Namaza konsantre olma adına abdestten sonra ikinci basamağı ezan teşkil eder. Mü’min, şeytanî duygu ve düşüncelerden sıyrılmaya abdestle adım atar fakat ezanla daha bir derinleşir, inşiraha erer ve içinde tatlı cennet esintileri esmeye başlar. Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem), إِذَا نُودِيَ لِلصَّلاَةِ أَدْبَرَ الشَّيْطَانُ وَلَهُ ضُرَاطٌ “Namaz için ezan okunmaya başlayınca şeytan, duyduğu sıkıntı ve stresten dolayı kerih sesler çıkararak kaçar.”[1] buyurur.
Demek ezan, şeytan ve şeytanî ruhların rahatsızlığa gömülmesine vesile olan çok mübarek bir çağrıdır. İnsanın, şeytan ve şeytanî düşüncelerden arınıp gözyaşları ile namazını eda edebilmesi ve ona konsantre olabilmesi için şuurlu ve içten okunacak bir ezanı dinlemesi çok önemlidir. Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) namaz vakti geldiğinde çoğu zaman Hz. Bilal’e doğrudan, “Ezan oku!” demez; “Bizi bir ferahlandır ya Bilal!” derdi.[2] Bunun mânâsı, “Şu dünya işleri bizleri sıktı. Hele içimize bir su serp de omuzlarımızdaki bu yükleri atıp bir rahatlayalım ve nefsimize fısıldanan şeytanî vesveselerden bir temizlenelim.” demekti.
Ezan teşrî kılınmadan önce namaza çağrı için boru öttürme, çan çalma gibi şeyler teklif edilmişse de Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) onları kabul etmemişti. Çünkü madem namaza çağrı yapılacak, o hâlde bu çağırma işi, namazın ruh ve çekirdeğini ifade edebilecek bir kısım kelimelerle yapılmalı ve insanlar onu duyduğu zaman ürpermeli, yüce bir huzura çıkacaklarını anlamalıydılar. Bu çağrı herhangi bir sözle değil yine Allah’ın ilham edeceği mübarek kelimelerle olmalıydı. Neticede Allah (celle celâluhu), ilham ettiği lafızlarla ezanı ayrı bir güzelliğe ulaştırmıştır. Bu yüzden âlimler, ezanın kelimelerine, onun rükünleri nazarıyla bakmışlardır. Yani iftitah tekbiri, kıyam ve kıraat gibi ameller nasıl ki namazın bir rüknü, bir parçasıdır, onlar olmadan namaz olmaz; ezanın kelimeleri de onun rükünleridir, onlardan biri olmazsa ezan da olmaz.
Ezanı farklı lafızlarla seslendirme de aynı hüküm içinde değerlendirilebilir. Çünkü mesela اَللهُ أَكْبَرُ “Allah en büyüktür” sözüyle vicdan, bir hususa uyarılıyor. Bilindiği gibi, “ekber” kelimesinin, Türkçe mânâsı, “en büyük” demektir. Fakat bu, “Başka büyükler de vardır ama Allah (celle celâluhu) onların en büyüğüdür.” demek değildir. Sadece kelime kıtlığından dolayı bu kelimeyle tercüme edebiliyoruz. Bunun ifade ettiği gerçek mânâyı verecek olursak şöyle diyebiliriz: “Büyük, sadece ve sadece Allah’tır. Mâbud-u bi’l-Hak ve Maksud-u bi’l-İstihkak O’dur. Halledilemeyen müşkiller sadece O’nun kapısında halledilir; aşılmaz görünen şeyler, ancak O’na müracaatla çözülür. Bu yüzden kulluk sadece O’na yapılır.” İşte bütün bu mânâlar, “Allahu ekber” sözüyle ifade edilir.
Bu hususa, daha sonra da, أَشْهَدُ أَنْ لَا إِلَهَ إِلَّا اللهُ “Şehadet ederim ki, Allah’tan başka ilâh yoktur.” diyerek tanıklık edilir. Sonra, أَشْهَدُ أَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ اللهِ “Yine şehadet ederim ki Hz. Muhammed, O’nun elçisidir.” denilerek bir de Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) peygamberliğine tanıklık edilir. Çünkü bu mesajı bize getiren O’dur. Sonra da, حَيَّ عَلَى الصَّلَاةِ “Haydin (bunalımlardan, binbir çeşit sıkıntıdan kurtulmak için) namaza koşun.” çağrısı yapılır. Yapılan bu çağrı, حَيَّ عَلَى الْفَلَاحِ “Felaha (kurtuluşa) koşun” kelimeleriyle bir kere daha tekrar edilir. Çünkü felah, kendisinden başka büyük olmayan Zât’ın kapısındadır. Namazın bir kurtuluş vesilesi olduğunu Kur’ân-ı Kerim, قَدْ أَفْلَحَ الْمُؤْمِنُونَ الَّذِينَ هُمْ فِي صَلَاتِهِمْ خَاشِعُونَ “Mü’minler kurtuluşa ermiştir; onlar ki namazlarında huşû içindedirler.”[3] âyetleriyle teyit eder.
En sonunda ise اَللهُ أَكْبَرُ اَللهُ أَكْبَرُ، لَا إِلَهَ إِلَّا اللهُ sözleriyle Allah’ın büyüklüğünü bir kez daha haykırdıktan ve kelime-i tevhidi okuduktan sonra sanki bu derinleşmede belli bir doygunluğa ulaşılamamış gibi, اللَّهُمَّ رَبَّ هَذِهِ الدَّعْوَةِ التَّامَّةِ، وَالصَّلاَةِ القَائِمَةِ آتِ مُحَمَّدًا الوَسِيلَةَ وَالفَضِيلَةَ، وَابْعَثْهُ مَقَامًا مَحْمُودًا الَّذِي وَعَدْتَهُ “Ey bu eksiksiz davetin ve kılınan namazın sahibi! Hz. Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ın Cennet’te makamını yükselt ve O’na fazilet ver. O’nu, kendisine vadettiğin yüce makama ulaştır.” denilerek namazla birlikte ezanı da Allah’tan getiren Hz. Muhammed’e dua edilir. Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem), müjde verir ve, “Ezandan sonra kim bu duayı okursa kıyamet günü şefaatime nail olur.”[4] buyurur. Kul, yapmış olduğu bu dua ile kılacağı namazın, Peygamber Efendimiz’in elinin kendisine ulaşmasına vesile olmasını, O’nun da (sallallâhu aleyhi ve sellem) Makam-ı Mahmud’a ulaşmasını ister. Çünkü o makamda “Livaü’l-hamd” (Hamd Sancağı) vardır ve ancak Efendimiz’in o makamı elde etmesi hâlinde ümmet-i Muhammed orada, o kutlu sancağın altında toplanabilecektir.
Netice itibarıyla ezan çok önemlidir. Bu yüzden ezan okunurken her ferdin, bu mübarek kelimelerin mânâlarını mülâhaza ederek tekrar etmesi sünnettir. Hatta selef-i salihîn, bu yapılırken fazla gezip hareket edilmemesinin, ezanın sözlerinin, sükûnet ve huzur-u kalble takip ve tekrar edilmesinin güzel olacağını ifade etmişlerdir. Çünkü namaza konsantre olmak için ezanla ve ezanın getirdiği vâridât-ı sübhâniye ile bütünleşmek gerekir.
Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem), sahabenin ileri gelenlerinden olmasına rağmen Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman gibi kimselere ezan okutmamıştır. Oysa Hz. Ebû Bekir’in yanık bir sesi vardı, Kur’ân okuduğu zaman kendisini dinletirdi. Demek ezan, ayrı bir ses, ayrı bir eda istiyor ki onu Ebû Mahzûre, İbn Ümmi Mektûm ve daha çok da –ihtimal insan ruhuna tesir eden bir sesi olduğu için– Hz. Bilal’e okutmuştur. Ona, kendi güzelliğine uygun bir elbise giydirilmesi, kulak tırmalayıcı çığırtkanlıklarla geçiştirilmemesi gerekir ki insanlar bir taraftan kelimelerin kendi gücünü, kendi müessiriyetini, diğer taraftan da eda ve icradaki güzelliği bir arada duyup namaz için çok iyi bir hazırlık ve konsantrasyona girebilsinler.
[1] Buhârî, ezân 4; Müslim, salât 19.
[2] Ebû Dâvûd, edeb 78; Ahmed İbn Hanbel, el-Müsned 5/364, 371
[3] Mü’minûn sûresi, 23/1, 2.
[4] Buhârî, ezân 8, tefsîru sûre (17) 11; Tirmizî, salât 157; Ebû Dâvûd, salât 28.
Kaynak: Miraç Enginlikli İbadet: Namaz / M.Fethullah Gülen