Muhafazakar bir çevrede yetiştim. Aile büyüklerim hep anlatırdı: “Falan çok zekiydi ama ‘dinsiz’ olur korkusuyla okula gönderilmedi!” Babam rahmetli 1923 doğumluydu ve Tek Parti döneminin canlı şahidiydi. Samanlıklarda nasıl gizli Kur’an öğretildiğini, ezan okumak için minareye çıkan müezzinlerin jandarma görünce nasıl Türkçeye döndüklerini anlatırdı. Anadolu’da “gavur” olacak korkusuyla çocuklar yıllarca okullara gönderilmedi. Zira pozitivist eğitimin etkisiyle çocuklarının itikadi açıdan yittiğini görüyorlardı. Tarikatlar değilse de, cemaatler Cumhuriyet döneminde nesilleri koruma talebinin sonucu olarak ortaya çıkmıştır.
Toplumun önemli bir kesiminin çocuklarını pozitivist eğitimin etkisinden koruma arayışı başka sosyal, ekonomik problemleri doğurdu. Seküler kesimler üst sınıflara çıkarken dini eğitimle yetinenler alt sınıflarda kaldı, düşük gelir ve statüye rıza gösterdiler. Konan bariyerler ve eğitim eksikliği nedeniyle dindarlar devletin, toplumun hayati noktalarından dışlandılar. Dindar ve aydın bir arada anılmaz oldu. Aydın olmak inançtan, ibadetten uzak olmak şeklinde yorumlandı. Hakim laikçi zihniyet dindarları dışladı, aşağıladı.
Bu ayrımcı, dışlayıcı yaklaşımdan kadınlar daha çok etkilendi. Erkekler dindar olduğunu göstermeden hayata tutunabiliyordu. Ama tesettürlü hanımlar için şartlar çok daha ağırdı. Pek çok dini grup bu dönemde kendisini dini eğitime adadı, insanların inançlarını muhafazaya yönelik çalışmalar yaptı. Kur’an öğretti, medreseler, dergahlar açtılar. Hizmet Hareketi ise mevcut eğitim sisteminin içinde kalarak, inancı korumanın yollarını aradı. Risale-i Nurlar pozitivist eğitimin etkisini kırmak, imanı güçlendirmek için yazıldı. 1970’lerden sonra Hizmet yurtlar dershaneler açarak, barınma imkanları hazırlayarak bu dezavantajlı durumu bitirmeye çalıştı. Yabancı dille eğitim yapan, modern laboratuvarları olan kolejler açtı, geniş bir kitleye nitelikli eğitim verdi. Dindar Anadolu insanının dezavantajlarını telafi etti, dahası onları öne geçirdi.
Hizmet Hareketi’nin kız çocukları için hazırladığı eğitim imkanları ise her türlü takdirin ötesindedir. Ortadoğu coğrafyasında devrim niteliğindedir. Muhafazakar Anadolu insanı erkek çocuklarını okutma problemini aşsa da kız çocuklarının eğitim problemini çözememişti. İnsanlar kız çocuğunu güvenmediği kimselerin eline bırakmak istemiyordu. Hizmet kız çocukları için de nitelikli eğitim fırsatları sundu. Yurtlar, dershaneler, kolejler, üniversiteler açtı. Yüzlerce modern kız kolejinde kaliteli eğitim verdi. Kız/erkek nesillerin hem inancını/itikadını korudu, hem de onlara kaliteli eğitim verdi. Milyonlarca kız çocuğu bu okullardan mezun olup hayatın içinde rol aldı. Elli yılda hiçbir taciz, tecavüz vakasına rastlanmadı.
Eşim yıllarca kurumlarda öğretmenlik yaptı. Dört çocuğum kurum kreşlerinde büyüdü. Haftanın en az 6 günü eşim erkenden kalkar, çocukları adeta yataklarından sürüyerek kaldırır, alelacele giydirir ve okula götürürdü. Neredeyse her akşam 9, 10, 11 civarı yorgun argın eve dönerdi. Çocuklar okul koridorlarında, kreşlerde perişan olurken bugün “terörist” ilan edilen kadın öğretmenler milletin çocukları için tahammül ötesi yoğunlukta çalışır, rehberlik yapardı. Defalarca kadınları bu kadar yoğun çalıştırmanın insani ve İslami olmadığını anlattım, ama çözüm olmadı. Kadınlar kocalarıyla idarecileri, kendi çocuklarıyla öğrencileri arasında sürekli preslendi, ağır fedakarlıklara zorlandılar. Eşler, çocuklar ve hanımlar perişan oldu.
Erkekler de elbette yoğun çalışıyordu. Ama onların ev işleri, çocuk doğurma ve büyütme gibi dertleri yoktu. Peşlerine yapışık aç, perişan çocukları olmuyordu. Gerek MEB gerek diğer özel okullara göre çocuklar ve hanımlar rahat etsin diye ortamlar hazırlanıyor, bakıcılar tutuluyordu. Lakin kadınlardan insanüstü fedakarlık bekleniyordu. Maalesef bu kurumlarda tepe yöneticiler erkeklerden oluşuyordu ve kadınların yaşadıklarını anlayamıyorlardı.
Hizmet Hareketi sadece Türkiye’de değil Afganistan’dan Somali’ye kadar Müslüman toplumlarda kız çocuklarının eğitimi ve kadının hayatın içinde olması için Nobel’e layık işler yaptı. Kız/erkek çocuklarını okutarak muhafazakar dindar kesimin eğitim, kültür, ahlak hayatına müthiş katkılar sundular.
Peki, bütün güzelliklere rağmen kadına gereken önem verildi mi? Kadın hak ettiği yeri bulabildi mi?
Bu soruya ‘evet’ demenin mümkün olmadığını hepimiz biliyoruz.
Mazeret olarak içinde yetiştiğimiz tutucu ve kapalı kültür, kadınların talep etmemesi, mahremiyet vb gerekçeler öne sürülebilir. Ama gerçek şu ki kadınlara hak ettikleri, layık oldukları konumu, hakları vermedik, veremedik.
— Kadınların rahat etmesi, çocuklarıyla ilgilenebilmesi için imkanlar hazırlandı. Hocaefendi’nin teşviki ve zorlamalarıyla kreşler açıldı, bakıcılar tutuldu. Ama yüzlerce kız lisesi dahil okulların, dershanelerin başına resmi/yetkili hanım müdür atanmadı. Hanımlara kocasının gölgesinde müdür yardımcısı rolü uygun görüldü. Bu ucube durum çoğu zaman tuhaf çelişkilere neden oldu. Oysa erkek okullarına da hanım müdürler atanabilirdi, kız liselerine evleviyetle atanmalıydı.
— Kızların okuması için gereken çaba gösterildi ama yetişen hanımların varlıklarına oranla temsilleri hiçbir dönemde gerçekleşmedi. Kurumlarda, meşveret heyetlerinde kadınların temsili sembolik ve çok zayıf kaldı. İstisnalar da vaziyeti, vizyonu kurtarmaya matuftu.
— Kadınlar kendilerini doğrudan ilgilendiren konularda dahi karar süreçlerinde etkili olamadılar. Onlara alınan kararları yorumlamaksızın uygulama vazifesi düştü. Bazen akıllarına yatmayan kararları çoluk çocuğunu, ailesini ihmal pahasına uygulamaları istendi. Erkekler kaçamak yapabilirken, duygusal olan kadınlar ağır vazifeler altında ezildiler. Ama “dünyayı kurtarmaya” odaklandığımız için insani duyguları, ihtiyaçları yok sayıyorduk. Yanlış yorumladığımız “yaşatma ideali” ile coşarken, kendi temel ihtiyaçlarımızı, akrabalarımızı, ailemizi, eşimizi, çoluk çocuğumuzu ihmal ediyorduk.
— Nesilleri kurtarmak için, ideallerimiz uğruna fıtratı zorlayan çabalarımız oldu. Allah da çok bereketli sonuçlar lütfetti. Halk bilmese de elbette Hâlık biliyor, mükafatını verecektir. Ama direnme ve itiraz etme yönü yeterince gelişmediği veya tarafımızdan baskılandığı için bu yükün altında en çok da çalışan hanımlar eziliyordu.
— Bir taş da kadınlara atmak durumundayız. Kadınlar için geleneklerin baskısı, erkek egemen toplumda yetişmenin zorlukları, pozitif ayrımcılığın olmaması gibi konular var. Ama Türkiye’de kadınların, münhasıran dindar kadınların eğitimli de olsalar haklarını arama ve mücadele noktasında oldukça isteksiz olduklarını söylememiz gerekiyor.
Hareket kadınların daha iyi eğitim alması, statü elde etmesi, hayata tutunması için çok yatırım yaptı, çaba sarf etti. Ama Hizmet de diğer sosyal gruplar gibi kadına hak ettiği yeri veremedi. Hareket erkek egemen bir camia oldu ve hala o özelliğini devam ettiriyor. Bunu değiştirme konusundaki çaba oldukça yetersiz.
ÇÖZÜM NE?
Kadının fizyolojik özelliklerini inkar etmeden onu Allah’ın yarattığı bağımsız bir birey görmeliyiz. Kadın hakları temelde insan hakkıdır. Kadının haklarının gaspı da insan haklarının ihlalidir.
Düşüncenin, ilmin, fikrin olduğu ortamda kadın-erkek ayrımı olmaz. Orada insan vardır ve düşüncenin, fikrin doğruluğu, isabeti veya yanlışlığı söz konusudur. Bediüzzaman’ın dediği gibi ilim edepten önce gelir. İlmi tartışmanın, fikri konuşmaların olduğu ortamlarda herkese fikirlerini özgürce ifade imkanı tanınmalıdır. Dahası gelenekten kaynaklanan olumsuzluklar nedeniyle kadınlara pozitif ayrımcılık yapılmalıdır.
Kadın ve erkek yaratılıştan farklı özelliklere sahiptirler. Erkek fiziken daha güçlü, kaslı, cesur olabilir. Ama kadın daha dayanıklı, sabırlı, mücadelecidir. Erkekler pes edip yıkılırken kadınlar, destansı mücadeleler vermiştir. Kadınlar daha düzenli, tertipli dikkatli, sistemli çalışmaktadır. Kadınların yokluğu pek çok alanda zaaf ve eksiklik oluşturur.
İlim kadın erkek herkese farzdır. Kadın Allah nezdinde bağımsız bireydir. Hayatta yaptıklarından dolayı da ahirette hesaba çekilirken de birey olarak muhatap alınır. Onu bir erkek vesayetinde anmak, bir erkeğe bağımlı hale getirmek en başta dinin Ruhuna aykırıdır. Kabirde, haşirde, hesapta hiç bir kadın “falanın karısı” “filanın anası” olarak çağrılmayacaktır. Kendi adıyla ve kendi namına çağrılıp hesabını verecektir. Kur’an’da pek çok yerde kadınlar ve erkekler olarak ayrı ayrı sayılır ve her birine dair sorumluluk hatırlatılır.
Kadının geri plana itilmesini İslam toplumları çözmek durumunda. Geri kalmamızda kadının zekasından, becerisinden, düşüncelerinden yeterince yararlanmamanın etkisi büyüktür. Olduğumuz insan potansiyelinin yarısını yok sayarak, baskılayarak ne iyi dindar olabiliriz ne de dünya işlerinde başarı sağlayabiliriz. Hz. Hatice’nin bir tüccar olması, Hz. Ayşe’nin komutanlık yapması ve büyük bir alim olması Müslüman toplumlarda reel manada karşılık bulmak ve uygulamaya geçmek zorundadır.