Asrımızda, 40 yıla yakın bir süre, yazılarıyla açıktan selamlaştı. Özellikle gençlerin okuması için, aylık özgün kaleme aldığı başyazılar, adeta bu rengarenk çiçekler, ‘Çağ ve Nesil’ buketini oluşturdu.
En son, 2019 Ağustos ayında, Çağlayan vesilesiyle, yeni bir başyazı okuduk Büyüğümüzden. Bir kez daha, gönlünü cümlelere resmetti ve dertleşti bizlerle: ‘İç Çürüme ve Onarım Yolları’ makalesi, bana göre, onun açık vasiyeti gibi… Bitirirken, sanki Tevhidname dualarına ilave mahiyetinde, hemşerisi İbrahim Hakkı’nın meşhur Tefvizname’sinden bir bölüme atıf yapar. Çürüyen manevi anatomiyi onarmak için, onun da desteğini alır.
Ayrıca topluca bizlere, sebeplere riayeti içinde barındıran, ‘tefvîz atmosferini hecelemeyi’ hedef gösterir. Ardından ise gayrı ‘üç nokta’ koyar ve vuslat iksirini, ışık tünelini beklemeye durur.
İç çürüme teşhisine ek olarak, onarım yollarını da tek tek gösterir. Nasıl mı…? Bunun için, eskimeyen o maziye, tekrar odaklanmamız lazım:
Sene 1977, duraklardan biri de Çorum şehridir. Anadolu’da, yeni bir baharı tutuşturacak, mütevazi bir kıvılcım mahiyetinde, ‘düşlerdeki yiğitleri’ bulmak için, farklı konferanslar devam etmektedir. Bunlardan biri de ‘Altın Nesil veya İdeal Nesil’ başlıklı toplumsal yüzleşmelerdir.
Buluşmalarda, dört asırlık çürümüşlüğe reçete olarak, temelde dört esasa bina edilen, bir onarım hamlesi projesinden bahsedilmektedir. Bu, üzerinde çalışılmış önemli iksirler, sırasıyla; muhabbet, çile, hamle ve muhasebedir. Zıtlarıyla ve muhteşem örnekleriyle birlikte sunulan reçeteler, nesillerin sanki ‘metafizik kolonları’ mahiyetindedir. Zira onarımın adresi, bu 4 kolon ve onların farklı türevlerinden ibarettir.
Evrendeki maddi hayat, nasıl ki fiziksel olarak, ince/hassas ayar sabitesi vesilesiyle mümkündür. Aynen öyle de, insanların ve toplumların manevi hayatlarındaki korumalar, bu ideal vasıfların mevcudiyetine bağlıdır.
Bu konferanslarda, çağına model olacak ama henüz meçhul bir gençliğin, ‘ruh anatomisi’ anlatılmaktadır. Kısaca Anadolu’ya maya çalınmaktadır, elbette tevfik Allah’tan.
Şu dualarla bitirir sözlerini: ‘‘Yalan yere öten horozlar müjde veriyor ki, bunun arkasında bir fecr-i sâdık vardır. Türkiye’de her yerde, muhkem bir kalenin tamir edilmesi gibi, herkes iman ve İslâmın bir tarafını tutup hizmet etmesi, ümit reşhaları halinde nazarımızda arz-ı endam etmektedir. Allah, bizim ümitlerimizi ters yüz edecek çemenzarımızı bozmasın, muhalif rüzgârlarla yıkmasın…’’
Evet, hem ‘ümit tomurcukları’ yeşerdi hem de ‘muhalif rüzgarlar’ esti. Zira adetullah böyledir. Rabbimizin muamelesi de, insanlardaki sıfatlara göredir.
Bu ve benzeri konferanslarda, hayali kurulan, bu ideal gençliğin, 4 temel özellikleri ve onların türevleri, akıllara ve kalplere şöyle işleniyordu:
Onlar, ihlâslıdır. Bir kişi bile, davasını doğrulamasa, hatta el uzattığı uzak-yakın bütün insanlar onu yalancı saysa, imrenilen duruşunda, hiçbir değişiklik, farklılık göremezsiniz.
Onlar, şefkatlidir. Ne Aslı, ne Şirin, ne Azra, ne Leyla’yı sevenler gibi, yalnız bir cemale veya karşılık umarak değil; bütün mahlûkata, O’ndan dolayı karşılıksız alaka duyar. Bu engin ve derin münasebetin bidayeti sevgi-aşk alaşımlı görünse de, nihayetinde yaratılanı Yaratan’dan ötürü şefkat ve muhabbetle kucaklar.
Onlar, hürdür. O’na kulluğunu, her gün huzurda öyle bir ilan eder ki… Ne saraylardaki hazinelerin teklifi, ne zindanlarda ellerine demir kelepçe, ne ayaklarına ağır pranga vurulma tehdidi… Yıldırılamazlar, bu özgür ruhları. Hatta bir ömür tutsak edilseler de yılmazlar, asıl hürriyetinden mahrum edilemezler.
Onlar, fedakârdır. Şehadetin vuslat olduğunu bilir. Ama bazen kendi rekorunu kırmak için, bu tatlı ölümden içtinap eder. Neden mi? Anlatıldığı kadarıyla, yol arkadaşlarını çetin yolda yalnız bırakmamak, zayıflara dayanak olma tutkusuyla… Gerekirse burnunun ucuna kadar gelen şahadeti bile, daha ötesi mülahazası ile iki elinin tersiyle iter.
Onlar, vefalıdır. Bir çilehanenin önünde, yara bere içinde kıvranan ama hamd duygusuyla dopdolu, bir bendeye rastlar. Kapıdaki o sadık zat, rummân arzusuyla huzurdan muvakkaten ayrılmayı düşünen o yolcuya, vefayı resmeden canlı bir resim olur. Gayri nasıl terkedilir ki, muştulu bu kapı!?
Onlar, idealisttir. Alın teri ürünü bütün payeleri sökülse veya gökteki yıldızlar omuzuna rütbe diye dikilse, yıldıramazlar gayesinden. Çünkü dil bestedir, yüksek bir mefkûreye. Kendini fethetmiş bir fatihtir.
Onlar, mütevazıdır. ‘Ne haddime kendimi başkalarından üstün göreyim’ der. Zira insanların manevi tacı, kalplerinde saklı ve takılı takvayı, tartabilen terazi kimde var?
Onlar, mütevekkildir. Riayet ettiği sebepler zinciri, sünnetullaha saygı ve imtihanın gereği olsa da, hakiki tesirin O’ndan olduğuna iz’anı tamdır. Zahirde bir sepetin içinde Nil’e, gerçekte ise oğlunu Mü’min’e emanet eden Musa’nın annesini hatırla. Sepetlerin yerini kayıklar, Nil’in misyonunu riskli geçitler ve tehlikeli hudutlar alsa da, onların kalplerindeki tevekkül nehirleri hep akar. Sık sık, Allah vekilim der ve coşar.
Onlar, muhacirdir. Önce haram bataklığını terk eder, helal ovasına çadırını kurar ve kalbî hicretini gerçekleştirir. Sonra da, bu ulvî seyahatini coğrafî göçle taçlandırır. Kimi zaman iradi, kimi zaman cebri; ama ikisi de ulvi…
(Devam edecek…)