182
Batı’ya İslâmiyetin anlatılması elbette zor bir mesele… Materyalist bir anlayışına dayanan komünizm ile temelde maddeyi esas alan kapitalist düzen arasında bir ikizlik söz konusudur. Hz. İsa Aleyhisselam’ın getirdiği ruh ve maneviyatı bağlı Hıristiyanlık, Havarîleriyle yayılırken de çok büyük zorluklar yaşamıştır. Sonraki Hıristiyan Azizleri, maddeci anlayış ve Roma putperestliği karşısında tam olarak gerçekleri kabul ettirmede çaresiz kalmışlar. Ama onlardan pek çok yanlış da işin içine hulûl etmiştir. Bu bakımdan Batı’nın durumu bu… Her ne kadar Kur’an ve Sünnetin hakikatleri akıl-mantık yörüngeli olsa da onların madde esaslı anlayışlarına tesir etmede zorlanacaktır, zorlanmaktadır.
Buna karşı M. Fethullah Gülen Hocaefendi’nin tavsiyeleri ise şöyledir: “Duygu ve düşünceleri materyalizm potasında yoğrulmuş ruhlara İslâm’ı anlatmak kolay olmasa gerek. Vâkıa onlara, peygamber mantığı diyebileceğimiz üslupla bir takım hakikatler anlatmak mümkündür ama, bütün bunlarla belli bir seviye kat edilse de -kaanat-i âcizanemce- Batılıya hak ve hakikatleri ulaştırmada kullanılması gereken dil, kâl’den (sözden ) ziyade Müslüman’ın HÂL DİLİ olmalıdır. Bugün Kur’an ve Sünnetin mantıkî yapısına dair elimizde bir çok eser mevcuttur, ama şu bir gerçek ki, Müslüman olan Batılıların Müslümanlıklarının arkasında, mantıkî yollarla izah ve çözümlerden ziyade İslâm’ın ruhî hayatının iyi temsil edilmesi yatmaktadır.
“Bu insanlar, Muhyiddin İbn-i Arabî, Mevlana ve Yunus Emre gibi İslamî duygu ve düşünceyi pratiğe döken hal insanlarının diriltici ikliminde öbek öbek İslâm’ın NUR HALKASINA girmektedirler. Evet Batılıların İslâm’a koşmalarının arkasında pozitif ilimlerin ve rasyonalizmin dilinden daha güçlü ve tesirli bir beyan vardır ki, o da, İslâm’ın TEMSİL yoluyla SESLENDİRİLEN HÂL BESTELİ, KUR’AN ve SÜNNET GÜFTELİ RUHÎ HAYATIDIR.
“… Evet Hudeybiye (anlaşması) sayesinde Müslümanlarla müşrikler yeniden aynı çatı altında bir araya geldiler ve Müslümanlar, açıktan açığa kendilerini anlatma fırsatı buldular; müşrikler de onların hayat tarzlarını, yaşayışlarını, hâl ve tavırlarını, ruhî enginliklerini görebildiler; gördü ve onların o mükemmel hayatlarından etkilenerek fevç fevç İslâmiyet’e dehâlet ettiler.
“Günümüzde bir kısım kimseler bağırıp çağırarak İslâm’a hizmet ettiklerini zannetmektedirler. Halbuki Müslümanlığın en inandırıcı sesi, hâl ve tavır televvünlü hayat tarzıdır. Hz. Bediüzzaman’ın zuhur ettiği dönemde dünya kadar söz sultanı vardı, ama onların pek çoğunun söyledikleri sözler, bulundukları meclislerinde ve yazdıkları kitaplarında kaldı. Bediüzzaman ise, Kur’an’ın elmas düsturlarını ve nebevî ahlâkı önce yaşayıp daha sonra çevresine anlattığı için sesi, sözü her yanda mâkes buldu.
“Hâsılı, İslâmın yeniden gönüllerde mâkes bulması ve fevç fevç dehâletlerin yaşanılması için, onun teoriden pratiğe dökülmesi ve Müslümanların İslâmın çağlar ötesini aydınlatan mesajlarını, hâl dilleriyle seslendirmeleri gerekmektedir.” (Prizma-3, Düşünce Boyutu)
“Hâl diliyle halledilemeyecek, hiçbir problem yoktur.” M.F. G.
Kaynak:Safvet Senih | Samanyoluhaber