Hizmet Eğitim anlayışı; Tevhid düşüncesini esas almış ve idrak etmiş bir nesil yetiştirmeyi hedefler. Bu çerçevede insan, hem beden hem de ruh yönüyle ele alınmış; “kalb-kafa izdivacı” eğitim prensiplerinin baş tacı bir düstur olarak benimsenmiştir.
Fethullah Gülen Hocaefendi, gençlerimizin ister deneye ve araştırmaya dayalı müspet ilimlere, ister dini ilimlere yönelsinler fark etmeksizin kendi alanlarını çok iyi bilmelerini ama bununla beraber Kitab-ı Kainatı da tefekkür ederek tevhid düşüncesine ulaşmalarını, olmazsa olmaz bir eğitim normu olarak ortaya koyar. Mesela; alanında kendini çok iyi yetiştirmiş bir bilim insanı, aynı zamanda bilim diliyle Kitab-ı Kainatı tefekkür de edebilmelidir. Bir din alimi de sahasını çok iyi bilmeli ayrıca bilimle, teknolojiyle barışık olmalı ve o da tıpkı inançlı bilim insanları gibi Kainat kitabını okuyabilecek kadar temel bilgilere sahip olmalıdır. Kitab-ı Kainatı tefekkür edebilen ve tevhid ufkunda yol alan inançlı fizikçilerin, matematikçilerin, tıpçıların, sosyologların, edebiyatçıların, ilahiyatçıların vb. branş sahiplerinin yetişmesi, hizmet eğitiminin en önemli hedeflerinden biridir. Hocaefendi; Sızıntı ve Çağlayan dergilerinde de yazıların önemli bir kısmını bilim diliyle tefekküre ayırır. Çünkü çocuk, genç, yetişkin her seviyede hizmet insanı; kainattaki yaratılış hikmetlerini anlamaya çalışarak iman ve inancını pekiştirmelidir.
Fethullah Gülen Hocaefendi’nin bu konuyla ilgili yorumu, Einstein ve Bediüzzaman hazretlerinin de bakış açılarını kucaklar; “Bu konuda dünya çapında bir ilim adamı olan Albert Einstein’ın yaklaşımı ile Üstad Bediüzzaman Hazretleri’nin yaklaşımı bir mânâda benzerlik arz etmektedir. Einstein, “Dinsiz ilim kör, ilimsiz din de topaldır.” derken, Üstad ise, “Vicdanın ziyası ulûm-u diniyedir. Aklın nuru fünûn-u medeniyedir. İkisinin imtizacı ile hakikat tecellî eder. O iki cenah ile talebenin himmeti pervâz eder. İftirak ettikleri vakit, birincisinde taassup; ikincisinde hile, şüphe tevellüt eder.” demiştir. Einstein, başka bir defa da “Kâinatın Yaratıcısına olan inanç, ilmî araştırmanın en kuvvetli ve en asil muharrik gücüdür.” diyerek farklı bir hususa dikkat çeker. İnsan mantığı, muhakemeyi ve aklî ilimleri ister ve pozitif ilimlerle meşgul olmayı iktiza eder. Kalbe gelince o da dinî ilimlerle ve ruhanî hayatın verdiği vâridâtla meşgul olmayı gerektirir. İşte bunların ikisi imtizaç ettiği zaman ilim adamının himmeti bir üveyik gibi kanatlanır. Bunun aksi bir durum söz konusu olduğunda ise insanın taassuba girdiği, mantık ve muhakemede şüphe ve tereddütlerinin hâsıl olduğu ve ilâhî ilimlerle irtibatının kesildiği, hususiyle de felsefenin açtığı yaralarla hep tereddüt içinde bocaladığı görülür. Bu iki hastalığa dûçâr olmamanın yegâne çaresi kalb ile kafa ziyasının cem edilip mantıkî bir prizmadan geçirilerek İslâmî düşünce çizgisinin yakalanmasıdır.”
Daha önceki yazımda, birinci eğitim normunda anlatmaya çalıştığımız hizmet öğretmenleri de yukarıda kısaca anlatmaya çalıştığımız Tevhid eksenli düşünceyle yetişir. Öğrencilerinin de bu anlayışla yetişmesini, eğitim hedeflerinin en başına koyarlar. Öğretmenler, Hocaefendi’nin ve Üstad’ın kalp-kafa izdivacı olarak ele aldıkları bu hayati yaklaşımın aslında Kur’an ve hadisle teyit edilen bir nesli kurtarma meselesi olduğunu da çok iyi bilirler.
Yazılarımızı kısa tutmaya çalıştığımız için aslında üzerine kitap yazılacak “Tevhid Eksenli Eğitim” anlayışımızı; bizlere tefekkür pencereleri açan Kur’an’dan ayetlerle taçlandırıyoruz;
“İlâhınız tek bir ilâhtır. Ondan başka hiçbir ilâh yoktur. O Rahmândır, Rahîmdir. Göklerin ve yerin yaratılmasında, gecenin ve gündüzün değişmesinde, insanlara faydalı şeylerle denizde akıp giden gemilerde, Allah’ın gökten su indirip onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltmesinde, her türlü canlıyı yeryüzüne yaymasında, rüzgârları sevk etmesinde ve gökle yer arasında Allah’ın emrine boyun eğmiş bulutlarda, aklını kullanan bir topluluk için Allah’ın varlık ve birliğine, kudret ve rahmetine işaret eden nice deliller vardır.” (Bakara Suresi: 163-164)
“Eğer göklerde ve yerde Allah’tan başka ilâhlar olsaydı, ikisi de harap olup giderdi.” (Enbiya Suresi: 22)
YAZARIN TÜM YAZILARI İÇİN TIKLAYINIZ