Hizmet şahıslar değildir. Hizmet, risalelerdeki prensiplerdir, “Ölçü ve Yoldaki Işıklar”dır. Pırlanta serisidir. Bir insan bunlardan saptığı zaman “Hizmet”ten ayrılmıştır. Yoksa “ben ayrıldım”, “askıya aldım” “mesafe bıraktım” sözleri delil olmaz.
– Peki böyle ayrılanlara ne yapmak lazım?
– Diyelim ki ben yukarıdaki kaynaklardaki Hizmet prensiplerine veya evrensel ahlak ilkelerine aykırı davrandım. Sıraladığım “ihanet”lerden birini yaptım. Bunu cahilliğimden dolayı masumane de yapmış olabilirim. Çevremdeki insanlara düşen şey beni bir kenara çekip mertçe ve kibarca ikaz etmeleridir. Eğer çevremdekiler beni açık açık ikaz etmiyorlarsa onlar da bu günaha ortak olur. Hem beni ikaz etmez bir de orda burda vıdı-vıdı konuşurlarsa benden daha çok günaha da girmiş olabilirler.
Bediüzzaman Hazretleri de Tarihçe-i Hayat’ta aynı tavsiyeyi yapıyor: “Kardeşlerim ve ders arkadaşlarım! Benim hatamı gördüğünüz vakit serbestçe bana söyleseniz mesrur olacağım. Hattâ başıma vursanız Allah razı olsun diyeceğim. Hakk’ın hatırını muhafaza için başka hatırlara bakılmaz.”
– Çok güzel bir ölçü. Peki şahıslar mükemmel de olsa Hizmet’i temsil edemez mi?
– Temsil çok büyük bir iddia. İslam’ın başına ne geldiyse temsil iddiasıyla ortaya çıkanlardan geldi. Sana bir hikayecik aktarayım Mevlana Hazretlerinden.
– Buyur.
“- Bir gün yaralı bir kuş Hz. Süleyman’a gelerek kanadını bir dervişin kırdığını söyler. Hz. Süleyman dervişi hemen huzuruna çağırtır ve ona sorar:
– Bu kuş senden şikâyetçi, neden kanadını kırdın?
Derviş kendini şöyle savunur:
– Sultanım, ben bu kuşu avlamak istedim. Önce kaçmadı, yanına kadar gittim, yine kaçmadı. Ben de bana teslim olacağını düşünerek üzerine atladım. Tam yakalayacağım sırada kaçmaya çalıştı; o esnada kanadı kırıldı.
Bunun üzerine Hz. Süleyman kuşa döner ve şöyle der:
– Bak, bu adam da haklı. Sen niye kaçmadın? O sana sinsice yaklaşmamış. Sen hakkını savunabilirdin. Şimdi kolum kanadım kırıldı diye şikâyet ediyorsun. Kuş kendini savunur:
– Onu derviş kıyafetinde gördüğüm için kaçmadım. Avcı olsaydı hemen kaçardım. Derviş olmuş birinden bana zarar gelmez, bunlar Allah’tan korkarlar diye düşündüm ve kaçmadım.
Hz. Süleyman bu savunmayı doğru bulur ve kısasa karar verir:
– Kuş haklı, hemen dervişin kolunu kırın, diye emreder. Ancak bu emre kuş itiraz eder:
– Efendim, sakın böyle bir şey yaptırmayın, diyerek öne atılır.
– Neden, diye sorar Hz. Süleyman.
Kuş sebebini şöyle açıklar:
– Efendim, dervişin kolunu kırarsanız, kolu iyileşince yine aynı şeyi yapar. Siz en iyisi bunun üzerindeki derviş elbisesini çıkarın. Çıkarın ki, benim gibi kuşlar bundan sonra aldanmasın.”
“MÜSLÜMAN” ETİKETİ SÖKÜLMESİ GEREKEN MİLYONLAR
İşin özü bu. İşte bak adına “İslam dünyası” denen “kitapsız dünya”ya. Üzerindeki “müslüman” elbisesi çıkarılması gereken milyonlar var. O nedenle işi sağlama alalım. Kutsal hiçbir davayı, düşünceyi insanların sırtına yüklemeyelim. Temsil çok zor. Elbisesi çıkarılacak o kadar çok derviş var ki… Cemaat trolleri diyordun ya, onlar da bu fasıldan. Trol troldür. “Şucu”su “bucu”su olmaz.
“DÜNYAYI KURTARAN ADAM”LAR
– Yani trolleri kabul ediyorsun.
– Tabii ki! İnsanın nasıl tıbbi olarak binlerce hastalığı varsa, ruhun da belki bir o kadar rahatsızlığı var. İşin kötüsü ruh hastalıkları acı vermediği için doktor arayışı olmuyor. Toplumun en az yüzde 80’inin ruhu ya yaralı veya hasta. Deli olmak için ille “zır” modelinden olmak gerekmez. Ben de olabilirim. Farkında olmadığım bir delilik emaresi taşıyabilirim. Ortalık bilhassa sosyal medya bir sürü ruh hastalığı virüsüyle kaynıyor.
– Ee deli deyince masum mu oluyorlar?
– Delilikleri kendi atmosferleriyle sınırlı kalsa mahsuru yok. Ama kendilerini engelleyemiyorlar. Etraflarında engel olan yok demek ki! Mızrağı, kılıcı alıp sosyal medyaya dalıyorlar.
– Don Kişot gibi yani!
– Belli bir miktar takipçiye ulaşan trol, kendini “Dünyayı Kurtaran Adam”daki Cüneyt Arkın gibi görüyor. Delilik sosyal medyaya süzgeçsiz olarak yansıyor. Ama dediğim gibi deli delidir. Cemaat urbası giymesi veya giymemesi çok fark etmez. Bakıyorsun en aklı başında sandığın insan babası yaşındaki birine, galiz laflarla hakaret, hatta küfür ediyor. Bir gün kâhin oluyor sallıyor başka gün mehdi! Bir gün ekonomiyi kurtarıyor, ertesi gün Hizmet’i. En pespaye en bel altı lafları yüksünmeden sarfediyor. ‘İnsan’ olsa bunu yapmaz. ‘Müslüman’ olsa hiç yapmaz. Hizmet gönüllüsü olsa böyle rezil lafların yanından geçmez.
DELİLERE AKILLI MUAMELESİ YAPIP ÖFKELENMEK!
Zihni kimliği ‘Hizmet gönüllüsü’. Ama maalesef deli. Bir insana deli demek için her dakika delilik yapıyor olması gerekmez. Şimdi bu tür insanları ruh sağlığı sağlammış gibi ciddiye almak ayrı bir delilik emaresi olur. O nedenle de hem sosyal medyaya girmek, iğneli mesajlar atmak sonra da “İmdat, kurtarın cemaat trolleri beni linç ediyor” diye feryat etmek bana komik geliyor. İğneli fıçıya atlayıp “aa iğne battı!” demek gibi bir şey. Trol troldür. Ama Hizmet ekolojisi içinde delilerin de hakkı hayatı var.
– Senden o troller için gizli AKP’li demeni bekliyordum!
TÜRKİYE’NİN SAVAŞI DEĞİL, SARAY’IN SAVAŞI
– Öylesi de vardır. Mesela Saray’ın kendini kurtarmak için girdiği bu savaşa karşı tepkileri incele. A’dan Z’ye her şeyi yanlış bir savaş. Şimdi birileri bu savaşı destekliyorsa bilmek lazım ki bu hesaplar bir başkasının trolü de olabilir. Siz bu saçma savaşı hangi Hizmet düsturuyla tecviz edebilirsiniz?
– Hizmet gönüllüleri Silahlı Kuvvetleri desteklememeli mi?
– Hamile kadınları göz altına alan polisleri ne kadar desteklemek gerekirse, şu an bir başka ülkenin sınırlarını tecavüz edip sivil halka saldıran, bomba atan askerleri o kadar desteklemek gerekir. Bu, Türkiye’nin savaşı değil, Saray’ın savaşı. İstismar edilen masum askerlere acımak onlar için dua etmek ayrı bir şey, savaşa destek olmak ayrı bir şey. Bu nedenle ortada Hizmet prensiplerine aykırı bir düşünce varsa bunu kimin seslendirdiğinin bir önemi yok. Trol deyip geçmek lazım. Trolün intisabı olmaz. Ciddiye almaya gerek yok. Hele maskeli, gerçek olmayan hesapları ciddiye almak iyice akıl dışı. Çoğu deli. Fakat delileri incitmemek lazım!. Fazla ciddiye alırsan “zır” modeline döner. Bir insanın kanserli olduğunu öğrenince nasıl bir anda kibarlaşıyoruz. Onlara da öyle davranmak lazım. Hiçbir deli, deli olduğunu kabul etmez. Kanserin tedavisi olur ama bunun zor. Çünkü deli acı duymaz. Bu dediğimden herkesi anlama tabi. Sosyal medyada hakperestçe mücadele eden, çelişkileri tespit eden, moral veren, zalimlerin moralini bozan, mazlumların sesini duyuran, onlara sahip çıkılmasını sağlayanlara sözüm yok. Onlara minnet duyabiliriz. Tabii herkesin niyeti önemli. Ancak ahirete gidince kimin kim olduğunu öğrenebileceğiz.
“BEN PEYGAMBERİM, BİLMİYORUM”
– Ahirette bir kimlik gerekmeyecek mi?
– Ahirete geçiş buradaki hava alanlarında olduğu gibi değil. Ahirette bize elimizdeki pasaporta, kimliğe veya etikete göre muamele etmeyecekler. Kimlik kurtarmaz. Ben fiillerimle “X-ray” cihazından geçeceğim. Orada Hizmet’in ilkelerine -ki bunlar evrensel ahlak ilkelerini içerir.- uyum içinde isem bir Hizmet gönüllüsü sayılabilirim. Yalanlarım, yanlışlarım, şirk kokan amellerim, firavunane sözlerim varsa pasaportum bir şey ifade etmez. Hacerü’l Esved’in bekçisi olsam kurtarmaz. X-Ray’den geçemem. Hiç birimiz pasaport kontrol memuru değiliz. Kondüktör değiliz. Kim nereye gider, kim nerede nasıl muamele görür bilemeyiz. İlk ve önemli sahabilerden Osman bin Maz’un vefat ettiği zaman, orada olanlardan birisi “Ne mutlu sana Cennet’e gittin!” diye mırıldanır. Efendimiz’in (sav) birden tavır değiştirir, kaşlarını çatar ve “Nereden biliyorsun, ben peygamberim bilmiyorum!” der.