Fırsatların Kazası Olmaz

Yazar Mehmet Yıldız

Bir bezm açıldı arkadaş, gönül erleri davet ediliyor bir bir,

Dünü, bugünü aynı çizgide gönül erleri.

Yol vermiyor çünkü ruhlar ve ruhaniler,

Dökülüp yolda kalanlara, sararıp solanlara.***

Geceler gündüzler birbirine karışmıştı. 99 depreminden üç beş gün sonraydı. Saat gece 23.00 sularını gösteriyordu. Gece ekibimiz yardımları dağıtmak, insanlara “yanınızdayız” mesajını vermek için hazırlıklarını tamamlamıştı. Grup grup çıkıp belirlenen istikametlere doğru yol almaya başlamışlardı. Gecenin karanlığında ellerinde meşalelerle, hüzün ve umut dolu duygularla gıda paketlerini ama hiçbir çadırı atlamadan dağıtıyorlar, gözlerindeki hüznü saklayıp yüzlerindeki tebessümü izhar etmeye çalışıyorlardı. Kimler miydi bunlar? Karanlığın bağrında parlayan yıldızlar misali, çok şeyini belki çok yakınlarını yitirmiş, ellerini şakaklarına götürmüş, düşünceler içinde bekleyenlerin kalplerindeki yangınlara su serpmek, yalnızlıklarına bir kâse umut olmak için yollara koyulan güzel insanlardan bahsediyorum.

Okulumuzun bahçesi kriz masası veya deprem yardımları dağıtım merkezi gibi çalışıyordu. Listelerle gelenler, bir şeyler yüklenip gidenler, bir vazife var mı diye bekleyenler, farklı illerden acılara merhem olmak için koşanlar. Öğrenci, esnaf, memur, bay-bayan, elimden ne gelirse diye ileri atılanlar. Tanıdık tanımadık o kadar çok sima gördüm ki, içinde olduğum organize adına bir kez daha umut doldum.

Ortalık bir ara sakinleşir gibi oldu. Yaklaşan bir aracın farları gözümü aldı. Hemen araca doğru gittim, camın ardından görünen simayı bir yerlerden hatırlıyor gibiydim. “Buyurun size nasıl yardımcı olabiliriz dedim?” Bakışlarındaki samimiyetten kaynaklanan ışık, içimde bir meltem gibi esti.

O günler çok farklı idi, o günlerin heyecanları da farklı idi, o günlerin heyecan ve umut dolu güzel insanları da farklı idi. O günler gökyüzü de bir başka idi. Nasıl denir bilmiyorum ama öyle idi. Mesela yağmur bir başka yağıyordu, rüzgâr başka esiyordu.

Daha araçtan inmemişlerdi. Gözlerinden süzülen hüzün damlalarını görünce ben de yeniden burkuldum. Hava bulutlu idi ve ince ince bir yağmur bize eşlik ediyordu. Gözüm plakaya ilişti ister istemez. 35 İzmir. Bir sıcaklık hissettim o an. “Ben Alperen” dedi beyefendi. İsmini duyunca siması da hafızamda şekillendi birden. Onu spor camiasında biliyordum. “Nasıl yardımcı olabilirim?” diye sorunca, o “Asıl biz sizlere yardımcı olmaya geldik” dedi. Panelvan tipi bir araçla gelmişlerdi. Öndeki iki koltuk dışında aracın için tıka basa dolu idi. “Bunları hemen dağıtalım” dedi Alperen. Ben bir rehber vermek istedim ama kabul etmediler.  Kıymetli eşi ile göz göze geldiler ve “Biz dağıtalım kimseyi rahatsız etmeyelim böylesi daha iyi olur, hem Allah bizi sevk eder” dediler. Ben de “Hay hay, nasıl isterseniz, bir şey olursa biz buralardayız” dedim. Aradan dört saat kadar geçmişti. Biz de epey yer dolaştık, epeyce koliyi ihtiyaç sahiplerine ulaştırdık. Onlarla aynı yerde yeniden karşılaştık. Ağlamaktan konuşamaz durumda idiler. Biraz zaman geçince Alperen yavaş yavaş konuşmaya başladı.

Biliyor musun hizmet çok büyük dualar alıyor. Dolaşırken bir çadırın önünde sandalyeye oturmuş iki insan gördük. Dört saat önce yani gece iki buçuk üç civarı. Sohbet ediyorlardı.  Selam verdik, bir şeyler bıraktık. Gayet içten bir sesle yardım gelip gelmediğini sordum. Hiç aklıma bile gelmiyordu ama adamın biri beni tanımış ve bana ismimle hitap etti, sonra o kadar derdini unutmuş gibi bana iltifatlar etti, yerini bana verdi. Hanım da yanıma oturdu. Gözlerimiz dolu dolu onları dinlemeye başladık.

“Allah razı olsun şu hizmet hareketinden. Bu acı olaydan sonra çadırda kalmaya başladık. Her şeyimiz gitti. Paramız yok. Ne ederiz diye düşünürken bir sabah çadırın önünde bir poşet bulduk, sevindik ama bu her sabah devam etti.  Çok merak etmemize rağmen poşeti kimin bıraktığını göremedik. İçinde bir reklam, bir kartvizit arıyorduk ama yoktu. Sonra aramızda anlaştık ve bu şahsı görmeye karar verdik. Meğer gece yarısından sonra herkesin uykuda olduğu zamanda gelirmiş. O gece de öyle oldu. Gençten biri elindeki poşeti bırakıp gidiyordu ki ben seslendim. “Kardeş bakar mısın? deyince durdu bize baktı. Gayet sakin bir sesle, “Buyurun efendim” dedi. “Önceki günler de mi sen bırakıyordun bu poşetleri bizim çadırın önüne?” deyince biraz mahcup bir eda ile “Evet efendim” dedi. Benim merakım daha da artmıştı. Bu delikanlı tek başına bu işi yapamazdı. Kim olduğunu, nereden geldiğini sordum. Genç önce söylemek istemedi ama ben ısrar edince bir kolej ismi verdi. Sonra hiç durmadı, elindeki poşetleri çadırların önüne bıraka bıraka yoluna devam etti. Onlar gözden kayboluncaya kadar baktık arkalarından. O gece gözden kayboldular ama inanın gönlümüzden hiç mi hiç kaybolmadılar. Biz anladık gönülden yardım yapanları, insanların içinde insanlardan bir insan olanları.”

Diğer adam söz aldı ve “Biz herhalde yanlış yapıyoruz. Hocaefendi bir halk kahramanı. Namsız-nişansız insanlığın hizmetinde bir nesil yetiştiriyor. Bak siz de İzmir’den gelmişsiniz bize yardım ediyorsunuz. Allah rızasından başka bir derdinizin olmadığını biliyorum, ne mutlu insanlık için adımlar atanlara, sırf Allah rızası için işler yapanlara” dedi.

Ben de çok duygulandım bu olaya ama zaten etrafımdaki her bir arkadaş böyle çalışıyordu. Alperen de biliyordu bu güzel insanları ama bu ortamda yaşamak daha bir etkili idi. Onlar gönül erleri, Hak insanları idi. Onların dünya ile işleri olmazdı. Çünkü bu daracık dünya onların gönüllerine ancak kasvet verirdi. Onlar sonsuzluklara talip asrın garipleri idi.

Sabahın ışıkları ile ortalık aydınlanmaya başlamıştı. Bizler bütün gün koşturmaktan iyice yorulmuş, biraz dinlenmek, bir iki lokma bir şeyler yemek istiyorduk. Alperenlere de teklif ettim ve birlikte bir yere geçtik.

Sabah namazından sonra arkadaşların ikram ettiği sıcak çayı yudumlarken aklıma şu mısralar geldi.

O erler ki, gönül fezasındalar

Toprakta sürünme ezasındalar.

Yıldızları tesbih tesbih çeker de

Namazda arka saf hizasındalar.

İçine nefs sızan ibadetlerin,

Birbiri ardınca kazasındalar.

Günü her dem dolup her dem başlayan,

Ezel senedinin imzasındalar.

Bir ân yabancıya kaysa gözleri,

Bir ömür gözyaşı cezasındalar.

Her rengi silici aşk ötesi renk;

O rengin kavuran beyzasındalar.

Ne cennet tasası ve ne cehennem;

Sadece Allah’ın rızasındalar. (NFK)

“Allah rızasında olmak ne güzel” dedim. Alperen bana baktı, bir şey anlamamış gibiydi. Ben hemen toparladım ve şiirden bir iki mısra okudum. Hafif bir tebessüm etti. Başını salladı.

Ben devam ettim. Üstat ne güzel söylemiş, bize ne güzel bir yol göstermiş.

“Fâniyim, fâni olanı istemem.

Âcizim, âciz olanı istemem.

Ruhumu Rahman’a teslim eyledim, gayr istemem.

İsterim, fakat bir yâr-ı bâki isterim.

Zerreyim, fakat bir şems-i sermed isterim.

Hiç ender hiçim, fakat bu mevcudatı umumen isterim.”

Son mısralarda sesim iyice boğuldu, Alperen’in de gözleri doldu. Çaylar bittikten sonra Alperen müsaade istedi ve onlar İzmir’e doğru yola çıktılar.

Böyle günlerde bir yanı öksüz bir yanı yetim oluyor insanın. Yoğun hüzün ve dert büküyor belini. Ancak vefalılar olunca nefes almak mümkün oluyor. Yaraya şifalı merhem gibi geliyor vefa. “Ben kalbi kırıklarla beraberim” diyorsa Allah Teâlâ, her zaman kalbi kırıkların yanında olmak Allah ahlakı değil midir? Bir yetimin başını okşamak, bir mağdurun ihtiyacını gidermek, ama sadece Allah için, dünya malına değmez mi? Bilinmez ki ötelerde mizanın ağır basmasına, defterin sağdan alınmasına neler vesile olacak.

Kimi elinde olanı gönderir kimi olmayandan borç yapar gönderir. Kimi kendisi toplar, kimi toplananları dağıtır. Herkes hayırda yarış içinde olur. Olanlar olur, olmayanlar ne olur bilinmez. Kimi deprem olmadan önce doğum günü hediyesi olarak eşinin yaşadığı yıl sayısınca kurban infak etmek ister ama o gece deprem olunca kurban parasını hanım efendinin isteği ile deprem için göndermeye karar verirler. Çocuklar kumbaralarında biriken paralarını çıkarır ve bunlar da benden olsun der. Bu güzel inanç, kültür daha iyisiyle yaşamaya devam etmeli. Sevgi arttıkça, merhamet artar, o arttıkça güzellikler ve huzur da artar. Bir yudum huzur değil midir dünyada istenen de.

“Kim güzel bir iş yapar ve Allah’a onunla gelirse, yaptığının on katıyla mükâfatlandırılır.” (Enam, 160)

Rabbimizden ümit edilir ki, memleketimizin çeşitli beldelerinde, son olarak da Güneydoğu’da canlarımızı yakan depremde, çekilen bunca sıkıntı, ızdırap ve çilelerin ardından Cenab-ı Hakk’a teveccüh edebilirsek, belki manevi bir Mirac yaşatacaktır aziz kullarına.

Not: Yaşadığı yıllar sayısınca kesmek istedikleri kurban paralarını deprem için gönderen hanım efendinin yaşı 63 imiş. Ben de tefeül ederek Kur’an-ı Kerim’i açmıştım. Enam 160. ayet tevafuk etti. İnşallah kabul olan bir amel olmuştur o paralar.

Diğer Yazılar

“Aç açabildiğin kadar sineni ummanlar gibi olsun. Kalmasın alaka duymadığın ve el uzatmadığın bir mahzun gönül”

 

M.Fethullah Gülen

Bu Sesi Herkes Duysun Diyorsanız

Destek Olun, Hizmet Olsun!

PATREON üzerinden sitemize bağışta bulanabilirsiniz.

© Telif Hakkı 2023, Tüm Hakları Saklıdır  |  @hizmetten.com 

Hizmet'e Dair Ne Varsa...

Sitemizde, tercihlerinizi ve tekrar ziyaretlerinizi hatırlayarak size en uygun deneyimi sunmak ve sitemizin trafiği analiz etmek için çerezleri ve benzeri teknolojileri kullanıyoruz. Tamam'a veya sitemizde bulunan herhangi bir içeriğe tıklayarak bu ve benzer çerezlerin/teknolojilerin kullanımını kabul etmiş olursunuz. Tamam Gizlilik Bildirimi

Privacy & Cookies Policy