Gözyaşı Dökme Zamanı!

Yazar Hizmetten

FİKRET KAPLAN

Bugün öyle ağır imtihanlardan geçiyor ki samimi insanlar, zamanın her adımında zulme uğrayanlar, mağdur edilenler, zayıflar, acizler, biçareler… her tarafta karşımıza çıkıyor. Hüznümüze hüzün katıyor. Bu öyle bir şekilde oluyor ki, onların acınacak hallerine gökler ağlıyor. Nereye bakılsa bu vaziyet görünüyor. Zalimlerin gürültüsü ve mazlumların ağlayışlarıyla insaflı gönüllerin de hayatını tamamen bir matem kaplıyor. İnsan, insanlığı gereği başkalarının elemiyle üzüntü duyduğundan, sonsuz bir kedere boğuluyor. İnsanlıktan çıkıp bunca sınırsız vahşeti lüzumlu görerek öyle kalp taşıyan insafsız kimseler olsa da, vicdan sahipleri bu kadar elemi çekmeye tahammül edemiyor.Ya kalbini ve aklını çıkarıp atacak ya da inancının gereği, gamı-tasayı bırakıp iradesiyle canlı, ümitli olacak. En karanlık anlarda bile ümit soluklayacak. Ümitleri kırıcı; geleceği karanlık gösterici düşüncelerden uzaklaşıp herkese ümit kaynağı olacak.
Bakın, Bediüzzaman ne kadar güzel nasihat ediyor:“Ey insan! Nefsin ve elindeki malın senin mülkün değil, sana emanettir. O emanetin sahibi, her şeye gücü yeten, her şeyi bilen Rahîm ve Kerîm bir Zât’tır. O, verdiği mülkü, ziyan olmasın diye senin adına muhafaza etmek için senden satın almak istiyor. İleride sana mühim bir karşılık verecek. Sen vazifeli bir memur ve askersin. O’nun adına çalış, O’nun hesabına hareket et. Muhtaç olduğun şeyleri sana rızık olarak gönderen ve gücünün yetmediği şeylerden seni koruyan O’dur. Senin hayatının gayesi ve neticesi, o Mâlik’in isimlerine ve icraatının aynasında görünen sıfatlarına mazhar olmaktır. Bir musibete uğradığın zaman:
“Ben Mâlikimin hizmetindeyim. Ey musibet! Eğer O’nun izni ve rızasıyla geldiysen merhaba, safa geldin! Çünkü elbette bir gün O’na döneceğiz, O’nun huzuruna gideceğiz ve O’na arzu duyuyoruz. Madem zamanı gelince bizi hayattaki vazifelerden azat edecektir. Haydi, ey musibet! O terhis ve azat senin elinle olsun, razıyım. Eğer sana, benim emaneti muhafaza edişimi ve vazifemi yapıp yapmadığımı sınamayı emretmişse, fakat sana teslim olmama izni ve rızası yoksa, güvenilir olmayana Mâlik’imin emanetini gücüm yettikçe teslim etmem!”Bu ümitle, sapmadan, devrilmeden, düşmeden ve yola takılmadan Sırât-ı müstakimden geçiyor gibi yaşarsa, öbür tarafta da öyle küheylan gibi şahlanıp geçecek Allah’ın izni ve inayetiyle. Hem de melekler gibi kanatlanıp geçecek! Ve ateşteki zebâniler seslenecek: “Çabuk geçin! Ateşimizi söndürüyorsunuz.” Burada ümit kovalarıyla ateş söndürmüşse, orada ateş söndürmeye namzet olacak. Din bunu söylüyor, Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) bunu öğütlüyor.
Girdiğimiz ve yürüdüğümüz yolun doğruluğuna inanıyorsak, bize, Allah’ın izni ve inayetiyle, hiç sarsılmadan o yolda ümitle yürümek düşer. Rûh-u Revân-ı Muhammedî’nin (sav) dünyanın dört bir yanında şehbal açmasının çok önemli bir hadise olduğu mevzuunda şüphemiz yoksa, Allah bizimle beraberdir! Gevşekliğe düşmeye, tasalanmaya gerek yok! “Gevşeklik göstermeyin, üzüntüye kapılmayın. Eğer inanıyorsanız, üstün gelecek olan sizsiniz.”(Âl-i İmran, 3/139)Fakat… Bu ümitle birlikte mukaddes hüzne bağlı olarak yaşamanın ve mazlum insanlar için ağlamanın rabbânîlere mahsus bir hâl olduğunu Kur’ân-ı Kerim hatırlatıyor. Hayatı ümidin ötesinde eğlence sanıp ömürlerini gülüp oynamakla geçirenler hakkında şu ikazlarda bulunuyor: “Gayrı bunlar kazandıkları onca negatif şeyden ötürü az gülsün ve çok ağlasınlar.” (Tevbe, 9/82)Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) kendi aralarında oturup laf u güzafla birbirlerini güldürenleri görünce, mübarek ayağının ucuyla birini dürterek şöyle buyuruyor: “Öteden, varacağınız yer itibarıyla, beşaret mi aldınız?” Sizi bekleyen onca felaket, afet, bela varken, bu gülüp eğlenmek de neden?!. diye soruyor.  Mevzu, sürekli somurtmak değil; fakat bir murâkabe insanı gibi yüzümüzdeki çizgilerin kalbin çarpışlarının ifadesi olması!.. Kalbimizle dış davranışlarımız arasında bir uyumun bulunması!.. Dünyada, İslam coğrafyasında ve bilhassa ülkemizde insanlar inlerken gülüp eğlenmemiz, keyif için tenezzühe gitmemiz anlayışımıza uymaz. Çünkü zaman öyle bir zaman değil! Oturup gözyaşı dökecek bir zamandır! Hâlihazırdaki manzara karşısında yirmi dört saat ağlasak, yine de işin hakkını vermemiş sayılırız. Ellerimizi dua için kaldırdığımız veya başımızı secdeye koyduğumuz zaman, mazlum ve mağdurlar hesabına yalvarıp yakarmadan kendi dertlerimize derman adına niyazda bulunuyorsak, vefasızlık yapmış oluruz!..O halde, Hizmete gerektiği gibi sahip çıkmamız yanında oturup kalkıp, dua edelim! Allah aşkına, hiç olmazsa her gün teheccüde kalkalım. Hâcet namazı kılalım.. Ellerimizi kaldırıp yalvaralım: Ya İlahe’l Alemin ve Ya Ekrame’l-Ekramin! Senin lütfedip, bahşedip bizlere göndereceğin Üç Aylar’ı…Ramazan-ı Şerif’i idrak etmek üzereyiz. Senin rızanı talep ediyoruz. Samimi insanların duaları içinde ellerimizi kaldırıyor, her geceyi Kadir gecesidir diye, saflaşmış insanlarla beraber Sana dua ediyoruz. Dualarımızı kabul eyle Ya Rabbi! ‘Habib-i Edibi’nin söylediği her şey Senin aleminden esip gelen şeylerdir. O, sözleri arasında bize şunu duyuruyor: “Bir insanın elleri Rabbi Rahimine inanarak kalkarsa Allah (c.c.), o elleri sıfır olarak geriye çevirmeyecektir.” Sana inanarak ellerimizi tevcih ediyor, ebedi mihrabımız olan kapına teveccüh ediyoruz. Belki, şu ana kadar çok büyük günahlar ve cürümler işledik. Nedamet ederek bir daha işlememeğe azm-ü cezm-ü kast eyliyoruz. Sen bizi Dergah-ı Nezd-i ehadiyeti’nde kabul eyle Ya Rabbi!Ya İlahe’l-Âlemin ve Ya Ekremel Ekremîn! Hadiseler bizi boğacak hale geldi. Üstesinden kalkamaz hale geldik. Kadınları, bebekleri… her kesimden masum insanları zindanlara attılar, hayatlarına kast ettiler…  şahit olduğumuz her manzara artık gırtlağımızda hıçkırığımızı düğümletecek hale geldi. Sen bu vaziyette bizi daha fazla devam ettirme Ya Rabbi! Keremin ve Lütfun engindir Senin. Masumlara lütfedip kerem ve lütfunla muamele eyle Ya Rabbi! Allahım! Bir nusret-i karîb, yakın zamanda bir nusret Allahım! En yakın zamanda engin bir fütuhât; din-i Mübin-i İslam adına ve hafife alamayacağımız tarihî değerlerimizi dünyaya duyurma adına, engin bir fütuhât Allahım!.. Hizmet’imiz, hareketimiz, cemaatimiz, müesseselerimiz için bir fetih ve nusret; ‘Kullarıma öyle sürpriz nimetler hazırladım ki, ne göz görmüş, ne kulak işitmiş, ne de insanın hatırına gelmiş!’ buyurduğun gibi, işte öyle sürpriz şekilde bir ferec ve mahreç ihsan eyle Allahım!..” Sürpriz olarak, Allah’ım, Sen “nasr-ı karîb” ve “feth-i mübîn” ihsan eyle!..
Ya Rabbi! Asrın garipleri olarak, afak-ı âlemde adını dalgalandırmak istiyor, Hazreti Muhammed’in adını bugüne kadar gitmediği ufuklara götürmek istiyoruz. Doğusuyla batısıyla bütün insanlık, imandan ve Kur’an’dan mahrumiyetin bunalmışlığı içinde. Bütün bunalmışlara âb-ı kevser gibi götüreceğimiz Kur’an, onları idam-ı ebediden kurtaracak, cennetnümun bir hayata ulaştıracak. Bizim liyakatımız olmasa bile daha evvel ecdadımızın yerine getirdiği bu vazifenin hakkı ve hürmeti için bizleri bu vazife ile şerefyab ve serfirâz eyle!…’Hasılı, bitmez tükenmez bir ümit kaynağı olmakla birlikte kendimizi rahat ve rehavete salmayalım. Kardeşlerimizin derdiyle dertlenelim. Aynı davanın fertleri olduğumuzu onlara hissettirelim. Bunun için de bütün imkanlarımızı seferber edelim. Bütün bu fiili ve kavli dualarımızın yanında bir de Üstadımız gibi iç dünyamıza dönüp murakabemizi yapalım:‘Ey bu Nota’ları dinleyen dostlarım! Biliniz ki, âdetim olmadığı halde, Rabbime karşı, kalbimin gizlenmesi gereken duasını, niyaz ve yakarışını bazen yazmamın sebebi; ölüm dilimi susturduğu zaman onun yerine kitabımın konuşmasının kabulünü Allah’ın rahmetinden dilemektir. Evet, kısa bir ömürde hadsiz günahlarıma kefaret olarak ölümlü dilimin tevbesi ve pişmanlıkları yetmiyor. Sabit ve bir dereceye kadar daimî olan kitabın lisanı o işi daha iyi yapar… “Ey Rabb-i Rahîmim ve Hâlık-ı Kerîmim! Ömrüm ve gençliğim, irademi kötüye kullanmakla ziyan olup gitti. O ömrün ve gençliğin meyveleri olarak elimde elem veren günahlar, utanç verici kederler, dalâlete götüren vesveseler kaldı. Bu ağır yükümle, hastalıklı kalbimle ve mahcup yüzümle kabre yaklaşıyorum. Bizzat göre göre, süratle, sağa sola sapmadan, irademin dışında, vefat eden ahbaplarım, akranlarım ve akrabalarım gibi kabir kapısına yanaşıyorum. O kabir, bu fâni dünya yurdundan ebedî ayrılıkla sonsuzlar sonsuzu olan ahirete giden yolda kurulmuş, açılmış ilk durak ve kapıdır. Şüphesiz anladım ki, bağlandığım ve tutkun olduğum şu dünya yurdu geçicidir, yok olup gidecektir, fânidir, ölür. Ve bizzat gördüm ki, içindeki varlıklar da birbiri ardınca, kafile kafile göçüp gider, kaybolur. Bu dünya, bilhassa benim gibi nefs-i emmare taşıyanlara karşı çok gaddardır, aldatıcıdır. Bir lezzet verse bin elem çektirir. Bir üzüm yedirse yüz tokat vurur. Ey Rabb-i Rahîmim ve Hâlık-ı Kerîmim! “Her gelecek şey yakındır.” (es-Suyûtî, ed-Düreru’l-Müntesira) sırrıyla ben şimdiden görüyorum ki: Yakın bir zamanda kefenimi giydim, tabutuma girdim, dostlarıma veda ettim. Kabrime doğru giderken Senin rahmet dergâhında, cenazemin hal diliyle, ruhumun sözleriyle bağırarak derim ki: El aman el aman! Ya Hannan! Ya Mennan! Beni günahlarımın utancından kurtar! İşte mezarıma ulaştım, boynuma kefenimi takıp kabrimin başında, uzanmış cismimin üzerinde durdum. Başımı rahmetinin dergâhına kaldırıp bütün kuvvetimle feryat ediyorum: El aman el aman! Ya Hannan! Ya Mennan! Beni günahlarımın ağır yükünden kurtar! İşte kabrime girdim, kefenime sarıldım. Cenazemi kabre koyanlar beni bırakıp gitti. Senin affını ve rahmetini bekliyorum. Bizzat görüyorum ki, Sen’den başka sığınılacak kurtarıcı yok. Günahların çirkin yüzünden, isyanımın vahşetinden ve o mekânın darlığından bütün kuvvetimle haykırıyorum: El aman, el aman! Ya Rahman! Ya Hannan! Ya Mennan! Ya Deyyan! Beni çirkin günahlarımın arkadaşlığından kurtar, kabirde yerimi genişlet. Allahım! Senin rahmetin sığınağımdır, âlemlere rahmet olan Habibin, merhametine ulaşmak için vesilemdir. Senden şikâyetçi değilim, nefsimi ve halimi Sana şikâyet ediyorum. Ey Hâlık-ı Kerîmim ve Rabb-i Rahîmim! Senin Said ismindeki mahlûkun, masnûun ve kulun hem asi, hem aciz, hem gafil, hem cahil, hem hasta, hem zelil, hem isyankâr, hem ihtiyar, hem başkaldıran, hem efendisinden kaçmış bir köle olduğu halde, kırk sene sonra pişmanlıkla Senin dergâhına dönmek istiyor. Senin rahmetine sığınıyor. Hadsiz günahlarını ve hatalarını itiraf ediyor. Şüphelere ve türlü illetlere esir olmuş, Sana yakarıyor, niyazda bulunuyor. Eğer kusursuz rahmetinle onu kabul edersen, affedip merhamet gösterirsen bu zaten Senin şanındandır. Çünkü Merhametlilerin En Merhametlisi’sin. Eğer kabul etmezsen hangi kapıya gideyim? Başka kapı mı var? Senden başka Rab yok ki, dergâhına gidilsin. Senden başka hak Mabûd yok ki, ona iltica edilsin!..” 

Diğer Yazılar

Hizmet'e Dair Ne Varsa...

Sitemizde, tercihlerinizi ve tekrar ziyaretlerinizi hatırlayarak size en uygun deneyimi sunmak ve sitemizin trafiği analiz etmek için çerezleri ve benzeri teknolojileri kullanıyoruz. Tamam'a veya sitemizde bulunan herhangi bir içeriğe tıklayarak bu ve benzer çerezlerin/teknolojilerin kullanımını kabul etmiş olursunuz. Tamam Gizlilik Bildirimi

Privacy & Cookies Policy