Hiç Başımı Okşayan Olmadı

Yazar Mehmet Yıldız

Yalnızlığı iliklerine kadar hissettiği zaman ve mekanlar olur insanın. Gök kubbe daralır, yeryüzü kararır ve varlık uzaklaştıkça uzaklaşır. Ama geriye bir tek O kalır. Ve O, kulun her türlü gamını, tasasını alır.

2016’nın bir Ağustos sabahıydı. 7 kişilik bir heyet, uydurma bir terör yaftası sebebiyle beni de gözaltına aldı. Alelacele hazırlık yaparken aklımda hep Kur’an-ı Kerim vardı. Yanımdan hiç ayırmadığım kitabımı yanımda götürmeme bir şey derler mi diye aklıma geldi, fena canım sıkıldı. Ancak korktuğum olmadı.

Nezarethanede yalnızdım. Üzerimdeki endişe ve can sıkıntısı hali çabuk geçti. Küçük boy Kur’an’ımı açtım, okumaya başladım. Onunla ilk kez böyle bir mekânda birlikte idik. Bu bambaşka bir duygu idi. Yani Kur’an da nezarethanede idi. Belki de benim onu terk etmediğim günlerin hatırına o da beni yalnız bırakmak istemedi. İçim kıpır kıpır idi. Okumaya devam ederken onun benimle konuştuğunu daha bir yakından hissettim. Demek o her zaman konuşuyordu ama ben günlerin telaşı içinde onu net duyamıyordum. Her ayetin farklı bir sesi, tonu, perdesi vardı. Ruhum açıldıkça açılıyor, kalbim genişledikçe genişliyordu.

Bulunduğum yerde sıra sıra odalar ve odalarda benim gibi olanlar da vardı. Saatler geçmek bilmeyince Kur’an en güzel yoldaş oluyordu. Önce sessiz okudum ama sonra nedense sesimi biraz yükselttim. Mekân sesin yayılmasına müsaitti. Ancak tam duyulmamış olacak ki ilerdeki odalardan biraz sesli okumam için teklifler geldi. Sesimi yükselttim ve okumaya devam ettim. Bu bambaşka bir huzurdu. Bir ara “okumamı istediğiniz bir yer var mı” diye sordum, “Yusuf suresi” dediler. Allahım, bu nasıl bir aşktı? Kendimi tutarak okumaya devam ettim, bir ara birisi “manasını da açıklar mısınız” diye seslendi. Okuduğum yere kadar ayetlere anlam verdim ve aklıma geldiği kadarı ile izah etmeye çalıştım.

Aradan 3 gün geçmişti. Ben Kur’an okumaya devam ettim. Kimse de bir şey demedi. Bu Kur’an’ın kerameti idi. Bir ara yan odadan biri, “Seni buraya muhtaç sinelerimizi sulaman için Allah gönderdi” dedi. Bu çok güzel bir duygu idi. Kur’an okumakla insanlara yardım etmiş olmak ne kadar da güzeldi. Ara sıra dışarı çıktıklarında görüyordum onları. Tertemiz simalara terörist damgasını reva görmüşlerdi. Ancak onların kalpleri altın gibiydi.

Osman Yüksel Serdengeçti’nin “Said Nur ve Talebeleri” isimli makalesi aklıma geldi. Ne kadar da benzerlik vardı.

“Bahtiyar bir ihtiyar var. Etrafı, sekiz yaşından seksen yaşına kadar bütün nesiller tarafından sarılmış. Yaşlar ayrı, başlar ayrı, işler ayrı… Fakat bu ayrılıkta gayrılık yok! Hepsi bir şeye inanmış… Allah’a!.. Âlemlerin Rabbi olan Allah’a… Onun ulu Peygamberine… Onun büyük kitabına… Kur’an henüz yeni nâzil olmuş gibi, herkes aradığını bulmuş gibi bir hal var onlarda. Said Nur ve talebelerini seyrederken, insan kendini âdeta Asr-ı Saadet’te hissediyor. Yüzleri nur, içleri nur, dışları nur… Hepsi huzur içindeler. Temiz, ulvî, sonsuz bir şeye bağlanmak; her yerde hazır, nâzır olana, âlemlerin yaratıcısına bağlanmak, o yolda yürümek, o yolun kara sevdalısı olmak… Evet!.. Ne büyük saadet!”

Her dönemin zalimleri olduğu gibi, mazlumları da vardı. Firavunun olduğu yerde Musa da asası ile hazırdı.

“Divan-ı Harpler, mahkemeler, ihtilaller, inkılaplar… Onun için kurulan idam sehpaları… Sürgünler… Bu müthiş adamı, bu maneviyat adamını yolundan çevirememiş! O, bunlara imanından gelen sonsuz bir kuvvet ve cesaretle karşı koymuş. Kur’an-ı Kerim’de “İnanıyorsanız muhakkak üstünsünüz” (Âl-i İmran-139) buyuruluyor. Bu Allah kelâmı, sanki Said Nur’da tecelli etmiş! Niçin Sokrat bu kadar büyüktür? Bir fikir uğruna hayatı hakir gördüğü için değil mi? Said Nur en az bir Sokrat’tır.”

Aradan altı gün geçmişti. Ben yine Kur’an okuyordum. Odada yalnızdım. Birden bir ağlama, bir hıçkırık sesiyle irkildim. Polis memuru benim odaya doğru birisini getiriyordu. Hava sıcaktı. İçerideki havanın değişme şansı yoktu. Demir parmaklık açıldı, içeri 20-21 yaşlarında bir delikanlı girdi. Daha doğrusu görevli memur genci, “Hocam bunu sana veriyorum” diyerek itti içeri. Genç ağlamaktan kendine gelemiyordu. Ben çok şaşırmıştım ama çabuk toparladım kendimi ve genci omuzlarından tuttum. Sonra gözlerini sildim. Bir şeyler söyledim, bana baktı. Başını okşadım, ona su verdim.

O an aklımdan Üstadın hapishane hatıraları geçti.

“O, mahkemelerden mahkemelere sürüklendi. Mahkûmken bile hükmediyordu. O hapishanelerden hapishanelere atıldı. Hapishaneler, zindanlar onun sayesinde Medrese-i Yusufiye oldu. Said Nur zindanları nur, gönülleri nur eyledi. Nice azılı katiller, nice nizam ve ırz düşmanları, bu iman abidesinin karşısında eridiler; sanki yeniden yaratıldılar. Hepsi halim selim mü’minler haline, hayırlı vatandaşlar haline geldiler. Sizin hangi mektepleriniz, hangi terbiye sistemleriniz bunu yapabildi, yapabilir?”

Gence ismini sorum, “Şahan” dedi. İlgim şaşırtmıştı onu. İçimden “Rabbim bana hikmet ver, bu delikanlıya Seni anlatayım” diye dua ettim. Bu arada onu teselli etmeye gayret ediyordum.  Şahan kendini tutamadı ve bir anda boynuma sarıldı. Bir müddet öyle ağladı ve sonra konuşmaya başladı. Bana teşekkürler ediyordu. Ben de neden burada olduğunu sordum. “Uyuşturucu” dedi. Canım sıkıldı, üzüldüm. Şahan sözlerine devam etti. “Hayatımda hiç kimse benim gözyaşlarımı silmedi, bana Şahancığım diyerek su vermedi. Elleriyle başımı okşamadı.” Ben bu sefer derinden sarsıldım.

Yüzünde güller açmıştı Şahan’ın. Üç dört saat kadar beraber olduk o küçük odada. Ona dilimin döndüğü kadar, insanı insan yapan değerlerden bahsettim. Hayatın imtihan olduğunu, Allah’a dönüp hesap vereceğimizi anlattım. Ben anlattıkça o rahatlıyor ve ağlıyordu. Polis geldi ve Şahan’a “gidiyoruz” dedi. Şahan bana sarıldı ve “Şu üç dört saati hiç unutmayacağım” dedi. Ben bir daha mahzun oldum. Ardından baktım, baktım.

Allah abes iş yapmaz, Allah’ın icraatlarında bin bir hikmeti vardır. Görmek isteyenlere perdeler aralanır. İhtiyacı kadar, görmesi gerektiği kadar gösterilir kendisine. Zindanlar bir anda medrese-i Yusufiye olur. Karanlıklar aydınlığa dönüşür, kaoslar huzur iklimine inkılap eder. Yeter ki O dilesin ve insan O’na teveccüh etsin.

Ben elimde Kur’an ve odalarda Yusuflarla baş başa kaldım yine. Yusuf ruhlu, drahşan çehreli kahramanlara duvarlar engel olamaz ki. Hatta engeller birer basamaktır onlar için. Engellere takılmadan sabırla, azimle ve metanetle hedefine ulaşmanın heyecanını yaşar, Zindanlar Pirinin (a.s.) izini takip edenler. Hz. Yusuf’u anlamak için onun mekânında yaşamak gerek.

Sezai Karakoç’un dediği gibi göklerden gelen bir karar vardı. Gelen bu kararı gereğince anlamakta yarar vardı. Rüya ile birlikte seçilmişlerin arasında yerini aldın. Daha çocuktun imtihanlarla baş başa kaldın. En yakınların tarafından ihanete uğradın. Kardeşlerin kıskandı seni. Öldürmeyi planladılar ama kaderin eliyle kuyuya atıldın. Kurt yalanına sarıldılar. Hava iyice kararmıştı. Baba evde endişe içinde idi. Onlar yüzlerindeki yalan görünmesin derdinde idi. Ama o anladı olanları. Dedi, nefsiniz kandırmış sizleri.  Bana sabır, hem de büyük bir sabır gerekiyor dedi yüce Nebî. Onlar güya Yusuf’u gömleksiz bıraktılar. Halbuki onda öyle bir iffet gömleği vardı ki, asırlar Yusuf’un iffet gömleğini konuşup durdu. İnanmış niceler, o iffet gömleğini giymenin yollarını araştırdılar. O gömleği giyenler, zamanının Yusuf yüzlüsü oldular.

Kim bilir belki dört duvar arasında filizlenmeye, ağaç olmaya, çiçek açmaya, meyve vermeye müsait tohumlar vardı. Bambaşka bir hayata kanat açmak için şefkatli kalpleri bekleyen, samimi gözleri gözetleyen, tatlı dillere muhtaç olanlar vardı. Taş duvarlara inat, taşlaşmış kalplere, mümin duruşları ile canlılık verecek güzide kullar vardır. Kim bilir o dar mekanlardan nice sonsuz ufuklara yelken açacak güzel insanlar vardır. Bir asır da belki böyle bahtiyar olacaktır.

Her zamankinden daha çok Yusuf beklentisi var günümüzde.

Belki yüzlerce binlerce on binlerce Yusuflar yetişiyor şu anda kim bilir nerelerde.

“Sen Yusuf olmalısın Allah seni üstün kıldı bize” diyeceklerdir belki de yakın bir gelecekte.

[email protected]

Diğer Yazılar

“Aç açabildiğin kadar sineni ummanlar gibi olsun. Kalmasın alaka duymadığın ve el uzatmadığın bir mahzun gönül”

 

M.Fethullah Gülen

Bu Sesi Herkes Duysun Diyorsanız

Destek Olun, Hizmet Olsun!

PATREON üzerinden sitemize bağışta bulanabilirsiniz.

© Telif Hakkı 2023, Tüm Hakları Saklıdır  |  @hizmetten.com 

Hizmet'e Dair Ne Varsa...

Sitemizde, tercihlerinizi ve tekrar ziyaretlerinizi hatırlayarak size en uygun deneyimi sunmak ve sitemizin trafiği analiz etmek için çerezleri ve benzeri teknolojileri kullanıyoruz. Tamam'a veya sitemizde bulunan herhangi bir içeriğe tıklayarak bu ve benzer çerezlerin/teknolojilerin kullanımını kabul etmiş olursunuz. Tamam Gizlilik Bildirimi

Privacy & Cookies Policy