuz. Külah içinden kura çekerek, coğrafyada konumu neresidir bilmediğiniz yerlere gitmiştiniz ama hüsnükabul görmüştünüz. Ve böylece dünyanın dört bir yanına açılma oldu.
Neredeyse girilmedik yer -belki- iki yüzde bir kaldı; evet, o kadar, Allah’ın izni ve inayetiyle. Fakat o başka bir zaviyeden bir “hicret” idi, bir “göç” idi. Ona da o zamanlar, “hicret” deniyordu. Sizin ağabeylerinizden, size himmet eden -bir yönüyle- sizin mektepte okumanızı ve mektepte okumanız için kalacağınız yurt yapma işini, okul yapma işini derpiş eden, deruhte eden büyükleriniz, yaşlılarınız, duayenleriniz, defaatla Fakîr’e geldiler. Dediler ki: “Ne olur, bu mevzuda bir sistem oluşturun da bizim esnaflar, yatırımcılar da dünyanın dört bir yanına açılsınlar! Esas o yandan da meselenin bize ait olanını görsün âlem. Eğitim alanında gördükleri gibi, o alanda da görsünler!” Ama o mevzuda da işin merkezinde, sistemin oluşturulması lazımdı ki, gittikleri yerde, burada bozdukları çardağı, orada hemen kursunlar; “Bakın, böyle de oluyormuş!” desinler. Öbürü, mektepten mezun olan insanlara emanet, yapılıyordu rahatça. Fakat diğerinde, dışarıda bir iş yapmaya müsait insan, henüz ülke içinde o işin temel esprisini kavrayamamıştı.
Bir gün gelince, o da olacaktı. Fakat onlar, saçıldıklarından dolayı, gönül koymadan, ayrılıp gittiler dünyanın değişik yerlerine, elli türlü handikap ile karşı karşıya kalarak. Yok, “Tunca’dan mı geçeyim, Meriç’ten mi geçeyim, Yunanistan’a mı gideyim, Gürcistan’a mı gideyim?!. Hangi yollardan dolaşayım, döneyim; Kanada’ya ulaşayım, Amerika’ya ulaşayım, Kaliforniya’ya ulaşayım; ulaşayım…” diye değişik yollar aştılar. Pasaportu yok, vizesi yok, öyle sıkıntılı bir yol. Belki -işte- o yolda bile dişini sıkarak sabretmek âdeta ibadete gidiyor gibi insana kazandırır. O sıkıntılar, o belalar, o musibetler, insana namaz sevabı kazandırır, hac sevabı kazandırır, oruç sevabı kazandırır. Bir de gittikleri yerlerde, onlar, “kâl” insanı değil, “makâl” insanı değil; “hâl” insanı, “temsil” insanı oldular/oluyorlar. Diyecekleri şeyleri sadece söze bağlamazlar, öyle lafazanlık bilmezler; demagojilere, diyalektiklere başvurmazlar. Hele Makyavelizm’den hiç anlamazlar onlar. “Hangi sebep meşru…” falan; akıllarının köşesinden bile geçmemiştir.
Onu, onlar yapsınlar; makam ve koltuk kapmak için kullansınlar. Makyavelistçe, bütün gayr-ı meşru sebepleri, hedeflerine ulaşmak için kullansınlar; bu alanı onlara bırakın! Yaşayabildikleri gibi yaşasınlar; yan gelip kulakları üzerine yattıkları gibi -şeye benzer- yatsınlar! Yesin, içsin, yan gelip kulakları üzerine yatsınlar! Ee o kadar onların da hakkı!.. Çünkü ahiretteki haklarını dünyada yiyip bitirme yoluna Allah onları itmiş. İtilmiş insanlar!.. Size gelince, değişik sıkıntılarla, yürüdüğünüz yolun her güzergâhında, her faslında, kilometresinde, -burada “mil” kullanılıyor- her milinde, ayrı bir eltâf-ı Sübhâniye ile serfirâz kılınma meselesi vardır, söz konusudur, Allah’ın izni ve inayetiyle.
Sonra, gittiğiniz yerde bir de sistemi tutturursanız… Kendi düşünce ufkunuz, donanımınız, alanınız itibarıyla neye açık iseniz… Bağışlayın, darı başkadır, arpa başkadır, buğday başkadır, çavdar başkadır, üzüm fidesi başkadır, zeytin fidesi başkadır. Kabiliyet ve donanımlarınıza göre, gittiğiniz yerlerde fide iseniz, fide gibi saplanırsınız bir yere, kısa zaman sonra ser çekersiniz semalara doğru. Bakarsınız, “Allah Allah! Ben buraya tırtıl gibi geldim; bu kelebek olma da nereden çıktı böyle?!. Kanat çırpıp şimdi uçuyorum, sağda solda!” Allah’ın izni ve inayetiyle, hiç tereddüdünüz olmasın!..
Bu video 17/12/2017 tarihinde yayınlanan “AŞKTA SABIR VE HİCRETTE KOZADAN KELEBEĞE” isimli bamtelinden alınmıştır. Tamamı burada: https://herkul.org/bamteli/bamteli-as…