209
Bağdat’ı işgal edip binlerce kitabı Dicle nehrine atan, kütüphaneleri yakan, binlerce masumun da kanını akıtan Hülâgü helâket ve felâketine dikkat edilirse; Endülüs mağlubiyetinden sonra da yakılan ve nehre atılan kitaplara canı yakılan mazlum ve mağdurlara bakılacak olursa kitap yakanlar, canlar da yakarlar…
Bir yazısında Ahmet Arpad, “Adolf Hitlerin Viyanası” başlıklı yazısında bu meseleyi çok güzel anlatıyor:
Berlin Opera alanında alevler havaya yükseliyor. Büyük ateşin çevresine toplanmış insanlar keyifli. Aralarında öğrencileri ile gelmiş sayısız üniversite profesörü de var. Kucaklar dolusu, çantalar içinde, sırt torbalarında, bisiklet sepetlerinde, hatta el arabalarına doldurulmuş yığınla kitap taşıyorlar ateşin yakıldığı alana. Az öteye tezgah kurmuş seyyar satıcılar kızartılmış sosisler , bira, şekerleme, çikolata satıyor. Ellerinde büyük meşaleler üniformalı kızlar insanların arasında dolaşıp duruyor. Az sonra kamyonlar ateşin yanına yaklaşıyor. Kapaklar açılıyor. Kahverengi gömlekli üniversite gençleri kamyonlardan aldıkları binlerce kitabı ateşe fırlatıyor. Kara suratlı üniformalılar, tasmalarından zor tuttukları kurt köpekleri, olup biteni dikkatle izliyor.
10 Mayıs 1933 Alman tarihine geçen karanlık, utandırıcı günlerden biridir. Hitler seçimlerde salt çoğunluğu elde edememişti. Ancak sol partiler arasında işbirliği sağlanamaması, bu arada Hindenburg ve tilki politikacı von Papen’in ağır endüstri kralları ile gizli anlaşması, uydurma Reichstag yangını Hitler’i yine de başbakanlık koltuğuna oturtmuştu. Hırsı sınır tanımayan Führer’in ilk işlerinden biri özgürlükçü sola ve düşünürlere karşı saldırıya girişmek olmuştu. Yüz binlerce emekçinin yanı sıra düşünürler, sanatçılar, bilim adamları tutuklandı. Kimileri sınır ötesine kapağı attı, savaş bitene dek yaşamını zorunlu sürgünde geçirdi.
“Bugün kitap yakanlar, yarın insan yakar” 10 Mayıs akşamı başlayan “Kitap Yakma” girişimi hemen tüm ülkeye sıçradı. Üç hafta içinde Almanya’da yüz binlerce kitap yok edildi. Berlin Opera Alanı’ndan Münih Kral Alanı’da dek. Kitapların yakıldığı kentlerin tümünde üniversite vardı. Kitaplar yanarken sadece Nazi subayları nutuklar atmıyordu. Profesörler de heyecanla “Giderek artan Masksist girişimler, yıkım getiren Yahudi ruhu Almanya’yı tehdit etmekte” diye binlerce insana sesleniyordu.
Heine, Marx, Freud, Seghers, Brecht, Zuckmayer, Zweig, Mann ve Remargue’ın havaya uçuşan eserleri alevlerde yok olurken askeri oskestralar marşlar çalıyor, insanlar hayvanlar gibi uluyordu. Naziler, “Alman düşün dünyasının çöpü” dedikleri bu yazarların sadece Berlin’de 20 bin kitabını ateşe attı. Hitler’in düşünceye baskısı kitapların yakılması ile doruk noktasına ulaşmıştı. Nazi gençlik örgütlerinin ‘Kitap Yakma’ uygulamasının halka anlatılan gerekçesi, Alman kültürünü yabancı kirlenmelerden arındırmaktı. Kahverengi gömlekler tüm ülkede kütüphaneleri, yayınevlerini bastılar, kitapları kamyonlara doldurup alanlara götürdüler. Büyük ateşe atılanlar Alman dili kültür ve edebiyatlarının yüzyıllar boyu onurlandırmış edebiyatçılar, düşünür ve sanatçıların eserleriydi. “Bugün kitapların yakıldığı yerde, ilerde insanlar da yakılır’ diyen evrensel ve insancıl Alman şairi Heinrich Heine ne yazık ki haklı çıktı. Sınır ötesine kaçamayanlar kampların dikenli telleri arkasında yaşama gücünü yitirdiler. Gaz odaları ve fırınlar sonları oldu. Antifaşist ve antimilitarist çağdaş Alman yazarlarının en ünlüsü Erich Maria Remargue “Hayat Kıvılcımı” adlı esrinde o günleri konu eder. 10 Mayıs 1933’de yakılan ateş 1945’e dek sönmedi, toplama kamplarının fırınlarında , bombalanan onlarca kentte yandı durdu.
Kültür cinayetine onay veren aydınlar.
Kitap yakma, Hitler ve peşinden gidenlerin Alman düşünce dünyasında planladığı kıyımın sadece bir parçasıydı. Bu uygulama 10 Mayıs’tan başlatılmıştı. Üniversiteler, müzeler, kütüphaneler, tiyatrolar ve orkestralarda yapılan “temizlik” için 7 Nisan 1933’te memur yönetmeliğinde değişikliğe gidilmişti. Komünistler, sosyalistler ve özellikle de Yahudiler devlet hizmetinden çıkarılacaktı. 10 Mayıs’tan haftalar önce Alman düşünce dünyasına ‘zarar veren kişiler’in listeleri hazırlanmıştı. Alman aydınlarının bir bölümü olup bitene sesini çıkaramadı. Ancak çoğu düşünür, profesör, aydın, insanlık tarihinde benzeri olmayan bu kültür cinayetine onay verdi. Basın da karşı çıkmadı, hatta bir çok köşe yazarı girişimleri onayladı. “Kentlerimizde göğe yükselen alevler, Almanya’nın yeniden uyanışının bir simgesidir.” diye yazanlar oldu. Aradan iki yıl geçtikten sonra Hitler yönetimi bir ‘yasaklar listesi’ yayımladı. Bu listeye göre Naziler tam 524 yazarın ‘zararlı’ dedikleri toplam 3601 eserinin Almanya’da yayımlanmasını ve okunmasını yasaklıyordu.
Kitap, diktatörlerin, baskı yöntemlerinin korkulu düşüdür, örümcekli kafalar için karabasanların en korkuncudur. Çünkü kitap, bütün işkencelerden, zindanlardan, her türlü silahtan daha güçlüdür. İnsanlık tarihinde kitaptan nefret eden, kitabı yasaklayan, yakan çarpık politika önderleri hep görülmüştür. Ancak kalıcılığını ve etkinliğini her zaman korumuştur kitap. O, sağlıklı düşünceyi toplumlara ulaştırmayı, onlara doğru yolu göstermeyi hep başarmıştır.
Düşünce özgürlüğüne baskı, uygulandığı ülkenin sınırlarını kolayca aşar, başka toplumlara da sıçrar. Bireye baskı yapan, onu düşüncesinden dolayı zindana atan çıkar çevreleri her zaman ve her ülkede vardır.
Netice itibariyle ülkemizde, Hizmetin yazıp neşrettiği kitapları, yani içinde âyet hadisler bulunan eserleri hatta mealleri bile bu süreçte yakanlar, çöpe atanlar, elbette hiç çekinmeden canları da yakıyorlar… Ama biliyoruz ki, “Cennet ucuz değil; Cehennem de lüzumsuz değil.”