“Olduğun yeri tarif etsene” dedi telefondaki arkadaşım. Başına çömeldiğim mavi kovanın etrafına baktım, yerde bir sürü dikenli kestane, yaprak var. Ayağa kalktım, etrafa baktım, bir sürü çam ağacı, kestane ağacı, ötelerde birkaç insan, arkamda arkadaşlarım… Telefondaki ses tekrarladı sorusunu, yola da yakın mıymışız, bilmiyorum ki? Az ötemde turuncu şapkalı bir adam var, elinde de sepet, biraz yaşlıca, eşi de var yanında ve mantar topluyor sanırım. Yok yok yeleği turuncu değil, şapkası turuncu. Aynı adamı görmüyoruz sanırım. Konum attım ondan da bulamıyor musunuz? Doğru ormanda cadde, sokak yok ki…
Bu arada Rahmi babanın sesini duyuyorum, “Hanımlar bu tarafa gelin burada kestaneler daha güzel.” Telefonu ben mi kapattım, arkadaşım mı bilmiyorum, kovamı kaptığım gibi sesin olduğu yere ilerliyorum, zira ormanda kaybolmak istemiyorum.
Kariyerimizin Zirvesi
Avrupa’nın ortasında bir ormandayız. Ve bir yıl önce bu zamanlar, muhtemelen evimde pazar keyfi yapıyordum. Şu az ilerimde yeşil kovasına kestane dolduran doktor hanım, belki de nöbetteydi. Bazı günler bin hasta bakıyormuş. Bugün bin tane kestane toplasa kaç kilo ve kaç lira eder acaba?..
Rahmi baba buralarda tanıdığımız bir arkadaşın babası. Karadenizli. Eşiyle mevsiminde gelip kestane topluyormuş. Buralarda pazar eğlencesi ormanda kestane toplamak. Bizim içinse hayat memat meselesi. Biz kim miyiz? Biz buralara yeni geldik. Yaşar Kemal’in “mecbur sürgün” dediklerindeniz. Akademisyen, doktor, tiyatrocu, gazeteci, eczacı… yani işi gücü, kariyeri olan kişileriz ama geldiğimiz yerlerde işsiz, yersiz, yurtsuz. Bir de özgür ve sağlıklıyız! Buralarda tanıştık çoğumuz.
Ve arkadaşlardan biri anlattı, Türkiye’de bir doktor hanım varmış, meslekten atılmış, tutuklanacakmış, o yüzden acilen çıkması gerekiyormuş. Evi, arabası, maaşı ve ailesinin nezdindeki itibarı gidince bir şeyi kalmamış. Dertleniyordu arkadaşı. İnsan kader arkadaşı olunca, kederini de paylaşıyor. Ne yapabiliriz dedik? Biz bu yaşımıza kadar hep bir şeyler yapmış insanlarız. Ve yine bir yolu vardır bir şey yapmanın. Yolunu bulduk, küçük ama büyük amaçlı bir yol. İşte ellerimizde eldivenler ve birer plastik kova ile ormanda olmamızın sebebi buydu…
Hani bir hikâye var ya herkesin malumu, sahile vuran denizyıldızlarını toplayan bir adamı anlatıyor. Biri gelip de o adama, “Sahildeki milyonlarca denizyıldızını da kurtaramazsın ya!” dediğinde elindeki denizyıldızını suya bırakırken, “Ama bunu kurtardım.” demişti. Kovaya attığım her kestane için bunu düşündüm. Bunu düşündük…
Schindler’in Listesi’ndeki Adam Gibi Ağlayacağım!
O ormanda kestane toplayışımızın ve ikinci el pazarında tezgâh açışımızın üzerinden yaklaşık bir yıl geçti ve bugün ben bu satırları yazarken şunu fark ettim ki, mal-mülk, kariyer hepsi geri gelebiliyor ama hayat asla. Biz birkaç mecbur sürgün kadın, el birliğiyle o genç doktoru kurtardık evet. Ama biliyorum ki Schindler’in Listesi filminde Hitler’in zulmünden, toplama kamplarından, binlerce insanı kurtaran o adam gibi vicdan azabı çekeceğim. Hani o meşhur sahnede, her şey bittiğinde kurtarıcı adam ağlıyor da saatini gösterip, “Şunu da satıp iki insanın hayatını kurtarabilirdim, ölmeyebilirlerdi!” diyor ya öyle ağlayacağım. Ve bugün, gelecekte bu vicdan azabını yaşamamak için, tekrar elde edebileceğim şeylerden vazgeçmedikçe gerçek insan olmayacağım onu da biliyorum. Yardımlaşmak budur. Kolları sıvayıp taşın altına elini koymaktır.
Kendisi için kestane topladığımız o genç hanım ise geldi buralara. Tanışmadık, ama kaderin cilvesi o kestane topladığımız ormanın yanı başında kaldı. Hiçbir şey tesadüf değildir değil mi?
Kestane Toplamaya Koşturan Rüya!
Yazının başında anlattığım, bizi ormanda arayan arkadaş var ya, o işte psikolog bir arkadaş. O gün o da gelecekti ama gece 4’de kalkamamış. Yani kalkmış da uyku tatlı gelmiş. Sonra rüyasında bizi ormanda neşe içinde kestane toplarken görmüş. Üstelik bizi gören bir tek o değilmiş. Heyecanla uyanmış, çok heyecanlıymış ki galiba eşi de kalkmış. Rüyasını ona anlatmış. Ve işte sonrası malum, eşi, çocukları ormanda saatlerce bizi aradı. Buluşamadık. Aynı ormanda farklı yerlerden kestane topladık muavenet niyetiyle. Ne denir Allah toplayandan, alandan ve bize böylesi bir anıyı yaşattığı için o doktor hanımdan razı olsun.
“Doktordan İkinci El Ürünler!”
Hep başkalarından beklemek değil, ben ne yapabilirim demek gerek. İşte bu düşünceyle kendimizi, Avrupa’da meşhur olan ikinci el pazarından birinde, bir tezgâh başında bulduk. Derdimiz kardeşlerimiz için, topladığımız ikinci el ürünleri öğrenmeye çalıştığımız yeni dilimizle satmak. Günün sonunda satamadığımız başkalarının eskisi, müşterilerimizin yenisi ürünleri toplarken, doktor arkadaşımla, gülüyorduk ve “doktordan, az kullanılmış, içinde sigara içilmemiş temiz bunlaaaaar” diyorduk. Ve pazarda bunu bir biz anlıyorduk. Bir de şimdi siz.
Kaynak:Yeni Ailem