Bakara Sûresi 286. ayette, “Allah hiç kimseye gücünün yeteceğinden başka yük yüklemez.” der.
Peki, insanı ezen, iflahini kesen nefesini tüketen, gözyaşını ceyhun eden, gece kabuslar gördüren, bazen intiharı düşündüren nedir?
Dert değildir!
Öfke, kaygı, merak, aşırı düşünme, takıntı, ümitsizlik, ‘Neden bu başıma geldi?’, ‘Şimdi ne olacak?’ demelerdir… Aynı derdi çeken iki insandan biri hayatına normal şekilde devam edebiliyorken, diğeri elden ayaktan düşüyorsa suçlu ne derttir, ne de derdi veren…
Türkiye’de binlerce insan, politik sebeplerden dolayı ülkesini terkedip dünyanın değişik ülkelerine göç etti. Herkesin farklı bir hikâyesi var. Hiç kimsenin başına gelen iyilik ve kötülük bir başkasının başına gelenle mutlak aynı değil. Aynı olmayanın kıyası olmayacağı için, kendini bir başkasına bakıp şanslı veya şanssız hissetmek doğru değil. Bu yönüyle, kimin ne imtihan çekerek yurt dışına adapte olduğunu irdelemek faydasızdır. Olması gereken, durumsal farklılıklar yerine, ortak duyguları; kişi ve olaylar yerine de genel olarak zihinlerde oluşan düşünce şekillerini değerlendirmektir.
ÖFKE
Bir gecede işini kaybetmek, mal mülk ve itibarından olmak, terörist ilan edilmek, toplumsal dışlanmaya maruz kalmak ve bunların neticesinde vatanından ayrılmak insanı öfkelendirebilir. Problem, öfkenin sürekliliğidir. Olumsuz olayları tekrar tekrar konuşmak, buna sebep olan hadise ve kişileri sürekli dillendirmek, kaybettiği şeyleri her gün hatırlamak öfkeyi besler.
Başa gelen sorunlar bir tercih değil. Ancak bu sorunlar karşısında sürekli şekva hali bir tercihtir ve bu bir odun gibi öfke ateşini canlı tutar. Öfke öyle bir ateş ki, insanın içini ısıtmaz, hayatını kül edebilir. Zira, bu duygunun sürekli hali, sonrasında intikam hissine evrilir. Belli bir süre sonra, kişi sadece gücün kendine geçeceği günü düşünür ve uğradığı haksızlığın hesabını sormanın hayaliyle yaşar.
Kontrol edilmeyen negatif duygular, zihinde otomatik olumsuz düşünceler oluşturur. Öfke ve intikam hissini kontrol edemeyen kişi, mutluluğun tek yolunu hesaplaşma görebilir ve “Hakkımı almadan, zalimin derbeder olduğunu görmeden bana huzur yok.” der. Bu durum, mevcut zamanın getirdiği başka mutlulukları görmeye engel olur ve sonuç olarak kişi entegre olamaz.
İnsanın kendi dışında gelişen olayların acısını azaltmasının bir yolu, onları kabullenmektir. Kabullenmek, başa gelen kötü olayları reddetmek değil, onlara rağmen yaşayabilme yolunu tercih etmektir. Kabullenmek, geçmişten kaçınma değil, geçmişin acılarının bugününü mahvetmesine izin vermemektir. Kabullenmek, insanı huzursuz eden düşünceler ve olayları ortadan kaldırmaya bir alternatif olarak, onlarla yaşama yolunu tercih etmektir.
Ne başa gelen olumsuz olayları, ne de bunlara sebep olanları değiştiremeyiz, değiştirebileceğimiz tek şey bu kişi ve olaylara bakış açımızdır.
KAYGI
“Geçmişin üzüntüsünü, geleceğin kaygısını bırak, anı yaşa.” modern psikoloji klişesidir. Bu sözün pratik karşılığı, düşünen ve akleden bir insan için oldukça zor. Bediüzzaman Said Nursi “İnsanda akıl ve fikir olduğu için, hayvanın aksine olarak, hazır zamanla beraber geçmiş ve gelecek zamanlarla da fıtraten alâkadardır.” der. Bu alakanın faydaları da var örneğin; geçmişe ait pişmanlıklar en güzel öğüt, gelecek kaygısı da bugünü verimli yaşama adına bir motivasyon kaynağıdır.
Yurt dışında hayat kurmaya çalışan birindeki rızk endişesi, onu iyi bir iş kurmaya motive eder. Yarının kaygısı kişinin bugününü hareketlendirir. Problem; ölü olan geçmiş ve gelecek zamanın, tek canlı olan mevcut zamanı öldürmesidir. Yani; geçmişte asılı kalarak ve geleceğin bilinmezliğinde boğularak bugünü şu anı yaşayamamaktır. Ne olacağını düşünmekten, bugün bir şey yapmamaktır. Bu durumda, gelecek ve geçmişi bırakıp ‘an’a odaklanmak en makuldür. Depresyon hastaları üzerinde yapılan araştırmalar, mevcut zaman farkındalığı oluşturan terapilerin büyük ölçüde işe yaradığını gösterir.
Kaygıları besleyen faktörlerden bazıları; Aşırı düşünme, yalnız kalma, uykusuzluk, negatif insanlarla vakit geçirme ve durağanlıktır. Bunları ortadan kaldırmak kişinin ‘an’a odaklanmasına yardım eder. Bu yüzden, ziyaretleri sıklaştırmak, sosyal aktiviteleri artırmak, küçük de olsa sürekliliği olan meşgaleler bulmak, bir araya gelindiğinde aktualiteden uzak durmak ve belki de en önemlisi entegre olmaya çalışılan ülkenin dil ve kültürünü öğrenmek gerek. İnsan bazen, vatana dönmenin hayalini kurarken, yaşadığı ülkenin realitesinden uzaklaşabilir. Bu yönüyle, dışarı çıkıp yerli bir kaç insan görmek bile kişinin adapte sürecini hızlandıracaktır.
Sonuç olarak, oturum hakkı, ev ve iş kurma gibi somut koşullar yurt dışında yaşamayı kolaylaştırsa da, yurt dışında “kaliteli” bir hayat isteyenler, entegresyona engel duygularını tanımlamalı, zihnindeki yanlış düşünceleri keşfetmeli ve bunlar üzerinden çözüme gitmelidir.
- Başa gelen sorunlar bir tercih değil. Ancak bu sorunlar karşısında sürekli şekva hali bir tercihtir ve bu bir odun gibi öfke ateşini canlı tutar. Öfke öyle bir ateş ki, insanın içini ısıtmaz, hayatını kül edebilir.
- Olumsuz olayları tekrar tekrar konuşmak, buna sebep olan hadise ve kişileri sürekli dillendirmek, kaybettiği şeyleri her gün hatırlamak öfkeyi besler.
- Aşırı düşünme, yalnız kalma, negatif insanlarla vakit geçirme kaygıları besler. Bunları ortadan kaldırmak için ziyaretleri sıklaştırmak, sosyal aktiviteleri artırmak, aktualiteden uzak durmak ve yeni ülkenin dil ve kültürünü öğrenmek gerekir.
Kaynak:Umut Vera Tuna