Değerli dostlar, maalesef gün geçmiyor ki yüreğimizi ağzımıza getiren üzücü haberlerle uyanmış olmayalım. İşin doğrusu telefonumuza gelen mesajları kontrol etmeyi korkar olduk. Ama, ‘korkunun ecele faydası yok’ diyerek gene de her gelen mesajı okuyoruz.
Cuma gecesi, seher vaktine yakın telefonuma baktığımda gene böyle yürek yakan bir mesajla irkildim. Mesaj şuydu: “İstanbul’un önde gelen esnaflarından Ali Açıl ağabey Avrupa seyahatinden dönerken kalp krizi geçirerek vefat etti.” Orhan Veli Kanık’ın “Kitabe-i Seng-i Mezar” şiirinde dediği gibi “Ölüm Allah’ın emri, (keşke) ayrılık olmasaydı.”
Evet, ayrılık yüreğimizi yakıyor. Bir de bu ölüm hakikati, sürgün hayatında kapınızı çalarsa o daha bir dayanılmaz hal alıyor. İşte Ali Açıl abinin ölümü de biraz öyle oldu ve başta Hizmet Hareketi gönüllüleri olmak üzere bütün sevenlerini üzüntüye boğdu. Kendisi Türkiye’de yaşanan zulümlerden dolayı aile fertleriyle beraber Kanada’ya iltica etmişti.
O İstanbul Hizmetinin saff-ı evvellerinden biriydi. Son günlerini başta Yunanistan, İsveç, Polonya ve Fransa olmak üzere Avrupa’nın çeşitli beldelerinde geçirmiş ve o ülkelerde sürgün hayatı yaşayan Hizmet Hareketi gönülleriyle görmüş. Kanada’ya dönüş yolculuğunda, inişe yaklaşık bir saat kala uçakta kalp krizi geçirerek ruhunun ufkuna yürümüş. Ardında yüzlerce belki binlerce hüsnü şehadet bırakarak gitti ahirete. Dünyalık bir mirası olmadı onun. Fakat asıl mirası bence Hizmet yolunda koşarak Hakk’a yürümesiydi. Sevenleri, onun hep ‘Hizmette koşarken vefat etmeyi’ murad ettiğini ve nihayetinde vefatının da bu doğrultuda gerçekleştiğini ifade ediyorlar.
Ben onu bu yönüyle ülkemizin sekizinci Cumhurbaşkanı merhum Turgut Özal’a benzetiyorum. Bilenler hatırlayacaktır. Özal, 1993 yılının ilkbaharında önce Balkanlar, ardından da Orta Asya Türk Cumhuriyetleri gezisine çıktı. Maksadı, o ülkelerde okul açmak isteyen insanların karşılaştıkları pürüzleri gidermekti. Hatta, götürmek istediği kişiler her nasılsa gitmek istemeyince kendilerini telefonla aramış ve “Arkadaş, ben sizin için; bu okullar için gidiyorum. Gitmiyorsanız, ben de gitmiyorum” demiş. Gezi dönüşünden 24 saat sonra, 17 Nisan 1993 Cumartesi günü hayata veda etti. Ali Açıl Abimizde Avrupa’nın kuzeyinden güneyine bir çok ülkede bu dönemin mağdur Hizmet Gönüllülerini ziyaret etmiş, onlara moral desteğinde bulunmuş ve dönüş yolunda vefat etmiş.
Ben onu ayrıca Efendimiz (sav)’in tebcil ettiği bir insana da benzetiyorum. Efendimiz (sav)’in takdir buyurduğu o insan bir savaş meydanındadır. Savaştığı esnasında bir bozgun yaşanır. O, bu bozgunda sağına baktığında görür ki herkes dağılmış, bir de soluna bakar hiç kimse kalmamış. ‘Demek iş başa düştü’ der, atını mahmuzlar ve hızla gözden kaybolur. İşte, Ali Abimiz de öyleydi. Hizmetimizin bir işi olduğu zaman sağına soluna bakmadan para kesesini mahmuzlayarak koşardı. Muhterem Hocamız da onun bu durumunu yazdığı taziye mesajında şöyle ifade etmiş: “İlk günden beri salâbet-i dîniyesi ile tanıdığım, Hak yolunda bir gayret söz konusu olduğunda tereddütsüz öne atılan, heyecanına, samimiyetine, hasbîlik ve fedâkârlığına binlerin şahit olduğu vefalı dostum, mütebessim çehreli hamiyetperver arkadaşım, ….”
Evet, onu tanıyanlar onun ne derece hamiyetperver olduğunu bilirler. Nüfus kağıdında soyadı, her ne kadar “Açıl” yazsa da onun Hizmet Hareketi içindeki asıl soyadı “Saçıl’ şeklindedir. Onun akıllara hayret veren cömertliğini ifade etme adına böyle söylenirdi. Bu cömertliği sayesinde Cenab-ı Hak, kendisine Çin’den Maçin’e kadar hizmet etme imkânı lütfetti.
Son olarak Hacı Kemal Abi’nin onunla ilgili anlattığı şu hatırayla bitireyim: “Gazete (Zaman) bir odalı bir yerde başladı, soba yoktu. Küçük bir tüpte hem cay pişirir hem de ısınırdık. Sonra Allah lütfetti, arsa bulduk ve Kalender sokaktaki eski binanın iki katını yapmaya karar verdik. Ertesi sabah, hali vakti yerinde birisinden çimento almayı planladım. Vereceğinden de emindim. Fakat bütün izahlarıma rağmen ‘Yardım edemem.’ dedi. Yıkılmıştım ve en büyük ümidimi yitirmiştim. Yolda ağlayarak yürüyordum. Birden karşıma Ali Açıl Bey çıktı. Cadde ortasında ağlayışıma bakarak, ‘Niye ağlıyorsun Hacı Abi?’ dedi. O, hizmeti henüz yeni yeni tanıyordu. O yüzden derdimi söyleyemedim. Fakat ciddi ısrar edince olanları anlattım. O yeni hizmeti tanıyan kumaşçı (Ali Açıl) ‘Binayı ben yaparım sen üzülme.’ dedi. Dünyalar benim olmuştu.”
İşte, o böylesine cömert biriydi. Ümidimiz odur ki Rabbim kendisini cömertliğiyle Efendimiz (sav)’i sevindiren Hz. Ebubekir efendimize komşu eylesin.
Bu vesileyle kendisine Cenabı Hak’tan mağfiret niyaz ederken; vefakâr ve çilekeş eşi Elif Hanımefendi’ye, birbirinden nâdide kızları Nedîme, Melîke ve Atike Hanımlara, yiğit oğlu Alp Bey’e, diğer aile fertlerine ve Hizmet arkadaşlarına başsağlığı ve sabrı cemil dilerim.
YAZARIN TÜM YAZILARI İÇİN TIKLAYINIZ